Köşe Yazıları
Giriş Tarihi : 12-04-2012 18:41   Güncelleme : 12-04-2012 18:41

Fallmerayer ve Trabzon İmparatorluğu Tarihi

     -185 yıl sonra nihayet Türkçede-     Şehir tarihlerine ilişkin yazılmış eserler arasında mukayeseli bir çalışma yapılmış mıdır bilmem ama bildiğim o ki, bizim tarihî şehirlerimiz kadar zengin tarih, kültür, sanat ve mimarîye rağmen yazılan eser bakımından bu kadar kısır bir ülke yoktur

Fallmerayer ve Trabzon İmparatorluğu Tarihi
     -185 yıl sonra nihayet Türkçede-    

Şehir tarihlerine ilişkin yazılmış eserler arasında mukayeseli bir çalışma yapılmış mıdır bilmem ama bildiğim o ki, bizim tarihî şehirlerimiz kadar zengin tarih, kültür, sanat ve mimarîye rağmen yazılan eser bakımından bu kadar kısır bir ülke yoktur. “Şehir” dendiğinde aklımıza Farabî’nin “Medinet-ül Fazılası” ile Tanpınar’ın “Beş Şehir”inden başka bir eser gelmiyor. Son yıllarda Turgut Cansever’in kitapları da olmasa şehirlerimize ilişkin muhtevasıyla hatırlayabileceğimiz eserlerimiz maalesef yok. Kadîm yerleşimlere, şehirlere mekân olmuş coğrafyamız ne yazık ki bu kısırlığı hak etmeyen bir talihsizliğe sahip. Şehirler, yaşanabilirliği ve geçirdiği medeniyet dönemleri kadar, yazılabilirliğiyle de kendisini sonraki zamanlara ve nesillere aktarırlar.
 
Medeniyetlerin tecelligâhı olan şehirler, bütünüyle ait oldukları medeniyetin rengini, koku-sunu, iklimini taşırlar. Yazılmayan şehir yaşanmayan şehir gibidir. Yaşanan şehirler de mutla-ka yazılmaya muhtaç, yazılmayı bekleyen sayfalar olarak ilgililerini bekleyen şehirlerdir.
 
Bu anlamda Trabzon, Mekke, Medine, Kudüs, Roma ve İstanbul’dan sonra hakkında en fazla kitap yazılmış şehirlerden birisidir. Bu eserler de ne yazık ki yerlilerin değil, yabancı seyyah, tarihçi, mimar, filolog ve oryantalistlerin yazdıklarıdır. Hakkında yazılan ilk eserin M.Ö. 300’lerde kaleme alındığı göz önüne alındığında, 4500 yıllık sözlü, 2300 yıllık da yazılı tarih ve bilgi birikimi olan bir şehrin ‘yerliler’ince ciddi eserler ortaya konulmadığı bir yana, yazılan bunca eser de Türkçeye çevrilmemiştir ne yazık ki.
 
Bugün hamasetle hayata tutunmaya çalışan, ısrarla enerjisini toprağa vermeğe, insanının sesini ve heyecanını stadyumlarda tüketmeye mahkûm edilen bir şehrin insan, kültür, sanat  envanteri giderek kısırlaşmıştır desek “dile getirilmeyen” bir doğrunun altını çizmiş oluruz.
 
Yazımızda söz konusu ettiğimiz Fallmerayer’in “Trabzon İmparatorluğu Tarihi”, hakkında önemli eserler yazılan Trabzon’un tarihî bir dönemine ışık tutar mahiyette bir eser. Alman filolog Jakob Philipp Fallmerayer’in 1827’de Münih’te basılan bu eseri yazılışından 185 yıl sonra, Türkçeye çevrilişinden de 66 yıl sonra (1946) nihayet Türk Tarih Kurumu’nca güzel bir baskı ile geçtiğimiz aylarda yayınlandı. Almanya’da yayınlandıktan sonra Kopenhag ‘daki Da-nimarka Kraliyet Akademisi tarafından da altın madalya ile taltif edilmiş olan bu eserden (çok özel ilgililer hariç) ne yazık ki, yaklaşık 200 sene sonra haberdar olabiliyoruz.
 
Türk Tarihi Kurumu eski Başkanı Prof. Dr. Ali Birinci’nin iradesi, Trabzon’la ilgili önemli eserlerin sahibi İsmail Hacıfettahoğlu’nun ile Doç. Dr. Celalettin Yavuz tarafından Almanca aslından yeniden gözden geçirilerek, Doç. Dr. İbrahim Tellioğlu’nun raportörlüğünde yayına hazırlanan “Trabzon İmparatorluğu Tarihi”, Ahmet Cevat Eren’in 1946’daki çevirisinin yeniden gözden geçirilmesiyle Trabzon Tarihi’ne dair kitaplar arasında yerini nihayet aldı.
 
