Tarih
Giriş Tarihi : 03-05-2018 14:00   Güncelleme : 03-05-2018 14:00

Fatih sultan Mehmet Han bugün vefat etti!

Fatih sultan Mehmet Han bugün vefat etti!

Fatih Sultan Mehmed'in ilk olarak saltanatla buluştuğu dönem 1444 Ağustos'u ile 1446 Ağustos'u arasındadır.

Bu zaman aralığında babası II. Murad rahatsızlığından dolayı kendini dinlenmeye çekti. Mehmed hükümdar olduğunda henüz daha muktedir olamamıştı. Saltanatı Çandarlı Halil ve Şihabbeddin Şahin ile Zağanos Paşa arasındaki iktidar mücadelesinin gölgesinde geçmekteydi. Çandarlı, barış politikası güderken diğer ikisi daha atak bir politika güdülmesi konusunda diretmektedirler hatta direk olarak İstanbul'u almanın planlarını yapmaktadırlar. Haçlılar Varna'ya kadar gelince ve iç karışıklıklar artınca II. Murad duruma müdahil oldu. Varna'da ordunun başındadır ancak savaş sonrasında diğer Müslüman hükümetlere yazılan gazavatnamelerde Mehmed'in ismi geçer. Mehmed yönetimde başarılı olamayınca ve de bir yeniçeri isyanı baş gösterince Murad tekrar tahta geçer. Bunun üzerine Mehmed tekrar Manisa'ya gönderilir.

“Zulme iznimiz yoktur; biz, adaletten yanayız;

Allah’ın hoşnutluğunu gözetiriz, biz onun emrine razıyız.”

                                                                                 Avnî

 

Sultan Mehmed’in bu ilk tahta geçişi hiç kuşkusuz onun üzerinde çok etkili oldu. İnalcık bunu, “bu ilk saltanat devri şahsiyetinde en kuvvetli te'siri husûle getirmiştir.” diyerek açıklar ve devam eder; “Çandarlı'nın iktidarını kırmak, yeniçerileri te'dip etmek, faal bir gaza siyaseti takip ve nihayet İstanbul'u fethetmek fikirleri hep o zaman zihninde gelişmiş olmalıdır.” şeklinde değerlendirmektedir. Sultan Mehmed Han bir yıllık bu çok ortaklı saltanatı boyunca iktidarın asla ortak kaldırmayacak bir mahiyette olduğunu anlamıştı. Yeniden saltanat sahibi olacağı vakte kadar da bu ruh ile kendini tahta hazırladı.

BİR İMPARATOR DOĞUYOR

Sultan Mehmed, 1451 yılında evlendi. Düğününden kısa bir süre sonra Çandarlı'dan bir mektup eline ulaştı; babası ölmüştü ve taht onu bekliyordu. Vakit kaybetmeden Bursa’ya gitti ve tahta tekrar geçti. Esasında tahta geçtiği ilk dönemde oldukça anlaşmaya meyilli ve savaştan uzak bir görüntü çizdi. İlk olarak Alaiye Kalesi'ni Karamanoğulları’na bıraktı ayrıca Balkanlar’da ve Anadolu’daki tabi devletler de Fatih’ten bazı tavizler koparabildiler. Hatta Karamanoğlu ile anlaştıktan sonra Edirne'ye dönerken yeniçerilerin çıkarttığı huzursuzlukta dahi sakin davrandı ve istedikleri altınları dağıttı. Ancak payitahta varır varmaz yeni bir düzenlemeye de gidecekti. Aslında Fatih Sultan Mehmed ilk döneminde isyan çıkmaması ve kafasındaki planları uygulayabilmek adına oldukça sabırlı ve ketum bir politika izlemiş ve adımlarını tek tek atmıştır. Buna en net örnek Çandarlı'dır ki o da hala vezir-i azamlığını koruyordu.

