Analiz
Giriş Tarihi : 22-09-2018 09:20   Güncelleme : 22-09-2018 09:20

Eğitimi bilgi meselesi olarak değil, medeniyet ve inanç meselesi olarak görmek

Eğitimi bilgi meselesi olarak değil, medeniyet ve inanç meselesi olarak görmek

"Oğlum Behçet, ‘Sen bir medeniyetin iflası nedir, bilir misin?’ dedi. İnsan bozulur, insan kalmaz; bir medeniyet insanı insan yapan manevi kıymetler manzumesidir. Anlıyor musun şimdi derdin büyüklüğünü… Cahilsin, okur öğrenirsin. Gerisin, ilerlersin. Adam yok, yetiştirirsin, günün birinde meydana çıkıverir. Paran yok, kazanırsın. Her şeyin bir çaresi vardır. Fakat insan bozuldu mu, bunu çaresi yoktur…" Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Mahur Beste isimli eserinde bu söz meşhurdur.

Her ülke okullarında çocuğa önce kişilik eğitim, düzen destur, ahlak, saygı öğretir. Bilgi ve sınav sonra gelir. Değerleri kâğıt üzerinde öğretemiyorsunuz. “Otur ve beni dinle” modu ile “nasihat kültürü” ile de anlatamıyorsunuz. Söyleyenin önce yaşaması gerekiyor. Yaşamak, örnek olmak icap ediyor… Önce inan sonra inandır beni.

Bir önceki yazımda “Yeni Bakan (MEB) işe nereden başlamalı?” diye sormuştum. Öncelikle eğitimi BİLGİ düzleminden SAĞLAM BİR KİŞİLİK, MANEVİYAT VE HAYAT EĞİTİMİ düzlemine getirmekle işe başlamalı demiştim. Japonya örneğini vermiştim.

 İkinci Dünya harbinden sonra bizde olduğu gibi Japonya’da da eğitimin direksiyonuna Amerikalılar geçmişti. Olayı fark eden Japon aydınları, tüm mühendis ve öğretmenleri Maneviyat ve Ahlak eğitimi için kurslardan/hizmet içi eğitimden geçirdiler (Japon Maneviyat Eğitimi).

 JAPONYA gibi bizim de aynı süreci yaşamamız gerekiyor bir kere. Öncelikle sömürge düzeninin varlığını görmeliyiz.

Kültürü, ahlakı, insanlığı BİLGİ AKTARMAK ve SINAVLAR yolu ile öğretemediğimiz onlarca yıldır ispatlandı. YAŞAYARAK ÖĞRENME, ÖRNEK OLMA ve KEŞFE DAYALI öğrenme yolu açılmalı. Türkiye SINAVLAR ÜLKESİ olmaktan kurtarılmalı bir kere.

Merkezi sınavların eziciliği sürdükçe alınan tüm tedbirler çöpe gidecektir. Öncelikle sınavların şekli değişecek... İLKOKULLARDA İSE TAMAMEN KALKACAK...

 Dini ve kültürel derslerin okullarda sayıca artırılmasına rağmen beklenen etkinin görülmemesine şaşırıyorsunuz değil mi?

 “Bilgi aktarımı” yolu ile ne Matematiği nede Ahlaki değerleri ve dini öğretebiliyorsunuz. İlimden irfana giden yolun açılması; ‘bilginin’ zihinde çıktığı yolculukta ‘inanç’ halini alması, irfana dönüşmesi için belirli safhalardan geçmesi gerekiyor.

 Şu an eğitimdeki mevcut sistem, söyleme-anlatma (bilgi aktarımı) metoduna dayalı. Bu ise, bilimsel ispat ve anlama-kavrama metotlarından uzak bir anlayış. Hatta mevcut sistemdeki “şartlanma yolu” ile tepkisel eğitim, istenmeyen yan ürünleri ve olumsuzlukları beraberinde getiriyor.

PEKİ NEREDE HATA YAPIYORUZ?

Ahlaki ve dini değerler, yaşayarak öğrenme, örnek alma yolu ile kavranabilir. Önce, bu gerçeğin altını çizelim.

Bizim yanlışımız şu: Bilimsel olgunun bilgi-malumat boyutu dışındaki asıl boyutlarını dikkate almayışımız. Hâlbuki bilginin bilgi ve bilim-ilim boyutu dışında o bilginin/o olayın-olgunun hakikat, hikmet ve fıtrat yönü var. Bilginin “bilimsel” hale gelmesi onun kullanılması ve üretilmesi, hayata bakan yönü ile ilgilidir. İlimden irfana giden yol böylece açılıyor.