Aslında kitabın tercüme nüshaları 66 yıl niçin TTK kütüphanesinde bekletildi bilemiyoruz. Ama kitabın son on yıllık  yayın serüveni de tam bir yılan hikayesi…
 
İsmail Bey’in 2001 yılında yeniden gözden geçirilip Trabzon Belediyesi tarafından yayınlan-ması talebi önce sözlü olarak kabul edilmesine rağmen yazılı müracaattan bir hafta sonra Türk Tarih Kurumu’nun o zamanki Başkanı Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu imzasıyla “Bu eserlerin tercümeleri Türk Tarihi Kurumu tarafından yayınlanmak üzere yaptırıldığı için başka bir ku-rum tarafından yayınlanması mümkün değildir.” cevabı veriliyor.
 
Daha sonra 2008 yılında gene İsmail Hacıfettahoğlu’nun bu kez Prof. Dr. Ali Birinci’nin baş-kanlığındaki Türk Tarih Kurumu’na aynı taleple müracaatının karşılık bulmasıyla bu önemli eser ortaya çıkarılabildi.
 
Şu gerçeğin altını çizelim ki; TTK eski başkanı Prof. Birinci olmasaydı bu eser hiçbir zaman yayınlanmayacaktı. Onun için başta Trabzon’un ve şehir tarihiyle ilgilenenlerin Ali Hocaya teşekkür borçları var.
 
Kitabın yazarı Fallmerayer ile ilgili bilgiler kitabın girişinde A.Cevat Eren tarafından veriliyor. Birçok şark dilini bilen ve ilk defa 1832 yılında İstanbul’a gelen Fallmerayer “Türkçeyi kuca-ğında bir çocuk gibi beslediği”ni söyler.
 
Fallmerayer 1840 yılı Haziran’ında deniz yoluyla Trabzon’a gelir.  A. Cevat Emre’nin cümlele-riyle: “1840 yılının Haziran ayında Regensburg’dan Tuna yoluyla Karadeniz’e çıktı. Buradan kendisinin ‘Cennet’ diye tabir ettiği Trabzon’a geldi. 15 yıl evvel kudretli kalemiyle tasvir ettiği Trabzon’u iki ay gezdi. Eski kralların ve yeni fatihlerin tarihi eserlerini buldu. Fallmerayer bu seyahatinden avdet ettikten sonra (1843-1844), Münih Akademisi risalelerinde neşriyatta bulundu.  Trabzon ve havalisi hakkında bu neşriyat henüz bizde bilinmemektedir. Hepsi birer tetkik mevzuu olan bu eserin incelenmesine şiddetle lüzum vardır.”
 
Fallmerayer 1847’de çok sevdiği Trabzon’a tekrar gelir. Sultan Abdulmecid kendisine iltifat eder ve padişah tuğralı bir “şeref beratı” verir.
 
Kendisine verilen orijinal beratın metni şöyledir:
 
“Nişân-ı şerîf-i âlî-şân-ı sâmî-i mekân-ı sultânî ve tuğra-yı garrâ-yı hakanî nefeze bi-avni’r-Rabbânî hükmü oldur ki;
Bavyera Üniversitesi mu’allimlarinden olub li-ecli’s-seyâha Dersaadet’ime gelmiş olan işbu râfi’-i refî’-i tevkî’-i âlî-şân-ı hakanî Mösyö Fallmerayer -zîdet hürmetuhu- Ashâb-ı hüner ve ma’rifet ve erbâb-ı dirâyet ve kiyâsetden olmağla ve bu makûle ma’ârif-mendânın taltîf ve tatyîbi şi’âr-ı memdûha-i ma’ârif-perverî iktizâsından bulunduğuna binâ’en Mücerred nişâne-i mevâlât olmak üzere taraf-ı müstecmi’u’l-mecd ve’ş-şeref-i şehriyârânemden bir kıt’a nişân-ı zî-şân verilmiş olmağın işbu berât-ı Mekârim-semât-ı şehriyârânem dahi tasdîr ve i’tâ kılındı, tahrîren fî evâsıt-ı şehr-i Cemâdiyelûlâ sene erba’a ve sittîn ve mi’eteyn ve elf , be-makâm-ı Kostantiniyye’l-mahrûse [h. 11-20 Cemaziyelevvel 1264 = m. 16-25 Nisan 1848]”
 
Günümüz Türkçesiyle sadeleştirilmiş şekli:
“Padişah emri şudur ki,
 
Bavyera Üniversitesi hocalarından olup seyahat amacıyla İstanbul’a gelmiş bulunan ve kendisine tarafımızdan bu belge verilmiş olan, saygınlığının artmasını dilediğimiz Mösyö Fallmerayer, marifetli, yetenekli ve zeki bir insan olduğu ve onun gibi irfan sahibi kişileri ödüllendirmek adetimiz bulunduğu için, dostluk hislerimizin bir göstergesi olarak ulu ve şerefli katımızdan kendisine bir nişan verilmiş ve yüce işaretlerle süslü bu berat takdim edilmiştir.
 