FETİH, FATİH VE İMPARATOR

Fatih İstanbul'u kuşattı, Çandarlı buna karşı durmuştu fakat elinden de bir şey gelmedi. Çünkü Mehmed, fethi mutlak iktidarının ilk şartı sayıyor ve buna karşı bir engel tanımıyordu. İstanbul alındı ve Mehmed aklındaki imparatorluk ideolojisini gerçek hale getirmeye başladı artık daha yırtıcı bir yönetim tarzı izliyor ve devleti bir başka noktaya taşıyordu.

Mehmed fetihten sonra Çandarlı'yı astırdı ve sonrasında gelen vezir-i azamların hemen hemen hepsi kul kökenlilerden oluşmaktadır ki buradan imparatorluk ideolojisinin mantığını kavramak mümkündür. Öyle ki Sultan Mehmed aldığı bu tedbirler neticesinde ortaksız bir iktidara ulaşmış oldu. Fatih tüm saltanatı boyunca iktidar üzerinde hesap ve niyetleri olanları ve de hak iddia edebilecekleri iktidardan uzak tutmaya çalıştı. Bu açıdan kul kökenlilerin vezir-i azamlık devri başlatmış oldu. Artık kul kökenliler devletin önemli noktalarına getirildiği gibi tahtta yahut kendine denk bir eşi olmadığı için evlenmiyordu. Hanedanın devamındaki çocuklar bundan sonra birkaç isim dışında cariyelerden olacaktır. En net tabirle şunu söyleyebiliriz: Türk unsur iktidara ortak olabileceği için iktidardan uzaklaştırılmış ve onların yerine kul kökenliler getirilmiştir. Bundaki temel unsuru şöyle de açıklayabiliriz; bu kadar kul kökenliye dayanılmasındaki neden mutlakiyetçilik ve merkeziyetçiliktir.

Bir başka adımı ise fethin getirdiği prestijle yani Fatih sıfatıyla uç beylerini ve yeniçerileri kontrol altına almak yönünde oldu. Öyle ki yeniçerileri fetihlerinin dayanağı haline getirdi. Silahlarını yenilemiş maaşlarını arttırmıştır ancak emirleri bir hoşnutsuzluk yarattığında da cezalandırarak hizaya sokmaya çalışmıştır. Buna örnek olarak; kalelerini Macarlara teslim eden 200 yeniçeriyi idam ettirmesi, 1477 yılının baharında yapacağı seferde yeniçeriler mukavemet gösterince yeniçerinin saygı duyduğu Gedik Ahmed Paşa azledişi ve kumandanların sindirilmesi şeklinde örnekler verilebilir. Bu bilgiler ışığında şunu diyebiliriz ki II. Mehmed döneminde yeniçeriler ev yüzü görmemiştir.

DEVLETE ADANMIŞ HAYATLAR KARDEŞ KATLİ

Fatih dönemine dair bir başka önemli konu ise kardeş katli meselesidir. Sultan Mehmed Han, 1451'de tahta çıktığında henüz kundaktaki kardeşi Ahmed'i boğdurtmuştu. Bunu da “karındaşları nizam-ı alem için katletmek münasiptir” ifadesi ile kanunnamesine de koydurtarak kendisinden sonrakiler için bir düstur haline getirdi. Bu durumu daha sonra Osmanlılar’da nizamı sağlamak adına gelenek haline geldi.       

