Kültür
Giriş Tarihi : 20-05-2018 13:00   Güncelleme : 20-05-2018 14:30

Dünü Bugüne Bağlamak; Kültür-Tarih Birliği

Tarih, kronolojik hadiseler zinciri değildir, sebep-sonuç ilişkisi içinde determinist bir gözle de ele alınamaz… Bilakis tarih, o devredeki insanların ruhî hayatıdır; hadiseleri raksettiren keyfiyet budur… Tarihe böyle bakılır; çünkü insan topluluğudur söz konusu olan, robot ya da hayvan sürüsü eğildir…

Dünü Bugüne Bağlamak; Kültür-Tarih Birliği

Geçmiş-hal-istikbal… Ezelle ebedi birleştiren insan… İnsanda ezel duygusu da var, ebed kaygısı da… Şuurda hepsi yaşıyor; geçmiş hafızada, gelecek hayalde… Şuurun, berzah-köprü-perde vasfı… Varlığın birliği… Zamanı bütünleyebilmek, ama nasıl?

Tarihi oluşturan hâlihazırdaki insan şuurudur… Herkes haldeki şuur süzgecine göre tarihe bakar, değerlendirir… Kim hangi fikr ve iddiada olursa olsun, peşin kabul ilk olgudur. Aslında mühim olan doğru bakış açısı ile tarihi günümüze ve geleceğe taşımak… Kendi bakış açısının doğru olduğunu kabul ederek herkes de bunu yapıyor zaten.

Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’nun 4 cilt olan Büyük Muztaribler eseri, düşünce tarihini günümüzde birleştiren bir eser serisi, kültür-tarih birliğinin nasıl sağlanacağını gösteren yepyeni bir anlayış ürünü… Tarihi, günümüze ve geleceğe bağlayan ve böylece insani bütünlüğü sağlayan, insan aksiyonunu da gösteren bir kültür ürünü… Ortak şuur, ortak hafıza, ruhun birlikteliği… Varlığı birlemek, tevhid sırrına dâhil olmak.

İbda Mimarı Salih Mirzabeyoğlu’nun yaptığı, klasik tarih anlayışı değil… Halihazırdaki şuur ile geçmişi değerlendirmek… Burada ideolocyayla tarih anlayışı üst üste gelir… Sanat da burada köklerini buluyor; her şey, geçmiş düşünceler sanatın toplamı…

Şunu vurgulayalım ki, bakış kültür işidir, bilerek bakmak ayrı, bilmeden bakmak ayrı… Mesela, lalenin Allah yazmasına bilerek bakmak farklıdır…

“Büyük Muztaribler” eseri, tarih kitabı olsun diye yazılmamış, menakıb veya biyografi değil, derleme değil, orijinal bir ele alış ve terkibdir… Kendi davamız için, geçmiş devirleri kendimize malzeme yapmak için… Bugünün doneleriyle düne bakmak ve şuurda hepsini bütünlemek… Geriye doğru tarih kurmak… Bir noktadan hareketle… Geçmiş geçmiştir, o günkü şeyden nasıl istifade edeceksin?.. Eşyayı nasıl algılıyorsun?.. Bütün iş bu!.. Tarihi de öyle algılıyorsun… Objektiflik falan hikaye… Herkes kendi bakışına göre yorumluyor, istifliyor, neticelendiriyor, usulüne göre, uslubuna göre hadiseleri sıralıyor, kimini öne çıkarıyor vs… “İktisadî hadiseler sebep, diğerleri neticedir” diyen tarihi maddecilik de kendi görüşünü tarihe tatbik etmek istiyor. “Maddî evrim tarihin temelidir” diyor kendince… Şuura ise, tabii evrimin sebebi değil, mahsulü gözüyle bakıyor…

Düşünce tarihini, hakikatin hakikatine (İslâmî bir dünya görüşüne) nisbetle oluşturmak için Büyük Muztaribler… Eski Yunan’dan günümüze 4. ciltte ise, Osmanlı ile günümüz arasındaki iletişim kuruluyor… Kök Osmanlı… Öncesi Osmanlı, arada cumhuriyet dönemi var… Aradaki kopukluğu gidermek… Neticeden sebebe gidip düşünce tarihini oluşturmak… Tarih bu… Yoksa, kuru kuru kronolojik sıralama değil…

