Köşe Yazıları
Giriş Tarihi : 16-03-2017 09:48   Güncelleme : 16-03-2017 09:48

Ehl-i sünnet vel-cemaat nedir?

Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat, Kur’an ve sünneti esas alan; Resulullah ve Ashabının dini anlama, açıklama ve yaşama biçimi ile bu yöntemden ayrılmayan anlayışlar bütünü ve Ehl-i Sünnet itikadını benimseyen İslam âlimlerinin takip ettiği yoldur.

Ehl-i sünnet vel-cemaat nedir?

Büyük devletler kurmuş olan Arap, Türk ve Hint devletleri Ehl-i Sünnet prensipleri içerisinde kalarak hareket ettiği için bugün Müslümanların kahır ekseriyeti Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat inancına sahiptir. Bu nedenle başlangıçta salâbetli olduğu halde azınlık görüşlere dayandığı için oldukça farklı bir yola girmiş Şia düşüncesi, zaman içerisinde bozulmalara uğramış ve bir kısmı dinin tamamen dışına çıkarak kendilerine Rafızi (terk edenler) denilmesine yol açmışlardır.

Burada Şiilikten kastedilen; İmamiye fırkasıdır olup bu fırkayı Sünnilikle eşdeğer tutmak doğru değildir. Hem itikadî hem de ameli açıdan bu hususa dikkat etmeli; Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaati incitecek davranışlardan kaçınılmalıdır. Zaten Şiilikteki İmamiye mezhebi de bu eşitlenmeyi kabul etmez ve yeni tartışmalara yol açması muhtemeldir.

Müslümanların birliğini ve ittihadını temin etmek için dışlayıcı, ayrıştırıcı ve ötekileştirici bir dil kullanmak çok sakıncalıdır. İslam’a, Kur’an’a ve Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat’e yöneltilen haksız ve temelsiz eleştirilere ikna edici bir üslupla cevap vermek gerekliği vardır. Siyasi veya başka maksatlarla söylenilen sözler yerine bu konuda hayatını İslam’a adamış âlimlere ve eserlerine müracaat edilmelidir.

Dini konularla ilgili özellikle siyasi demeç ve konuşmalarda son derece titiz olunmak zorunluluğu vardır. Kur’an ve hadislerin ölçüsüne uyarak toplum üzerinde, inanç ve davranışlarında ölçülü ve dengeli olmaya gayret edilmelidir.

Özellikle İslam medeniyetinin inşasında önemli rol oynayan tasavvuf ve tarikatlara yapılan yersiz tenkitleri son derece zararlıdır. Bunların içerisinde olumsuz birkaç tanesini nazara verip hepsine birden karşı tavır geliştirenler; yapmış oldukları fenalığın büyüklüğü karşısında kendilerini sonsuz hayatta mesul edeceğini düşünerek, dikkat etmelidirler. “Kötü emsal olmaz” demiş atalarımız. Yüzlerce iyiliği olan bir topluluğun bir noktadaki kusuru nedeniyle toptan reddetmek, akıl karı bir iş değildir.

İslam toplumuna ait İslamî kavramların bazı kişi ve topluluklarca inhisar altına alınması ya da yanlış şekillerde kullanılmasına karşı çıkmanın da lüzumu vardır. İslam’a hizmet eden grupların maksat ve esaslarda ittifak etmeleri şartıyla yöntemlerde farklı usulleri benimsemeleri yadırganmamalı, normal karşılanmalıdır. Zira tornadan çıkmış gibi herkesin aynı usulleri benimsemesi taklitçilik hastalığının doğmasına neden olup gelişme ve inkişafı bozan bir mahiyete dönüşür.

İslamî meselelerin kırıcı ve aşağılayıcı bir üslup ile tartışılması, Müslümanların birliği ve toplumsal barış açısından son derece sakıncalıdır. Kuran tabiri ile kavli leyyinle muamele edilmeli yani yumuşak söz ve davranışlarla konuşmalar yapılmalıdır. Cemaat, tarikat ve farklı anlayışlara yönelik tenkitlerde husumete yol açıcı bir dil veya İslami ilimlere ait temelden yoksun değerlendirmelerden kaçınılmalıdır. Her türlü ön yargı ve tarafgirlik bir tarafa bırakılarak hakikati araştırma ruhu esas alınmalıdır.

Duyumlara veya bireysel uygulamalara bakılarak düşünceleri yargılamak yerine Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat dairesi içinde olmak şartıyla; kimden ve nereden olursa olsun güzel hasletlerinden istifade etmeye çalışmak esastır.

Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat dairesini anlamak için “sevad-ı azam” kavramı üzerinde yoğunlaşmak gereklidir. Özellikle dini konularda kafası karışmış olanlar bu noktaya nazar ettikleri takdirde; halen yaşamış oldukları birçok problemin altından kolaylıkla kurtulmaları mümkündür.