KAYSER-İ RUM: ROMA İMPARATORU

Harzemşahlı hükümdarlarının saltanat unvanlarından birinin de İskender-i Sani yani ikinci İskender olduğu bilinir. XIII. yüzyıl Anadolu’sunun önemli mutasavvıflarından Şeyh Evhadüddîn Kirmânî’ Selçuklu sultanı için bu sözleri söylemişti:

“Kayserin ayağının altında yer eksilmekteydi

Köşkü gökyüzüne yükselmişti

Ey Keyhüsrev onun yerini almış durumdasın

Söyle o köşk nerede? Kayser ise sanki hiç yaşamadı”

Buradan öyle anlaşılıyor ki bozkırdan kopup gelen ve zihinlerinde bir cihan hakimiyeti anlayışını hep muhafaza eden Türkler çok erken dönemlerden bu yana kendilerini kadim Roma İmparatorluğu’nun varisi olarak görmekteydiler. Bu anlayış en güçlü bir biçimde bu amaca ulaşan Sultan Fatih’te görülmektedir. Fatih açısından bu tarihi misyonun yanımda cihanşümul hakimiyet fikri için Bizans tahtına sahip olmak özellikle bir önem taşıyordu. Bu yolla kendini Roma'nın yegâne varisi sayacaktı ve buna engel olabilecek daha doğru bir tabirle bu yolda hak iddia edebilecek bütün hanedanları ortadan kaldırdı ki fetihlerini bu yönde yaptığı gayet sarihtir. Bu dönemde bu yönde yaptığı bir başka icraat ise Ortodoks Patriği, Ermeni Patriği ve Yahudi Baş Hahamı’nı İstanbul'a yerleştirmesidir. Ona göre dünyada bir tek imparatorluk olmalıydı ve herkesi de burada birleştiriyordu.    

BÜYÜK SEFERELER BÜYÜK FETİHLER

Sırbistan (1454,1459), Mora (1460), Eflak (1462), Boğdan (1476), Bosna-Hersek, Arnavutluk, Venedik (1463-1479),İtalya (1480) ve Macaristan seferleriyle Osmanlı İmparatorluğu Avrupa'daki hâkimiyetini pekiştirdi. Sırbistan Krallığı tamamen ortadan kaldırılıp Osmanlı sancağı haline getirildi, Mora tamamen fethedildi, Eflak Osmanlı eyaleti yapıldı, Bosna tekrar Osmanlı hâkimiyetine alındı, Arnavutluk ele geçirildi. 16 yıl süren Osmanlı-Venedik Deniz Savaşları sonunda Venedik barış imzalamayı kabul etti. İtalya'ya yapılan sefer sırasında Roma'nın fethi açısından çok önemli bir merkez olan Otranto, fethedildi ancak Fatih Sultan Mehmed'in ölümü üzerine geri kaybedildi. İstanbul'un fethinden sonra Osmanlılara bağlılığını bildiren ve ele geçirdiği bazı kaleleri geri veren Sırplar, Macarlar ile iş birliği yaparak yeniden düşmanlıklarını göstermeye başlamışlardı. Bunun üzerine 1454 -1457 arasında üç kez peşpeşe Sırbistan'a sefer düzenlendi. Belgrad dışındaki bütün Sırp toprakları ele geçirildi. Sırp Kralı Bronkoviç'in ölümüyle başlayan taht mücadelelerinden faydalanan Osmanlılar, Sırpları vergiye bağladılar. Taht kavgalarının yeniden alevlenmesi üzerine, Mora seferinde bulunan Fatih, Sırp meselesine son verilmesini emretti. Mahmut Paşa, 1459'da başkentleri Semendire'yi ele geçirilerek Semendire Sancakbeyliği'ni oluşturdu. Böylece Sırbistan'da 350 yıl sürecek Osmanlı hâkimiyeti başlamış oldu. İstanbul'un fethinden sonra Bizans İmparatoru XII. Konstantin'in oğulları, rakipleri Kantakuzen ailesine karşı Mora'da, Osmanlıların yardımını istediler. Turahanoğlu Ömer Bey, akıncıları ile duruma müdahale etti ve muhalifler bertaraf edildi. Fakat bu sefer iki kardeş arasında mücadele başladı. Bölge ülkelerinin Mora'yı istilâ niyetlerini bilen Fatih 1458'de harekete geçti. Korent'i ele geçiren Fatih, Mora'nın bir kısmını merkeze bağlayarak, burada bir sancak oluşturdu. Atina ve diğer bölgeler ise Osmanlı yönetimini kabul etti. Kardeşi Dimitrios'a karşı Arnavutların desteğini alan Tomas'ın Osmanlılarla yapılan anlaşmayı bozması üzerine 2. kez Mora'ya sefer düzenlendi. Tomas, Papa'nın yanına kaçmak zorunda kaldı. Bölgeye çok sayıda Türk yerleştirildi. Venedikliler bölge halkını Osmanlılara karşı ayaklandırmaya çalışıyorlardı. Ancak bunda başarı kazanamayan Venedik, Osmanlı kuvvetleri tarafından bozguna uğratıldı (1465). Anadolu seferine çıkan Fatih Cenevizlilerin önemli üslerinden Amasra'yı, Candaroğulları'nın elindeki Sinop'u aldı. Fatih Sultan Mehmed 1477'de Kırım Hanlığı'nı Osmanlı Devleti'nin egemenliği altına aldı. 1479'da bir antlaşma yaparak Venedik'le 16 yıllık savaşa sona verdi. Venedik Arnavutluk'taki kaleleri Osmanlılara bıraktı, karşılığında Mora'daki bazı iskelelerden yararlanma hakkı elde etti. Fatih Venedik'le anlaşmaya varınca, İtalya'nın öteki önemli kent devletlerine savaş açtı. 1480'de İtalya'nın güneyindeki Otranto limanını ele geçirdi. Otranto, Roma'ya giden yolda bir köprübaşı olduğu için bu olay Avrupa’da büyük yankı uyandırdı.