Lisan kaymış, kültür kaymış… Önceden söylenmiş sözü şimdi anlayamadığımız için tafsil gerekiyor… Tarih süreci… O zaman yazılarının tadını tafsille, tercüme ile almaya çalışıyoruz… O fikrin zevkine erince tafsile gerek yok, ama şimdi var… Aslında “şiir idrakı”nda yaşandığında tafsile gerek yok… Ama ruh pörsümeye başlayınca tafsil artıyor… O devirdeyiz!..

Osmanlı’da şiir, ilim ve fikrin müntehasında olan bir yerdedir… Divan edebiyatı budur… Arkaik duran bu üstün edebiyatı günümüze bağlamak ve böylece Osmanlı’daki “şiir idrakı”na bir pencere açmak; tabii bunun içinde “şiir idrakı” gerekiyor, yoksa Divan edebiyatı günümüzde olduğu gibi “gül-bülbül” tekerlemesine döndürülür...

Dünü bugüne bağlamak… Şiire ve Divan Edebiyatına nasıl bakılması gerektiğinin donelerini veriyor bize Büyük Muztaribler 4. cildi… Bize verdiği bakış açısı ile, fark ve tefrik ettirerek…

Tarih ve kültür şuuru böyle sağlanır, yoksa tarihi tarihte bırakarak değil, ölü bir anma olarak değil… Hâlihazırdaki şuurumuzla, değerlendirici bakış açımızla… Aksi takdirde tarih kelimesinin “işe yaramaz diye bir kenara atılmış nesne” mânâsına döner yaptığımız… Bizim kültürümüz (BD-İBDA İslâm’a muhatab anlayışı) canlıdır ve böyle bir şeyi ne tarih, ne de başka bir mevzuda kabul etmez… Sahip olduğu ilm-i Ledün gereği de bu böyledir… “Tarih” kelimesinin “temel bırakma” mânâsında olduğu gibi, geçmişi toplayarak günümüze ve geleceğe bakmak ancak böyle sağlanır… Necip Fazıl’ın noktalamasındaki “Bize kalan aziz borç asırlık zamanlardan; / Tarihi temizlemek sahte kahramanlardan…” borcu ve mânâsı da böyle ifa edilebilir… Canlılığın alameti bu, yoksa biz de “tarih” oluruz, “işe yaramaz nesne” oluruz, kısaca “ölü” oluruz, sistem çapında fikir ve onun aksiyonu olmazsa…

Şuurda yaşıyoruz aslında, ya da yaşamıyoruz… Çünkü insanın bariz vasfı şuurdur, kelamdır… Tuvalet yapma biçimimize kadar değiştirdiler… Alafranga… Kültür emperyalizmi budur, böyle ufak şeylerle anlaşılır… Kültürünü her mevzuu ve meselede nasıl tezahür ettireceksin, tarihe-hâle-geleceğe nasıl bakacaksın, ölçülerin nedir?.. İşte bütün mesele!.. Düşmana yem olmamak ve hayat tarafından yutulmamak için gereken ölçülerin, ölçülendirme ölçülerin?

Tarihi yazan ve yapan Mütefekkir ve Kumandan Mirzabeyoğlu… Tarihi fertler yapar, cemaatler de peşinden gider… Mücadele de fertler arasında cereyan eder, yani fertlerin temsil ettiği fikirler çatışır ve biri diğerine galip gelir… Kalabalıklar inşacı değildir, sadece öncü fertlerin peşine takılıcıdır… Zümreyi etkileyen fertlerdir, zümreye rengini veren böyle şahsiyetlerdir… Cemaat hiçbir zaman fail olmaz, fail olan ferttir… Hukuki olarak da bu böyledir, kelamî olarak da… Arapça gramer kuralında cemî müzekker salim hariç bütün cemiler (çoğullar) müennes (dişi) kabul edilmiştir. Bir şair, bu kaideyi şu şiirinde kullanıp güzel bir nükte yapmış: “Kavmim toplanmışlar- Beni öldürmek için konuşmuşlar- Ben onların toplanmasına aldırmam- Çünkü her cemi (topluluk) müennestir…”

