Kültür
Giriş Tarihi : 01-12-2019 09:00   Güncelleme : 01-12-2019 09:11

Ehlibeytin Anlam Ve Değeri

Ehlibeytin Anlam Ve Değeri

Bireysel ve toplumsal alanda yaşanacak değişimler için bunlara yön verip referans olacak kavramların üretilmesi oldukça önemli bir husustur. Bu durum yeni bir din, yeni bir kültür ve yaşayış tarzı, kısaca kendi bütünlüğü içerisinde yeni bir medeniyeti ifade eden İslam açısından da geçerlidir. Hz. Peygamber dönemi toplumsal değişiminin yapı taşları diyebileceğimiz tevhit, nübüvvet, vahiy, eşitlik, adalet, hak, kardeşlik ve cihat gibi ve daha birçok örneğini sayabileceğimiz bu kavramların en önemli özelliği, anlam alanı ve sınırının bizzat Allah Resulü (s.a.s.) tarafından çizilmiş olmasıdır. Hz. Peygamber’in vefatından sonra cereyan eden olaylar ve bu esnada ortaya çıkan kavramlar ile bunlara bağlı ayrışmalar göz önüne alındığı takdirde bu özelliğin ne kadar önemli olduğu çok açık bir şekilde görülecektir. İşte Hz. Peygamber sonrası süreçte anlam ve algı değişimine uğrayarak farklılaşan bir kavram da ehlibeyt olmuştur.