Fatih devrinde Osmanlıların karada en güçlü komşusu ve rakibi Macarlar, denizde ise Venedik’ti. Macarlar bu dönemde tek başlarına Osmanlı ile baş edemeyeceklerini bildiğinden, doğrudan bir savaşı göze alamamış, Fatih de tabiî sınır olan Tuna'yı geçmeyi düşünmemiştir. Ancak akıncılar vasıtasıyla, Macaristan'a güvenliğin sağlanmasına yönelik yüzlerce başarılı akın düzenlendi. Keza Venedik Cumhuriyeti de Osmanlılarla doğrudan karşılaşmaktansa Balkanlar’daki diğer devletleri kışkırtmayı yeğ tutmuştur. Güçlü donmasıyla Mora ve Ege'deki adalara sahip olmak isteyen Venedik, Osmanlılar karşısında istediği sonucu alamamış, aksine pek çok ada ve kıyı kaleleri Osmanlıların eline geçmiştir.

Fatih'in elçilerini kazığa oturtarak öldürülmesi üzerine 1462 yılında Fatih, Eflâk'a bir sefer düzenledi. Boğdan'dan da yardım alan Osmanlı kuvvetleri Voyvoda’yı uzun süre takip etti. Neticede, sığındığı Macarların, Osmanlılarla yaptığı anlaşma üzerine Vlad'ı esir etmeleri ile mesele çözüldü. Fatih Voyvodalığa Radul'u getirdi ve Eflâk bir Osmanlı eyaleti hâline geldi. 1455'ten itibaren Osmanlı hâkimiyetini tanıyan Boğdan Prensliği'nin Kefe'nin fethinden sonra izlediği düşmanca siyaset üzerine Osmanlı kuvvetleri 1476'da Boğdan'a girdi. Fatih'in bizzat başında olduğu Osmanlı kuvvetleri Boğdan ordusunu büyük bir bozguna uğrattı.