1264 yılı Cemaziyelevvel ayı ortaları“
 
19. yy. Osmanlı dünyasında sultan Abdulmecid Fallmerayer’i tanıyor, takdir ediyor ama bugünün bırakın ilgili devlet kurumları, üniversiteler ve tarih-kültür çevrelerini, Trabzon’lu kültür-sanat adamlarının Fallmerayer’den haberi yok! Bu utanç, bu ayıp bize yeter!
 
Konumuz Trabzon’un tarihi değil söz konusu ettiğimiz kitabın tanıtımı olduğu için, burada sadece Fallmerayer’in Trabzon’un en eski dönemlerine dair ciddi iddialarından bir cümle ile yetinelim: “…Şehrin en eski hali gibi konumu hakkında da bilinmeyen hususlar çoktur. Trabzon, eski dünyanın pek az ziyaret edilen saklı bir bölgesinde, dalgalı denizlerle sarp dağların arasında kurulmuştur. Eski zamanın büyük fatihlerinin eline geçmediğinden dolayı tarihçilerin de kalemine düşmemiştir. Vaktiyle Asya ve Libya’yı zapt etmek için Bactra, Babil, Ninova, Ecbatana ve Persepolis’ten hareket eden cihangir ordular hiçbir zaman Trabzonluların kutlu kentine giremediler. Muharip kavimlerle meskûn, geçilmez ormanlı boğazlar Trabzon’u arkada uzanan Asya’dan ayırmakta, korkunç Kafkasya ve haşin Karadeniz, tabiatın seçtiği bu bahtiyarlık ve sessizlik diyarını kuşatmaktaydı…”
 
Trabzon’un M.Ö. 2000’lere kadar uzanan tarihi derinliği  ilk defa Fallmerayer tarafından ifade edilmiştir. Bu tarihi ile birlikte özellikle Trabzon’un Komnenler dönemini ayrıntılarıyla anlatan eserin önsözünde Fallmerayer, “Trabzon halkının tarihinde çok takdir edilen Roma saltanatının en son eserini tanımlıyoruz” diyor ve şu önemli tesbitleri yapıyor: “Trabzon tarihinin önemli dönüm noktaları hakkındaki bilgiler veren birçok nadir kitaplar vardır. Bunların başlıcaları, Paris, Viyana ve Venedik kütüphanelerinden elde edilen ve henüz basılmamış Grekçe, Türkçe, Farsça el yazmalarından çıkarılmış olduğuna bilhassa dikkat edilecek olursa, bunun için yardımlarıyla katkı sağlayan saygıdeğer kimselere alenî teşekkür borçluyum. Bu kitapların temininde, yerliler arasında herkesten önce ve özellikle Münih’in Ludwig-Maximillians Üniversitesinin değerli ve bilgin müdürü Dr. Harter’i saygı ile anıyorum. Paris’te ‘Kırmızı Kartal’ şeref madalyası şövalyeliğini kazanan ve Fransız Kitabeler ve Görkemli Bilimler Akademisi üyesi K.B. Hase’yi, vakit ve zahmetleriyle büyük fedakarlıklarda bulunarak Fransız Kraliyet Kütüphanesinin sayısız Grek el yazmalarını incelemekte gösterdiği iyiliği ve gerekse genellikle Trabzon hakkında verdikleri aydınlatıcı bilgiler için saygı ile anmağa ve Eugenicus’a, Trabzon’a olan seyahatnamesinin diplomatlara mahsus bir itinayla yapılan kopyasını diğer birçok yararlı yazılarla birlikte yazara göndermiş olmasından dolayı teşekkür borçluyum. Yazar, Von Sacy vasıtasıyla İran tarihçilerinden Yezdli Şerafeddin Ali’nin Trabzon tarihine ait orijinal yazı metinlerini elde etmiştir. Viyana’nın zengin Şark el yazmalarının müstensihi Von Kapidor’un lütuflarıyla ve yabancılara karşı insanî tutumlarından dolayı, Alplerin beri tarafındaki ülkelerde çok takdir edilen Venedik’teki St. Marco Kütüphanecisi Abbate Bettio’nun yardımıyla, henüz keşfedilmeyen Kardinel Bessarion’un ve Senatör Recanati’nin yazmalarından daimi surette yararlanmam lütfunda bulundu..”
 
