Köşe Yazıları
Giriş Tarihi : 24-07-2017 11:37   Güncelleme : 24-07-2017 11:37

Dünya Kadar Mülkü Kazanmak Veya Kaybetmek Davası

Kaynağını bulamadığım bir anket sonucunu paylaşmak istiyorum. Bu anket sonuçlarını çevreme tatbik ettiğimde büyük oranda doğru çıkıyor. Belki yurdumuzun her köşesinde aynı ndeğildir lakin ülkemizin genelini yansıtıyor.

Dünya Kadar Mülkü Kazanmak Veya Kaybetmek Davası

Anketler genellikle ülkemizde Müslüman oranını % 98 olarak gösteriyor. Fakat işin derinine inildiğinde İslamın ve imanın şartlarını yerine getirme konusu pek vahimdir. İşte anket sonuçlarına göre ülkemiz vatandaşlarının:

%78 Namaz kılmıyor.

%75 Kur'an okumuyor.

%45 Kadere inanmıyor.

%54 Kur'an okuyamıyor.

%55 Ramazanda oruç tutmuyor.

%65 Hiç Kur'an kursuna gitmemiş.

%65 Peygamberimizin hayatını okumamış.

%30 Hiç camiye gitmemiş.

%49 Evlenirken dindarlık çok önemli değil diyor.

%59 Selamlaşırken “Selamun aleykum” demiyor.

%46 Halifelik istemiyor.

Bu durum en çok hükümetin ve Diyanet İşleri Başkanlığının dikkatini çekmesi gerekirken maalesef içler acısı durum kimsenin dikkatini çekmiyor. Müftülükler camiye girenlerin çorapsız gelmemeleri için yasaklar koymakla meşgul olduğundan böyle meselelere vakit ayıramıyor besbelli. Demek ki benim yaptığım gibi imam hatipleri, vaizleri ve din adamlarını kenara çekip dinimizin en önemli konularında gayret göstermelerini anlatmak gerekiyor.

Yardım toplama, bahçelerin güzelleştirilmesi, çevre koruma gibi konularda önemlidir lakin bu konuda devletten maaş alıp görev yapan yeteri kadar memur var. Dolayısı ile bunlara zaman ayırmaya gerek yok. Herkes görevini yapsın. Cami görevlilerinin en önemli işi Müslümanların namazlarını kılması için Her 5 kişiden birinin namazını kılması Türkiye için utanç vericidir. Kimse dini konularda diğer ülkelerle bizi kıyaslayıp ahkâm kesmesin. Rezilliğin boyutları çok büyüktür…

Eğer bir insan namazlarını kılarsa imanını koruması ve güçlendirmesi mümkün olur. Bu konuda Bediüzzaman, Gençlik Rehberi isimli eserinde konuya çok güzel izahlar getiriyor.

Bir zaman kendisine hizmet ve arkadaşlık eden bir zat tarafından sual ediliyor: “Dünyanın altını üstüne getiren ve İslâm’ın da geleceği ile alakalı II. Dünya savaşını hiç sormuyorsun ve merak etmiyorsun. Hâlbuki bir kısım dindar ve âlim insanlar, cemaati ve camiyi bırakıp radyo dinlemeye koşuyorlar. Acaba bundan daha büyük bir hâdise mi var? Veya onunla meşgul olmanın zararı mı var?” dediler.