Papalık ve Napoli Krallığı’nın desteği ve kışkırtmasıyla harekete geçen Arnavutluk hâkimi İskender Bey, vurkaç taktiği ile Osmanlı kuvvetlerine baskınlar düzenlemekteydi. Bunun üzerine Fatih, bizzat sefere çıkmaya karar verdi. 1465 yılında gerçekleşen I. seferde, İlbasan Kalesi'ni yaptırıp, içine asker yerleştiren Fatih, Balaban Paşa'yı bölge için görevlendirerek, geri döndü. Ancak, Papa ve diğer devletlerden aldığı kuvvetlerle Türklere saldıran İskender Bey, Balaban Paşa'yı şehit etti ve İlbasan Kalesi'ni kuşattı. Bunun üzerine Fatih II. Arnavutluk Seferi'ne çıktı (1467). Ele geçirilen topraklarda yeni garnizonlar oluşturuldu. Bu sırada İskender Bey ölmüş ve yerine oğlu Jean geçmişti. Arnavutlukta başlayan kargaşa sebebiyle Fatih 3. kez Arnavutluk seferini başlattı. Arnavutların elinde kalmış olan Kroya ve İşkodra kuşatıldı. Nihayet 1479'da Arnavutluk da bir Osmanlı vilayeti durumuna geldi.

1461'de Pontus Devleti'nin (Trabzon İmparatorluğu) başkenti Trabzon'u ele geçirdi ve bu devletin varlığına son verdi. 1462'de yeniden Rumeli seferine çıktı. Eflâk’ı Osmanlı Devleti'ne bağladı ve 1463'te Bosna'yı tamamen ele geçirdi. Aynı yıl Ege Denizi'ndeki Midilli Adası'nı alınca Venedikliler'le arası açıldı. Bu olay, 1479'a kadar sürecek olan savaşın da başlangıcı oldu. Fatih'in Ege'de ki fethettiği adalar; Taşoz, Eğriboz, Limni, Semadirek, İmroz, Midilli ve Tenedos'dur. 1465'te Hersek'in büyük bölümünü, 1466'da da Arnavutluk'taki bazı kaleleri fethetti.

Karamanoğlu İbrahim'in 1464'te ölmesi üzerine oğulları birbirlerine düşmüşlerdi. Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan'ın yardımıyla İshak Bey Karamanoğlu beyliğine sahip oldu. Bunun üzerine diğer oğlu Pir Ahmet Bey Fatih Sultan Mehmed'den yardım istedi ve gelen yardım sayesinde Beyliği ele geçirdi. Fakat Pir Ahmet Bey bir süre sonra gidip Venediklilerle anlaşınca, bu duruma sinirlenen Fatih Sultan Mehmed, Karaman Seferi'ne çıkmaya karar verdi. Konya ve Karaman alınarak Osmanlı'ya bağlandı. Karaman halkı İstanbul'a ve çeşitli yerlere göç ettirildiler. Pir Ahmet Bey kaçarak Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan'a sığındı. Bu olay Osmanlılar’la Akkoyunluların arasının açılmasına neden oldu. Osmanlılar Avrupa ve Anadolu'daki topraklarını genişletirken, Akkoyunlular Devleti'de Doğu Anadolu, Kafkasya, İran ve Irak üzerinde hâkimiyet kurmuşlardı. Sınırlarını genişleten iki Türk Devleti arasında büyük bir savaş kaçınılmaz oldu. Otlukbeli mevkiinde 11 Ağustos 1473'de yapılan savaşta, devrin en kuvvetli savaş tekniğine ve araçlarına sahip olan Osmanlı ordusu, Uzun Hasan'ın kuvvetli süvarilerden kurulmuş olan ordusunu birkaç saatte dağıttı. Bu savaştan sonra Akkoyunlular bir daha kendilerini toparlayamadılar. Fatih Sultan Mehmed, Akkoyunlu tehlikesini bu şekilde engelledi. Anadolu'da ve Rumeli'de birçok sefer düzenleyip pek çok zafer kazandı. Buna rağmen güneyde güçlü bir devlet konumunda olan Memlükler’le problemler yaşandığı halde sıcak bir savaştan kaçınmıştı.