Ehlibeyt denildiği zaman her Müslümanın zihninde oluşan çerçeve “Hz. Peygamber’in ailesi” anlamıdır. Bu anlayış herhangi bir fark gözetmeksizin tüm Müslümanların genel anlamda kabul ettiği bir çerçeve ve belki de en doğru tanımlamadır. Hz. Peygamber’in irtihaliyle başlayan süreçte ise ehlibeyt tabirinden anlaşılan şey kim ve ne olduğu farklılaşmaya başlamış ve bu farklılaşma Hz. Ali’nin şehit edilmesi, Hz. Hasan’ın halifelikten çekilmesi ve en son olarak da Hz. Hüseyin’in şehit edilmesiyle çok farklı bir anlam ve yapıya bürünmüştür. Bu görüntüsüyle İslam toplumunda yeni bir itikadi ekolü (Şia) ortaya çıkarırken yine yıllar boyunca İslam toplumu içerisinde birçok fikrî, siyasi ve dinî tartışmaların nedeni olmuştur.
Ehlibeyt tabiri Arap dili içerisinde “ev halkı, hane halkı” anlamında her dönemde kullanılagelmiştir. Kelime anlamı itibarıyla evde oturanları ve evde bulunanları ifade eden bu tabir bir kişiye atfedildiği zaman o kişinin eşini (veya eşlerini) çocuklarını ve yakın akrabalarından olan tüm erkek ve kadınları içerisine aldığı kabul edilmektedir. (İbn Manzur, Lisânü’l-Arab, Beyrut, 1300 h, XI/29.) Her dönemde kullanılan bu kelime anlamının yanı sıra tabire kavram olarak daha farklı anlamlar yüklenmiştir. Cahiliye döneminde Mekke’de yaşayan Kureyş kabilesinin Kâbe’yi “Beyt”, kendilerini de ehlibeyt olarak isimlendirdikleri, her yıl Kâbe’ye hac için gelen ziyaretçilerin ihtiyaçlarının karşılanmasını kutsal bir görev olarak kabul ettikleri ve bunu bir şeref vesilesi saydıkları bildirilmektedir. Kâbe’deki bu görevleri elinde bulunduran Haşim b. Abdimenâf hac mevsimi yaklaştığında Kureyş’e: “Ey Kureyş topluluğu, siz Allah’ın komşuları ve ehlibeytisiniz. Allah’ın ziyaretçileri bu mevsimde size gelecekler... Onlar Allah’ın misafirleridir ve ikrama en layık olan ziyaretçilerdir.” diye hitap ettiğini görüyoruz. (İbn Hişam, es-Siratü’n-Nebeviyye, Thk: Mecdi Fethi es-Seyyid, Tanta, 1995, I/183.)
Düşünce ve pratikte değer ve algıların büyük değişikliğe uğradığı Hz. Peygamber döneminde ise tabirin kelime anlamında kullanımının devam ettiği görülmektedir. Bu çerçevede tabir gerek Hz. Peygamber’in eşleri ve ailesi için gerekse diğer insanların eş ve aileleri için kullanılmıştır. Bu dönemde gerek dinî anlamda gerekse sosyal anlamda kendisine özel bir yer ve anlam yüklenmiş bir ehlibeyt olgusundan bahsetmek mümkün değildir. Bu dönemde tek söz sahibi ve otorite Hz. Peygamber’dir. Onun haricinde hiçbir Müslüman dinde farklı bir otorite arayışına girmemiştir. Zaten bu mümkün de değildir. Zira vahyin inmeye devam ettiği bu dönemde onları tebliğ eden, yorumlayan ve pratiğe aktaran tek makam o idi.
Hz. Peygamber sonrası dönemde bu görüntünün büyük ölçüde devam ettiği görülmektedir. Ancak bu genel görüntüye rağmen özellikle hilafet problemi çerçevesinde ortaya çıkan tartışmalara bağlı olarak giderek farklılaşan, anlam kayması yaşayan bir ehlibeyt ortaya çıkmıştır. Özellikle hilafet konusundaki farklı düşünceler bu dönemde herhangi bir mücadeleye yol açmazken, daha sonra gelişen ve genişleyen tartışmalar içerisinde referans olarak kullanılmış, bu süreçte ortaya çıkan gruplar kendi görüş ve düşüncelerini desteklemek adına bu olayları olduğundan farklı göstererek büyük bir problem gibi algılanmasına neden olmuşlardır. Bilindiği üzere Hz. Peygamber’in inşa ettiği İslam toplumunda kavram ve ilkeler vahiyle ve Hz. Peygamber’in uygulamalarıyla şekillenmiştir. Bu nedenle tam ve doğru bir tanımlama için kavrama öncelikle Kur’an ve hadis merkezli bakmak gerekecektir. Kur’an-ı Kerim’de üç yerde geçen ehlibeyt tabiri bize bu noktada nasıl düşünmemiz ve nasıl bakmamız gerektiğinin temellerini vermektedir. Bu ayetlerin birincisi Hz. İbrahim (a.s.) kıssasında geçmektedir. Hz. İbrahim’in hanımına seslenen melekler ona: “Melekler, ‘Allah’ın emrine mi şaşıyorsun? Allah’ın rahmeti ve bereketi size olsun ey (peygamber ocağının) ev halkı (ehlibeyti)! Şüphesiz O övülmeye layıktır, şanı yücedir.’ dediler.” (Hud, 11/73.) İkinci geçtiği yer ise Hz. Musa (a.s.) kıssasında onun annesi için kullanılan bir tabir olmuştur. “Biz, daha önce onun, sütanalarının sütünü emmemesini sağladık. Kız kardeşi, ‘Size onun bakımını, sizin adınıza üslenecek ve ona içtenlik ve şefkatle davranacak bir aile (ehlibeyt) göstereyim mi?’ dedi.” (Kasas, 28/12.) Üçüncü ve son ayet ise kavramsal açıdan bize daha net bilgiler vermektedir. Hz. Peygamber’in hanımlarını muhatap alan Ahzab suresindeki bu ayette Allah onlara: “Evlerinizde oturun. Önceki cahiliye dönemi kadınlarının açılıp saçıldığı gibi siz de açılıp saçılmayın. Namazı kılın, zekâtı verin. Allah’a ve Resulüne itaat edin. Ey Peygamberin ev halkı (ehlibeyti)! Allah sizden ancak günah kirini gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor..” (Ahzab, 33/33.) şeklinde hitap etmektedir. Bütün müfessirlerin kabul ettiği görüşe göre bu ayetler ehlibeyt kavramı içerisine öncelikle kişinin hanımlarının gireceğine delalet etmektedir. Son ayet ise Hz. Peygamber’in hanımlarının bu tanımlamada yer aldığının en açık ifadesi olmaktadır.
Hadislerde ise Kur’an’daki bu çerçeveye Hz. Peygamber tarafından bazı kişilerin dâhil edildiğini görürüz. Bu konudaki rivayetlerin Ümmü Seleme’den nakledilen şekli şöyledir: “Fatıma bir gün elinde bir tabak ile Resulüllah’ın yanına girdi. Resulüllah ona: ‘Amcam oğlu nerede?’ diye sordu. Fatıma evde olduğunu söyleyince, ‘Onu ve iki oğlunu çağır.’ dedi. Onlar gelince Resulüllah Hasan ve Hüseyin’i kucağına, Ali’yi sağına Fatıma’yı soluna oturttu. Sonra onları örtüye sararak sol eliyle örtünün uçlarını tuttu ve sağ elini yukarıya kaldırarak: ‘Allah’ım... Ehlibeyt... Onlardan her türlü noksanlığı gider ve onları tertemiz kıl.’ diye dua etti.” (Taberî, Tefsîru’t-Taberî, Kahire, 1954, XXII/6,7; Ayrıca bkz: İbn Hanbel, Müsned, VI /296; VI/304 ve 305.) Hz. Peygamber eşleri için inen, onların fazilet ve değerini ortaya koyan bu ayet çerçevesine çok sevdiği kızı, damadı ve torunlarının da girmesini istemiş ve Murad-ı İlahi’den hisse almaları için ayeti onlar üzerine okuyarak dua etmiştir.
Kavrama Kur’an merkezli baktığımızda çerçevenin sadece Hz. Peygamber’in eşlerini kapsadığını görürüz. Hadis rivayetleri ve kelime anlamıyla bu çerçeve biraz daha genişlemiş ve Hz. Peygamber’in eşlerinin yanı sıra çocukları, torunları ve damadı Hz. Ali de çerçeveye dâhil olmuştur. Ehlisünnet genel anlamda bu görüşü kabul ederken Şia ise ehlibeyti sadece Hz. Muhammed (s.a.s.),
Hz. Ali, Hz. Fatıma, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’den ibaret görmüş ve Peygamber Efendimizin eşlerini buna dâhil etmemiştir. Bazı görüş sahipleri de “ehl” ve “âl” kelimesinden hareketle tüm Muhammed ümmetinin ehlibeyt olduğunu kabul ederek çerçeveyi en geniş şekline taşımışlardır. (Geniş bilgi için bkz.: M. Bahaüddin Varol, İslam Düşüncesi ve Tarihinde Ehlibeyt, TDV. yay. 2018. s.43-103.)
