Köşe Yazıları
Giriş Tarihi : 28-09-2016 09:30   Güncelleme : 28-09-2016 09:32

Geç Kalmış Bir Yazı Dayım İbrahim Kartal

İki yılı geçmiş Hakka yürüyeli... Daha öncesinde bir şeyler yazmalıydım hakkında belki ama nasip işte, bugüneymiş demek ki...

Geç Kalmış Bir Yazı Dayım İbrahim Kartal

İbrahim Kartal, Prof. Dr. İbrahim Kartal... Rahmetli dayım... Her zaman ünvanı kendinden sonra geldi. Hiçbir zaman unvanı isminin önüne geçemedi. Bazen elinde fışkın çubuk (ince uzun fındık dalı) tarlaya hayvan kovalayacak kadar doğal, bazen ise traktör sırtında fındık tarlasında çalışıyorken... Her zaman doğaldı. Kimseye yüksekten bakmazdı. Hiçbir zaman "ne oldum delisi" olmadı, olamazdı da zaten. Öyle bir şey görmemişti de ailesinden. Fakirlik içinde bir aileye doğmuş, yıllarca fakirlik içerisinde okumuş, okuldan arta kalan boş zamanlarında hep çalışmış. Sıradan insanlarla arkadaşlık kuran, onların fikirlerine değer veren ve ne kadar cahilane de olsa söylenenler onları kırmadan dinleyen biri. Oturduğu, sohbet ettiği ortamlarda asla unvanıyla konuşmayan bir adam, herkes gibi, halktan biriydi.

Aynı zamanda çocukluğumun da en önemli simalarındandı dayım. Çocukluğumuza ait ne kadar fotoğraf varsa neredeyse hepsi onun çekimi. Evinde bulunan kütüphanesi gibi bir kütüphanem olsun hayal ederdim çocukken hep. Satrançla bizi ilk defa tanıştıran ve yine ilk yüzme hocamdı da aynı zamanda dayım. Kütüphanesinden okumamız içi verdiği kitaplar millî ve manevî alt yapımızı inşa etmiş aslında bizler farkına varmadan. Kendisi de çok severdi okumayı, hem okur hem de bizleri okumaya sevk ederdi. Bilgisayarı ilk gördüğüm ve ilk tuşlarına dokunduğum yer de yine dayımın yanıydı. Heyecanla anlatırdı, öğretmeye uğraşırdı... Ve bir de çalışırken hatırlarım dayımı sürekli... Masasında teksir kağıtları üzerine anlamadığım bazı şekiller çizer ve formüller yazardı sürekli. Sürekli yazardı, sürekli...

Otuz yıla yakın bir süre görev yaptığı Ondokuzmayıs Üniversitesi'ne Çarşamba Kavakdibi mevkiinden her gün gidiş geliş yaptı dayım. Her gün en az 115 km. İlk yıllarında Terme Belediyesi'nin eski uzun halk otobüsleriyle, sonraları ise kendi özel aracıyla, yıllarca. Çekilecek şey değildi ama yıllarca o yolların kahrını çekti dayım. Aracıyla neredeyse hiç tek gidip gelmedi. Kah yoldan aldığı bir öğrenciyi götürdü okuluna kadar, kah Tıp Fakültesi Hastanesi'ne veya Samsun'a gitmesi gereken bir yakını veya komşusunu götürdü, getirdi beraberinde. Yılları yollarda geçtiği halde ciddi tek bir trafik kazası dahi olmayan dayım, dut dökmek için çıktığı dut ağacından düştü ve üç gün hastanede süren yaşam mücadelesinden sonra çoklu organ yetmezliğinden vefat etti. Tarımı, ziraatı, hayvan beslemeyi çok seven dayım yine doğada iken vefat etti. Yani mutlu olduğu yerde...

Dini bütün bir insandı dayım. Dindar kimliği uzun yıllar profesörlük unvanını almasına engel olsa da o asla ikiyüzlü davranmadı, kimselere yalakalık peşinde olmadı. Dindarların kamuda linçe maruz kaldığı 28 Şubatın o soğuk günlerinde, öğrencisi olan bir arkadaşımın sözlerini hiç unutamam. Demişti ki: "Dayın kimseyi umursamıyor. Paçalarını sıvayıp terliklerini giyiyor ayağına ve havlusunu omzuna atıp abdestini almaya gidiyor." Bu tavrı onun yılarca profesör olamamasına mal olsa da o bu duruşundan asla taviz vermedi. Dindar kimliğini hem korudu.

Vefat ettiğinde Ondokuzmayıs Üniversitesi Fen - Edebiyat Fakültesi Fizik Bölümü Genel Fizik Anabilim Dalı Başkanı'ydı dayım. Ben dahi Anabilim Dalı Başkanı olduğunu vefat ettiğinde öğrendim. Kendinden bahsetmeyi sevmezdi, kendini övmekten hiç hazzetmezdi dayım. Çok mütevazı ve canayakındı. Küçükle küçük olur ve küçükken anlattığımız şeyleri dahi uzun uzun dinlerdi. Herkes gibi yaşadığı bu hayattan sıradan bir insan gibi geçti dayım. Nur içinde yatsın. Allah rahmet eylesin.

adminadmin