BİR İRŞAD SEFERİ BOSNA HERSEK VE BOŞNAKLAR

Osmanlılara vergi yoluyla bağlı olan Bosna Kralı’nın, anlaşmalara riayet etmemesi üzerine Üsküp'ten harekete geçen Fatih, Sadrazam Mahmut Paşa ve Turahanoğlu Ömer Bey'e Bosna'nın tamamen fethedilmesi emrini verdi. 1463 yılındaki seferle Bosna Kralı Osmanlı hâkimiyetini yeniden tanıdı. Ancak şeyhülislamın da fetvasıyla sonra öldürüldü ve bu topraklarda Bosna Sancakbeyliği oluşturuldu. Fakat ordunun İstanbul'a dönmesi üzerine aynı yıl, Macar kralı Bosna'ya girdi.

İkinci kez düzenlenen seferle Osmanlılar, Yayçe dışındaki bütün kale ve şehirleri yeniden ele geçirdi. Bosna seferleri esnasında Hersek Kralı Stefan da ülkesinin bir kısım toprağının Osmanlılara doğrudan bağlanması şartıyla tahtında bırakılmıştı. Ancak 1483 yılında Hersek tamamen Osmanlı toprağı haline geldi. Fatih, Bosna'yı Osmanlı topraklarına kattığı zaman "Bogomil" mezhebindeki Bosnalılara çok iyi davrandı. Hem Katolik hem de Ortadoksların kendi kiliselerine almak için baskı yaptıkları Bogomiller bu sebeple Osmanlı yönetimine sıcak bakmışlar ve kendilerine sağlanan din ve vicdan hürriyetinden etkilenerek zamanla Müslüman olmuşlardı. Bu Müslüman Bosnalılara "Boşnak" denilmektedir.

FATİH'İN DENİZCİLİK SİYASETİ

Fatih Sultan Mehmed, Karadeniz'e de hakim olmak istiyordu. Venedik ve Cenevizlilerin İslam dünyasının aleyhine yaptıkları esir ticaretini önlemek, İstanbul'a gelen ticari malların taşınmasında esas rolü oynayan Kırım sahillerini ele geçirmek, Karadeniz'i bir Türk gölü haline getirmek amacıyla hareket eden Fatih, işe 1459'da Amasra'yı fethederek başladı. 1460'da Candaroğulları Beyliği'ne son verildi. 1461'de Trabzon'un, 1475'de de Kırım'ın fethiyle Karadeniz bir Türk gölü haline geldi. Bu sayede Karadeniz'deki Ceneviz üstünlüğü sona erdi ve İpekyolu'nun tüm denetimi Osmanlı Devleti'ne geçti.

GÜÇLÜ İMPARATOR GÜÇLÜ KANUN

Divan-ı Hümayûn'da yapılan değişiklik Mehmed'in divana başkanlık etmemesi ve kafesin ardından toplantıları takip etmesi düşünülmesi gereken bir unsurdur. Böyle yaparak Mehmed kendini başka bir yerde konumlandırıyordu. Yani klasik anlatım tarzında olduğu gibi demokratik bir toplantı olsun diye değil. Teşrifata özellikle önem veriyor ve kimin ne yapacağını nerede duracağını detaylandırarak imparatorluğun kodlarını oluşturuyordu. Teşrifat kuralları bir imparatorluk için vazgeçilmez unsurlardır, sembollerle ideolojiyi çiziyordu. Vezirleriyle yemek yememesi de dikkate değer bir husustur, bu durum vezirlerin kul statüsünden seçilmiş kimseler olmalarıyla birleştirildiğinde daha fazla soruyu beraberinde getirecektir. Fener Rum Patrikhanesi’ne hürmet gösteriyordu hatta bir anlamda koruyuculuklarını yapıyordu. Bunu klasik bir Müslüman devlet adamının yapmayacağı gayet nettir ve burada hedeflenenin daha büyük bir şey olduğu hemen anlaşılacaktır. Bunlar düşünüldüğünde Mehmed'in rönesansın en önemli hükümdarı olarak anılması anlaşılacaktır. Bir diğer nokta ise Osmanlı, şeriatı aşan bir hukuk düzeni geliştirmiştir. Bunu da örfi yani şeriat alanı dışında kalan ve sırf hükümdarın iradesine dayanarak devlet kanunu koymasıyla gerçekleştirmiştir. Bu da hükümdarın mutlak bir mevki kazanması, devlet çıkarlarının ve bürokrasinin üstünlüğüyle olabilmiştir.