Trabzon’la ilgili Tarihçilerin bile adını duymadıkları bu eserleri, metinleri ve yazarları ilk defa duyuyoruz! Bu nasıl bir vurdumduymazlıktır bir düşünün!
 
Yazık ! Dünya çapında bir “Trabzon Kitaplığı” dünyanın dört bir yanına savrulmuş bulunuyor.  Bırakınız kadîm medeniyet yazmalarını-kitaplarını, Osmanlı dönemine ait yerli kronikleri bile yayınlamamış, onlardan bile belki habersiz bir üniversite, bilim, kültür, siyaset, iş dünyasının şu müthiş ilgisizliğini bir düşünün!
 
Fallmerayer, “Tabiat ve sanatın tüm çekiciliklerinin kaynaşmış olduğu dünyanın cenneti” olarak tanımladığı Trabzon’a dair şiirimsi ifadelerinde de “Bu huzur dolu yerde ömrünü geçirenler bu sihirli bahçenin ebedi baharında ebedi tazelikler solmadığından, ölmezlermiş” diyor. Yaklaşık 350 sayfalık kitaptaki bazı Latince ve Grekçe ifadelerin Türkçeye çevrilmemiş olmasının bir eksiklik olduğunu hatırlatarak eserden bazı önemli alıntılar yapalım.
 
Trabzon’un bu tarihsel ticarî rolü, jeostratejik konumu yanında “kültürlerin karşılaştığı” bir merkez olarak da önemine vurgu yapıyor Fallmerayer. Bu konuda şu önemli tarihsel gerçekliklerin altını çiziyor: “Bir zamanlar Seleucia ve Ctesiphon, Cufa (Küfe) ve Basra, İsfahan ve Tebriz’i bir sihirli sopayla İran ve Babil çöllerinde yükselten aynı Hindistan ticareti, Trabzon’u da insan ve unsurların kaynağı haline getirmişti. Trabzon bir antrepo, başlıca bir yığınaklanma bölgesi ve Caffa ve Tana gibi bir dünya ticaret merkeziydi.  Karadeniz’in doğusundan Hindistan ve Çin’e kadar uzanan Asya devletlerinin piyasaya sürebildikleri ne kadar değerli eşya varsa, Trabzon’un mağaza ve pazarlarında sırayla yığılıydılar. Grek memleketlerinin servetlerini Garp memleketlerinin ürünleriyle mübadele etmek için tüm Garp devletlerinin gemileri Komnen devletinin sahillerine gelirlerdi. Bağdat ve Kahire’den altın işlemeli kumaşlar, Hindistan ve Çin’den pamuklu ve ipekli dokuma, Seylan ve Golconda’dan inci ve mücevherat, Sicilya, Flandern ve İtalya’dan havlular, Almanya’dan cam ve çelik ürünleri, Megrelistan’dan keten ve bal, Kırım Yarıdaması’ndan buğday, Floransa’dan erguvan ve genellikle Pisa, Venedik ve Floransa atölye ve sanat evlerinde ne üretiliyorsa, Trabzon pazarlarını dolduruyordu. Büyük bir çoğunluğunun Trabzon’da ikametgah kurduğu yabancıların akını çok şiddetliydi. Bessarion’a göre, tüm Avrupa ve Asya’nın ticaretiyle meşgul olan milletlerin din, dil ve kıyafetleri Trabzon pazarında görülmekte ve yerlilerden hemen ayırt edilmekteydi.”
 
“Vaktiyle Babil ve İskenderiye’de olduğu gibi, yabancı milletlerden Trabzon şehrine akınla insan geliyordu. Bunlar dünyanın servetini getiriyorlar ve nihayetinde yerli kültürle sanat üretimini alarak ihraç ediyorlardı. İhraç edilenler arasında bilhassa işlemeli elbiseler, çeşitli renkteki ketenler, yün ve ipek ipliklerden üretilmiş renkli kumaşlar mevcut olup, bunlar Trabzon halkının çok yüksek bir sanat yeteneğine sahip olduğunu işaret etmekteydi.”
 
Fallmerayer’in yazdığı ve bugüne taşıdığı Trabzon’la bugünkü Trabzon’u düşünün !
 
Âh Trabzon!
 
Venedik’in antik kütüphanelerinde bile adın anılıyor, önemin kavranıyor ama bulunduğun coğrafyada çekim merkezi olamıyorsun!
 
Veyl! Veyl ki; Sen bütün enerjini “meşin top”a ve 11 gladyatörün stadyumuna akıtacak hale mi gelmeliydin?
adminadmin