Tarih, kronolojik hadiseler zinciri değildir, sebep-sonuç ilişkisi içinde determinist bir gözle de ele alınamaz… Bilakis tarih, o devredeki insanların ruhî hayatıdır; hadiseleri raksettiren keyfiyet budur… Tarihe böyle bakılır; çünkü insan topluluğudur söz konusu olan, robot ya da hayvan sürüsü değildir… Demek ki geçmişteki insanları, var oluşan hakikati ile yakınlık kurarak hem onları anlayabilir ve hem de günümüze bağlayabiliriz… Yoksa insanlık tarihi olmaz… İnsanlık tarihini de düşünce tarihi oluşturur… Keramet çapında bir “ tarih muhasebesi” yapan Üstad Necip Fazıl’ ın “Peygamberler olmasaydı medeniyet olmazdı” tesbiti, tarihi bakışımızda da mihverdir…

Hayatın hakikati ferdî hayatta; ferdî hayat ruhî hayatta… Halk alemindeki hareketin, hareket ettireni? Tarihe de bu sualin cevabıyla bakmak zorundayız. İnsanların hayvandan ayıran vasıf, şuur ve düşüncedir. Demek ki tarih, düşünce tarihidir, çünkü insanları oluşturan fikirleridir… Alt başlığı da “Düşünce Tarihine Bakış” olan söz konusu eserde, “Tarih ve Tefekkür” levhasında bu mevzu şöyle işaretleniyor:

“Tarihçinin üzerinde çalıştığı geçmiş, ölü bir geçmiş değildir, belli bir anlamda bugün hâlâ yaşayan bir geçmiştir.”

Geçmiş bir hadise, tarihçi onun ardında yatan düşünceyi anlamadıkça ölüdür, yani tarihçi için anlamsızdır. Bu sebeple, “bütün tarih, düşüncenin tarihidir” ve “ tarih, tarihi üstünde çalıştığı düşüncenin, tarihçinin zihninde yeniden oluşmasıdır” deniyor söz konusu eserde.

Tarihi ölü olmaktan çıkarmak, yaşadığımız ânın içine katmak; zaten insanda zamanüstü bir yan var, ruhun-şuurun zaman üstü vasfı… İleri- geri tekerlemesi de boş, nice geriden gelen yüzbin devir ileride oluyor ve kıyamete kadar yolumuzu aydınlatabiliyor… Tarih ve zaman… Şuur ve zaman… Tüm zamanların zirve noktası ve en ileri toplumu… Allah Resûlü ve Sahabîler… Veda Haccında “Zaman devrini tamamlaya tamamlaya gaye noktasına gelmiştir” buyuruyor kâinatın yüzüsuyu hürmetine yaratıldığı Allah Sevgilisi…

İnsanın tarihi yorumlayarak oluşturması, bakış açısının tarihi doğurması, yeni fiziğin de altını çizdiği “ insanın müdahil rolü”… Yine eserden “Tarih ve Tefekkür” levhasından:

“Tarihin olguları hiçbir zaman “arı” olarak gelmezler, çünkü arı bir biçimde varolamazlar; her zaman kayıp tutanın zihninden kırılarak yansırlar. Bundan şu netice ortaya çıkar ki, bir tarih eserini ele alınca, ilk ilgileneceğimiz, içindeki olgular değil, onu ele alan tarihçi olmalıdır… Tarih, “yorum” demektir.”

Bize yepyeni bir anlayış vermeye çabalayan, şuurlarımız- lisanlarımızı insanî hakîkatte toplayan mütefekkür- mehdî Mirzabeyoğlu’nu Büyük Muztaribler 4. cildindeki tedaî ve tevafuklarıyla ve “müsbet değişim, canlılıktır” diyerek yazımızı noktalayalım:

“Sohbet etmek, yeniliğe dair… Su değirmeni, insan… İnad, dinmeden akma… Mümin, hep yeni… İlham sahibi, seri anlayışlı… İnsan; hilafet, zuhur…”

Kazım Albay

Aylık Dergisi 27. Sayı - Aralık 2006

 

adminadmin