Hz. Peygamber’in yakınları olup hayatı boyunca ona hizmet ederek, her türlü sıkıntı ve zorluğa göğüs geren, bu noktada diğer Müslümanlara örnek olarak yol gösteren ehlibeyt, Hz. Peygamber’in dostları olan ashaptan başlamak suretiyle günümüze kadar olan süreçte tüm Müslümanların saf, temiz ve samimi olarak sevgi besleyip saygı gösterdikleri, her zaman için hayırla yâd ettikleri kimseler olmuşlardır. Mesela Hz. Ebubekir’in: “Ey insanlar Hz. Muhammed’e olan hürmetinizi onun ehlibeyti hususunda da muhafaza ediniz.” (Zebîdî, Sahihi Buhari Muhtasarı Tecridi Sarih Tercümesi ve Şerhi, Terc: Kamil Miras, Ank. 1986, IX/363.) “Allah’a yemin olsun ki Resulüllah’ın akrabaları benim nazarımda kendi akrabalarımdan daha sevimli ve üstündür.” (Buhari, Fedâilü’s-Sahâbe, 12, 22.) şeklindeki ifadeleri bir Müslümanın ehlibeyte nasıl bakması gerektiğini belirleyen ilkeler mahiyetindedir. İlk örneklerini ve en doğru şeklini ashapta gördüğümüz ehlibeyte sevgi ve saygının temelinde yatan unsur Hz. Peygamber sevgisidir. Hz. Peygamber sevgisinin temelleri ise Kur’an ve sünnettedir.
Hz. Peygamber bir müminin imanının tadına varabilmesini, onun kendisine tesirini hissedebilmesini “Allah ve Resulünün sevgisinin her şeyden daha fazla.” (Buhari, İman, 9,14; Müslim, İman, 66,67. Buhari, İman, 7,8.) olmasına bağlamıştır. Yine onun; “Sizden biriniz beni kendi babasından, çocuklarından ve diğer tüm insanlardan daha çok sevmedikçe tam iman etmiş sayılmaz.” (Buhari, İman, 7,8.) şeklindeki ifadesi bu sevginin gerekliliğini ortaya koymaktadır. Diğer taraftan Resulüllah kendisinden sonra Müslümanlara iki emanet bıraktığını beyan ettiği rivayette bunların birincisi olarak Kur’an’ı işaret etmiş ve kıyamete kadar sapıtmamaları için kendisine sarılmaları gereken şey olarak sunmuş, ikincisi olarak da ehlibeytini emanet etmiş ve üç defa “Ehlibeytim hususunda size Allah’ı hatırlatırım.” diyerek kendisinden sonra eşlerinin hakları ve saygınlıklarının korunması hususunda Müslümanların dikkatlerini çekmiştir. (Müslim, Fedâilü’s-Sahâbe, 36.)
Ashabın ehlibeyte karşı gösterdiği sevgi Hz. Peygamber’e gösterilen bu sevginin bir yansıması şeklindedir. Ehlibeyte sevginin kaynağı burasıdır. Hz. Muhammed’i (s.a.s.) peygamber olarak kabul eden bir Müslümanın onun ehlibeytini sevmesi ve saygı göstermesi için başka bir sebep aramaya gerek yoktur. İslam toplumunda ilk günden itibaren ehlibeyte duyulan büyük sevgi ve saygı her dönem ve coğrafyada hiç değişmeden var olagelmiş bir unsurdur. Ehlibeyt sevgisinin sınırını ve nasıl olması gerektiğini belirlemek günümüz Müslümanı açısından önemlidir. Zira İslam’ın ilk dönemlerinden itibaren ehlibeyte karşı samimi, saf ve karşılıksız sevgiler farklı düşüncelere sahip insanlar tarafından istismar edilmiş ve kullanılmıştır. Bunun birçok örneklerini İslam tarihinin her döneminde olduğu gibi günümüzde de görmek mümkündür. Öyle ise ehlibeyt sevgisinin neden ve nasıllığı bilindiği takdirde bu yanlış görüntülere kapılar kapanacaktır.
Sonuç olarak ifade etmek gerekirse ehlibeyt Hz. Peygamber’in yakınları olduğu için ona hizmetleri ve onun terbiyesi altında bulunmuş olmaları sebebiyle sevilmeli, sayılmalı ve faziletleri kabul edilmelidir. Daha sonra gelen ve günümüze kadar uzanan çizgideki ehlibeyt nesline karşı ise imanı ve imanının yaşantısındaki görünümü çerçevesinde muamele edilmeli, sevgi ve düşmanlıkta aşırı gidilmemeli, bir Müslümana karşı nasıl hareket edilmesi gerekiyorsa öyle hareket edilmelidir. Amaç İslam’ın makul ve mantıklı çizgisini bu konuda da görmek ve göstermek, istismara ve istismarcılara kapıyı kapamaktır.

Prof. Dr. M. Bahaüddin Varol / Diyanet Dergisi
 

 

adminadmin