Sevad-ı azam, kelime olarak, "sevvede" fiilinden türetilmiştir. Bitki ve ağaç topluluğu, büyük karaltı, kahir ekseriyet, bütünün büyük parçası gibi anlamlara gelmektedir. Kısaca “çoğunluk” anlamında kullanılmaktadır. Burada kavram kargaşasına girmeden genel manasının anlaşılması yeterli olacaktır.

İslam terminolojisinde çok önemli bir kelime olmasına rağmen nedense üzerinde yeterince durulmamaktadır. Çünkü ötekileştirici, tekfirci ve fena fikirler o kadar çok yaygındır ki; fitne çıkarmak isteyenler bu sözden Şeytan görmüşçesine kaçmaktadırlar. Hâlbuki günümüzdeki birçok sorunun çözülmesinde sevad-ı azam hükümlerine müracaat edilse problemler pek kolay bir şekilde çözüme kavuşacaktır. Bakın sevad-ı azam konusunda neler söylenmiş?

Peygamberimiz’in (asm) “Ümmetim dalâlet üzere toplanmaz. Öyle ise sizlere ihtilâf çıktığı zaman Sevad-ı Azamı iltizam ediniz” mealinde hadisleri vardır.

Bediüzzaman Said Nursi, eserlerinde defalarca bu hususa dikkat çekerek; ''Sevâd-ı âzama ittibâ edilmeli. Ekseriyete ve sevâd-ı âzama dayandığı zaman, lâkayt Emevîlik, en nihayet Ehl-i Sünnet cemaatine girdi. Adetçe ekalliyette kalan salâbetli Alevîlik, en nihayet az bir kısmı Râfızîliğe dayandı.'' ( Hutbe-i Şamiye) demektedir.

İbn-i Hacer gibi büyük âlimler sevâd-ı azamı “hak ve istikamet üzere giden ümmetin ekseriyeti” olduğunu belirtmiş Celâleddin-i Suyûtî de sevad-ı azamı “doğru yolda gitmek üzere birleşen ümmetin ekseriyeti” şeklinde izah etmiştir. 

Bu durumda ümmetin ekseriyetinin “Ehl-i hak ve istikamet üzere olan samimî dindar Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim Peygamberimiz (asm) “Fitne zamanında ümmetimin ekseriyetine tâbi olun. Allah ümmetimin ekseriyetini dalâlet üzere toplamaz” hadisi de bunu teyit etmektedir.

Sevad-ı Azam, toplumun çoğunluğunun tabi olduğu inanç ve hayat standardıdır. Bu sebeple siyasî tercih ve temayül olarak da değerlendirilmelidir. Bunu sadece iktisadi hükümlere bina etmek büyük haksızlıktır. Bu kavram yıllarca sadece bu temelde değerlendirilip yanlış olarak ifade edilmiş bazı müfrit siyasetçiler siyasi maksatlar yüzünden insanları aldatmaya çalışmışlardır.

Sevad-ı azam dışında, özel içtihatlar ve kanaatler umumileştirilemez, sadece serbest bırakılır. O düşünceye sahip kişilerin insafına terk edilir. Cadde-i Kübrâ, yani ümmetin ekseriyetinin istifade ettiği bu büyük cadde, sadece bir âlim şahsın fikir ve düşüncesiyle tahakkuk edemez. Ancak o zamanda yaşayan ve ümmetin kıvamını teşkil eden ulemanın ekseriyetinin itibar ettiği ve kabul ettiği fikir, yol ve tarz, umum ümmete dayanak noktası olur. ''Bir fikre davet cumhur-u ulemanın kabulüne vabestedir (gerektirir). Yoksa davet bid'attır, reddedilir” denilmiştir.

Bir nehri dar bir dereye sevk edemezsiniz. Fakat dar dereler ve çaylar, nehrin yatağından rahatlıkla akabilir. Dolayısıyla umum ümmetin gidebileceği yollar, ekser müçtehitlerin ve Cumhur-u Ulemanın tensip ettiği büyük yoldur. Koca ümmeti dereler gibi dar olan şahısların içtihatlarına zorlamak, ihtilâfların ve mücadelelerin tohumlarını atmak demektir. İşte günümüzde yaşanan birçok problemin kaynağı budur. Din nâmına yapılmak istenen özel ve kasıtlı içtihatlara, ümmetin zorlanması uygun görülemez.

Velhâsıl, Ehli Sünnet vel cemaati bir mezhep olarak ele alıp değerlendirmek doğru değildir. Hz. Peygamber’in (asm) sahabe nesline sözlü ve ameli olarak öğrettiği dine, tarza ve sahabenin naklettiği Sünnet’e bağlı kalmaktır.

Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat içi mezheplerden bahsedebilir elbette. Zaten bu mezhepler arasında herhangi bir kavga ve çekişme yoktur. Hanefi, Hanbeli, Maliki ve Şafi mezhebinden olanlar zor durumda kaldıklarında bir diğer mezhebin görüşüne göre hareket edip ibadetlerini yapabilirler. “İslam kolaylık dinidir” denilmesinin mühim bir nedeni de budur, vesselam…

Vehbi KARA

 

adminadmin