Bediüzzaman der ki: “Ömür sermayesi pek azdır; lüzumlu işler pek çoktur. Birbiri içinde içiçe geçmiş daireler gibi, her insanın kalb ve mide dairesinden ve ceset ve hane dairesinden,
mahalle ve şehir dairesinden ve vatan ve memleket dairesinden ve küre-i arz ve nev-i beşer dairesinden tut, hayat sahiplerinin dairesine kadar, birbiri içinde daireler var. Her bir dairede, her bir insanın bir nevi vazifesi bulunabilir. Fakat en küçük dairede en büyük ve ehemmiyetli ve daimi vazife var. Ve en büyük dairede en küçük ve muvakkat ara sıra vazife bulunabilir.
Bu kıyasla, küçüklük ve büyüklük ters orantılı vazifeler bulunabilir. Fakat büyük dairenin câzibedarlığı cihetiyle küçük dairedeki lüzumlu ve ehemmiyetli hizmeti bıraktırıp lüzumsuz, malayani ve afaki işlerle meşgul eder. Sermaye-i hayatını boş yerde imha eder. O kıymettar ömrünü kıymetsiz şeylerde öldürür. Ve bazen bu harp boğuşmalarını merakla takip eden,
bir tarafa kalben taraftar olur. Onun zulümlerini hoş görür, zulmüne şerik olur”.

Bu girişi yaptıktan sonra sorulara cevap vermeye başlar: “Birinci noktaya cevap ise:
Evet, bu Cihan Harbinden daha büyük bir hâdise ve bu zemin yüzündeki hâkimiyet-i amme (dünyaya hakim olma) davasından daha ehemmiyetli bir dâvâ, herkesin ve bilhassa Müslümanların başına öyle bir hâdise ve öyle bir dâvâ açılmış ki, her adam, eğer Alman ve İngiliz kadar kuvveti ve serveti olsa ve aklı da varsa, o tek davayı kazanmak için bilâtereddüt (tereddütsüz bir şekilde) sarf edecek”.

İşte, o dâvâ ise, yüz bin meşâhir-i insaniyenin (meşhur insanların) ve hadsiz nev-i beşerin yıldızları ve mürşitlerinin müttefikan, Kâinat Sahibinin ve Mutasarrıfının binler vaad ve ahdlerine istinaden haber verdikleri ve bir kısmı gözleriyle gördükleri şu ki: Herkesin, iman mukabilinde, bu zemin yüzü kadar bağlar ve kasırlarla müzeyyen ve bâki ve daimî bir tarla ve
mülkü kazanmak veya kaybetmek dâvâsı başına açılmış. Eğer iman vesikasını sağlam elde etmezse kaybedecek. Ve bu asırda, maddiyyunluk tâunuyla (materyalizm hastalığı nedeniyle)  çoklar o davasını kaybediyor.
Hattâ bir ehl-i keşif ve tahkik, bir yerde kırk vefiyattan yalnız birkaç tanesi
kazandığını sekeratta müşahede etmiş; ötekiler kaybetmişler

Acaba bu kaybettiği dâvânın yerini,
bütün dünya saltanatı o adama verilse doldurabilir mi

İşte o dâvâyı kazandıracak olan hizmetleri ve yüzde doksanına o dâvâyı kaybettirmeyen harika bir dâvâ vekilini o işte çalıştıran vazifeleri bırakıp, ebedî dünyada kalacak gibi âfâkî mâlâyaniyatla iştigal etmek tam bir akılsızlık bildiğimizden, biz Risale-i Nur şakirtleri,
herbirimizin yüz derece aklımız ziyade olsa da ancak bu vazifeye sarf etmek lâzımdır diye kanaatimiz var

O büyük dâvâyı yüzde doksanına kazandıran ve yirmi senede yirmi bin adama o dâvânın kazancının vesikası ve senedi ve beratı olan iman-ı tahkikîyi eline veren ve Kur’ân-ı Hakîmin mu’cize-i mâneviyesinden neş’et edip çıkan ve bu zamanın birinci bir dâvâ vekili bulunan Risale-i Nur’dur.

Bu on sekiz senedir benim düşmanlarım ve zındıklar ve maddiyyunlar, aleyhimde gayet gaddarâne desiselerle hükümetin bazı erkânlarını iğfal ederek bizi imha için bu defa gibi eskide dahi hapislere, zindanlara soktukları halde, Risale-i Nur’un çelik kal’asında yüz otuz parça cihazatından ancak iki-üç parçasına ilişebilmişler.

Demek avukat tutmak isteyen onu elde etse yeter.

Vehbi KARA

Recep YAZGANRecep YAZGAN