Bu Osmanlı’dan daha öncede –Fatih’inki kadar güçlü olamasa da- uygulanmıştır. Örf'ü tanımlamak gerekirse; örf bugünkü anladığımız mananın dışındadır. Günümüzdeki örf, örf-i maruf ya da sadece adet tabiriyle gösterilmiştir. Örf tabiri, Örf-i Sultani şeklinde hükümdarın toplumun hayrı için şeriatın dışında sırf kendi iradesine dayanarak çıkardığı kanunları gösterir. Buna örnek olarak Fatih devrinin önemli müverrihlerinden Tursun Beğin "padişah-i yasagi ve siyaset-i sultani dirler ki urefamızca ona örf dirler" bu sözü örnek teşkil edebilir. Örf burada açıkça siyasi otorite ve icra fikrini ifade eder.

Padişah kendi kanun koyabildiği gibi Örf-i Adât'ı da kanun haline getirebilirdi. Yaygın olarak Örf-i Adât'lar kanun haline getirilmiştir. Bu son halde dahi sultan kanun koyan bağımsız halidir. İbn-i Haldun ve bir grup ulema örf-i hukuku meşru kabul etmezler. Her şey şeriatla çözümlenmeli ve çözümlenebilir. Bir kısım ulemada kullanılabileceği yönünde hüküm vermiştir. Öyle ki şeriatın dört temeli yani; Kur'an, Sünnet, İcma-i Ümmet ve Kıyas'ın yanında örfü kabul edenlerde vardır. Hatta bazıları örf-i hukuku kıyastan evla tutarlar. Örfün unsurlarına bakılacak olursa;

-Şeriat dışı bir durum

-Hükümdarın iradesi

-Konuya dair yaygın bir âdetin veya kıyasa esas olacak bir genel anlayışın varlığı

-Genel düzenin gerektirdikleri.

Güçlü bir hâkimiyet kuran Fatih attığı tüm bu adımlarla Divan-ı Hümayûn'da yaptığı değişiklik onun iktidar anlayışını ortaya koymaktadır. Artık kurumların üstünde ayrı bir güç olarak konumlanan bir hükümdar modeli ortaya çıkmış oluyordu. Bu hiçbir şekilde ortak kabul etmeyen bir pozisyondu. Divanın görevi ve sınırları bazı tarihçilerin sandığı gibi demokratik bir yönetim ortamı ortaya koymamış tam tersine devletin ve otoritenin özgül ağırlığını koruyan merkeziyetçi bir yönetim anlayışı ortaya koymaktaydı. Fatih’in dünyasında teşrifatın ayrı bir yeri vardı. Herkes haddini bilecek durduğu yeri ve onun gerektirdiklerini bilecek haddini aşmayacaktı.           