Fen dersleri ve felsefe dersleri eskiden ‘hikmet’ adı ile verilirdi. Aynı kıvam ve üslupta fen derslerini tekrar hayata geçirebiliriz. Fen derslerini seküler bilimin tanrılarının kürsüsü olmaktan kurtarmanın bir yolu bu.

İmam-ı Gazalî’nin dünyasında astronomi “marifetullah”a bir vesile idi. Ve astronomisiz marifetin eksik olduğunu söylemişti. Astronomi üzerine kitap kaleme almıştı. Bugün okullara astronomi seçmeli ders olarak konuldu ama marifet vesilesi ve bilim ufku kazandıracak bir değer arz etmiyor. Hatta hikmetten yoksun bir şekilde bilgi yığını halinde; bilgilerin reçete gibi sunuluyor. Adeta öğrenciyi bilimden soğutmak için özel olarak hazırlanmış gibi duruyor. Bu durum diğer fen ders kitaplarında da söz konusu… Bunlar ilimden irfana giden yolu açmadığı gibi; tersine yaratılış sebeplerini, kanun ve maddeyi yaratıcı yerine koyan bir anlayışla kaleme alınmışlar.

Bir çekirdeğin ağaç ve sonra da meyve halini alması gibi fikir de çıktığı yolculukta gerçek varlığa ve kimliğe kavuşur. Bediüzzaman’a göre mananın “asıl mana” halini alması için “mananın” yedi basamaklı bir yolculuğa çıkması gerekir. Mana önce zihne nüfuz edecek (anlama), akıl süzgecinden geçtikten sonra yolu vicdana uğrayacak. Vicdan onu su gibi içecek. Orada fikir çiçekleri açmaya başlayacak.

Fikir çıktığı yolculukta ilk önce hayalin elinde kalır. Bu safhadan sonra tasavvur adlı mertebede uğrayarak orada gerekli işlem ve dönüşümlerden geçer. Ama burada bir netlik kazanamaz. Bu yüzden fikirden nasiplenemez. Fikir burada fazla duramaz. Sonraki safhayı yaşamak üzere yola çıkar. Taakkul mertebesinde akıl fikri enine boyuna fikri tartmaya başlar. Akıl, fikrin olur ya da olmazlarına bakar. Akıl bu mertebede tarafsız kalır. Fikir böylece dördüncü mertebeye çıkmaya aday hale gelir. Fikir-bilgi dimağ fabrikasında süzüle süzüle yürüyüşünü sürdürdükçe gittikçe olgunlaşır. Dördüncü olarak “tasdik” makam ve mertebesine erişir. Akıl bu fikre taraftar olur ve sahiplenir. Fikir sonra kendisini “İz’an” mertebesinde bulur. “İz’an” fikrin benimsendiği beşinci makamdır. Fikrin sahibi daha önce kayıtsız iken şimdi fikre “benim” demeye başlar... “İltizam” denen altıncı mertebeden daha ileri gitmezse, fikir sahibi “taassupta” kalır. İşte birçok kişinin benim fikrim deyip tutucu davranarak herkesin kabul etmesini istediği ve de zorladığı mertebe bu aşamadır. Fikir, son makama (7. Derece) uğrayarak “asıl mana” eksiksik teşekkül eder, fikir bu son mertebede inanç halini alır.

Görüldüğü gibi fikir ham olarak hayalde yeşerdiği noktada yolculuğa çıkıyor ve yedinci istasyonda tam bir olgunlaşmış meyve ve tekamül etmiş faydalı bir ürün haline geliyor. Fikir her bir istasyonda ayrı bir şahsiyete bürünüyor. Bu durumda kaldığı istasyona göre ayrı hüküm giyer ve farklı bir kimlik kazanır.

Fikrin inanç haline geldiği bir eğitim ortamını hazırlayabiliyoruz muyuz? Öğretmeni bu anlayışa göre hazırlayabiliyor muyuz?

Mesele bu!..

Öğrenmeyi sığ malumatla yürütülecek bir etkinlik olmaktan çıkardığımızda; hakikatleri, kökleriyle öğrenmenin metotlarını vaz ettiğimizde öğrenilenler hayata geçmeye başlayacaktır.

Gelin, okullarda hakikatleri muhakeme ve temsiller yoluyla gözle görünür hale getirelim. Görünen ve görünmeyen âlemler arasında sağlam köprüler kuralım. Görünen âlem-i şehadeti görünmeyen âlem-i gaybın ekranlarına çevirelim. Fenleri imana merdiven yapalım.

Prof. Dr. Osman Çakmak / Diriliş Postası  

adminadmin