BİR RÖNESANS İMPARATORU FATİH

Fatih Sultan Mehmed'in en önemli yanlarından birisi de eğitime verdiği önem olmuştur. Üniversite anlamında Osmanlı tarihinde ve dünya tarihinde bilinen en eski eğitim kurumlarından olan Şahn-ı Seman'ı kurdu. Sahn-i Seman İstanbul'un ilk Türk yükseköğretim kurumudur. Sahn-ı Seman medreseleri Fatih Külliyesi içindeki en yüksek düzeyli medreselerdi. Sahn-ı Semân'ın eğitim müfredatının hazırlayıcılarından çağın önemli bilim adamı Ali Kuşçu'dur. Medreselerde Ali Kuşçu tarafından düzenlenen bir okutma planının olduğu, hatta bunun “Kânûnnâme” şeklinde yapıldığı bilinmekle birlikte, ama bugüne kadar incelemesi yapılan Osmanlı arşiv belgeleri arasında ele geçirilememiştir. Bu kanunnamenin aslının 1918 yılında külliyede çıkan yangınla yok olması da olasıdır. Sahn-ı Semân, Kanuni tarafından açılan Süleymaniye medreseleri zamanına kadar nakli ve akli bilimlerde öğrenci yetiştirmekteydi. Kanuni devrinde bu medreseler şer'î ilimler ihtisası yapılan medreseler oldular ve Süleymaniye medreseleri de aklî ilimlerin ihtisas yeri oldu. Fatih, askeri başarılarla Osmanlı Devleti'ni büyük bir imparatorluğa dönüştürdü. Bilime, tarihe ve felsefeye özel ilgi gösterdi. Türkçe'den başka Arapça, Farsça, Latince ve Yunanca kitaplardan oluşan özel bir kütüphanesi vardı. "Avni" takma adıyla şiirler yazdı. Şiirleri Fatih Divanı (1944), Fatih’in Şiirleri (1946), Fatih ve Şiirleri (1959) gibi adlar altında basıldı. Bilim adamlarını ve edebiyatçıları destekleyen Fatih, nesir ustası Sinan Paşa ile şair Ahmet Paşa'yı vezirliğe kadar yükseltti. Ünlü matematikçi ve astronomi bilgini Ali Kuşçu'nun İstanbul'da kalmasını sağladı. Fatih, İtalyan ressam Gentile Bellini'yi 1479'da İstanbul'a getirterek resimlerini yaptırdı. Fatih, Osmanlı Devleti’ne düzenli ve sürekli bir yapı kazandırmak için önemli düzenlemeler yaptı. Yönetim, maliye ve hukuk alanında koyduğu kuralları içeren Fatih Kanunnamesi, sonraki dönemde de yürürlükte kaldı. Bu kanunname, tahta çıkan padişaha devletin geleceği için kardeşlerini öldürme hakkı veriyordu. Fatih’in Osmanlı devlet düzenine ilişkin temel ilkelerin pek çoğu, Tazminat dönemine kadar geçerliliğini korudu. Fatih’in saltanatı döneminde Osmanlı ülkesinde 500'den fazla mimari yapı yapıldı. Onun adına yapılan en önemli yapı, İstanbul'da bir cami ile medrese, kitaplık, imarethane (aşevi), darüşşifa (hastane), hamam, kervansaray gibi birimleri kapsayan Fatih Külliyesi’dir.

BİR İMPARATORUN ÖLÜMÜ

Fatih 1481’de, Anadolu’ya doğru yeni bir sefere çıktı. Ama daha yolun başında hastalandı ve 3 Mayıs 1481’de Gebze'deki ordugâhında öldü. Gut hastalığından öldüğü sanılmakla birlikte, zehirlendiği de söylenir. Ölümünden sonra oğlu Bayezid tahta çıktı. Fatih Camii'ndeki türbesinde tek başına yatmaktadır. Seferi nereye düzenlediği tam olarak bilinmemektedir. Zira Fatih bu bilgiyi seferin güvenliği açısından çok gizli tutuyor ve kimseye söylemiyordu. Ancak tarihçiler seferin Mısır'a ya da Roma'ya(Papalık)olacağı yönünde tahminler yürütmektedir. Ama başka kitaplar ve tarihçiler ise farklı yerlere fetih düzenleyeceği görüşündeydi. Fatih Sultan Mehmet öldüğünden sonra Papa 2-3 gün boyunca tüm kiliselerin çanlarını çaldırmıştı.

Beyaz Tarih - Kemal Ramazan HAYKIRAN

adminadmin