Türkiye
Giriş Tarihi : 26-05-2013 14:12   Güncelleme : 26-05-2013 14:12

'GELENEK' DONMUŞ BİR YAPI DEĞİLDİR

“Müslüman olduğunu söyleyen insanların Müslümanca bir tasavvuru olmalı, İslami bir mu¬hayyilesi olmalı. Tefekkür tarzı, mümine yakışır şekilde olmalı. Kapitalist gibi yaşayanın Müslüman gibi düşünmesi beklenebilir mi?”

'GELENEK' DONMUŞ BİR YAPI DEĞİLDİR
Afak dergisi, mevsimlik çıkan bir dergi. Başakşehir’de Bilge Gençlik Merkezi tarafından hazırlanıyor.
Aynı zamanda e-dergi olarak da internette. 24 sayfa, kendinden kapaklı. Derginin başlığının Osmanlıca yazılmış olması ilk intiba olarak bu çalışmaya sıcak yaklaşmamızı sağladı. Sade ve güzel bir dergi yapmışlar, ellerine sağlık…
 
Giriş yazısında öne çıkarılan “Mevziyi Terk Etmek Mevzuyu Terk Etmek” özdeyişi, dergiyi çıkaranların hassasiyetlerini bize göstermek bakımından da önemli. Diğer yazılar da dikkatle okunmalı.
 
Dergide Yusuf Kot'un İsmet Özel'in Waldo Sen Neden Burada Değilsin kitabından mülhem karikatürü de etkileyici…
 
Velhasıl bu arkadaşlarımızda iyi bir kumaş var. İnşallah ilerleyen günlerde daha da güzel sayıları izleyeceğiz. Afak dergisinin incelediğimiz 4. sayısında Ömer Faruk Dönmez ile Bünyamin Dinç’in yaptığı “Bizim Tufanımız da Modernizm'miş” başlıklı söyleşiyi ç-alıntılıyoruz. Sistemin put üreticileri olan ‘sekülarizm, modernizm, emperyalizm, kapitalizm’ gibi kavramların size çağrıştırdığı anlamlar nelerdir? Sorunun cevabı içinde: “Sistemin put üreticileri” demişsiniz. Bunlar çağdaş dinler; yeni putlar, sahte tanrılar üretiyorlar. Anladığım kadarıyla, soru, kavramların tarihsel arka planı hakkında bilgi almak için sorulmuyor. İsteyen o konuları kaynaklarından araştırır, öğrenir. Bu kavramlar hangi yüzyılda, nerde doğmuştur, bize nasıl intikal etmiştir, bu, işin diğer tarafı.

Fakat şu nokta çok önemli: Bugün kime sorsanız, emperyalizme karşıyım diyecektir. Sokaktan bir
adam çevirip sorsak, kapitalizme karşı olduğunu söyleyecektir. Ancak modernizmin bu iki kavramla olan ilgisi, çoğu zaman ihmal ediliyor. Ülkemizde birtakım insanlar, emperyalizme ve kapitalizme karşı oldukları halde; modernizme karşı durmuyorlar. Hatta genel itibarla uygarlığın ve çağdaşlığın çok önemli şeyler olduğunu, gelişme ve ilerlemenin lüzumunu anlatıyorlar bize. Burada, kelimeyi sevmiyorum ama, bir ‘paradigma’ problemi var. Modernizmi savunduğunuz an, zaten emperyalizmi ve kapitalizmi de kabullenmiş oluyorsunuz oysa. Bu nokta gözlerden kaçırılmak isteniyor.

Kardeşim, bu ülkeye Çanakkale’den giremeyen düşman; uygarlık diyerek, çağdaşlık diyerek, gelişmeilerleme diyerek girdi. Bunu görmek için allame olmaya gerek yok ki. Çağdaşlık kavramı üzerinden soyut bir işgale maruz kaldık. Topla tüfekle yapılan işgallerde bir direniş bilinci gelişebiliyor. Oysa soyut bir işgalde, iki üç kuşak sonra, düşmanınıza benzemiş oluyorsunuz. Bir zihniyet dönüşümü yaşanıyor fark ettirmeden. Algılar, tasavvurlar değişiyor.

Müslümanların, yurt ve dünya sorunlarına çözüm getirme noktasında, bir ‘yol- yöntem’ değişikliğine gitmesini nasıl yorumlamak gerekir?

Anladığım kadarıyla, Müslümanlarda da bir zihniyet değişimi söz konusu. Müslüman olduğunu söyleyen insanların Müslümanca bir tasavvuru olmalı, İslami bir muhayyilesi olmalı. Tefekkür tarzı, mümine yakışır şekilde olmalı. Kapitalist gibi yaşayanın Müslüman gibi,düşünmesi beklenebilir mi? Boğazına kadar modernizme gömülmüş birinin bir Müslüman gibi tefekkür etmesi mümkün müdür? Bunlar hayati sorular. Pozitivizm bataklığına saplanmış birisi, İslami bir mantığa, İslami bir düşünme biçimine, İslami muhayyileye, tasavvura sahip
olabilir mi? Bunlar önemli sorular.

Medreselerin, tekkelerin insana kazandırdığı bir düşünme biçimi vardır. Müslüman bir toplumda, Müslüman bir iklimde yaşamak sizde bir ‘algı’ oluşturur, bir zihniyet oluşturur. Günümüzde de tabi ki bu modern okulların, üniversitelerin insana dayattığı bir düşünme biçimi var.

Seküler bir mantığı enjekte ediyorlar bize, gençlerimize, çocuklarımıza. Pozitivist bir algıyı dayatıyorlar bize. Farkına varmadan, rasyonalist, bireyci, demokrat bireylere dönüşüyoruz. Bu hem yaşam biçimiyle, hem zihniyetle ilgili müthiş bir değişimdir. Durdurabilmek için, direnebilmek için, önce adını koymak, teşhis etmek lazım. Bu sosyal ortamlarda, bu piyasada, bu okullarda, üniversitelerde ‘varolan’ Müslümanlar olarak, ister istemez şartların biçimlendirmesine maruz kalıyoruz. Ha, Allah muhafaza buyurursa, bir mümin, küfrün ortasında da ‘kendisi olarak’ kalabilir. Ama konumuz bu değil.

Genele baktığımızda bu savrulmanın fotoğrafını çekmek mümkün. Bir medresede, bir âlimin önünde, bir rahlenin önünde ders görmek başka şeydir; bir fakültede, bir kampüste, konferans salonlarında, kız erkek karışık İslamcılık iddiasıyla dolaşmak başka şeydir. Önemli meselelerimiz var. Biz Müslüman kalamazsak, başkalarına neyi tebliğ edeceğiz Allah aşkına? Son yüz yılda şekillenen İslamcılığımızın ‘modern’ bir tarafı olduğu açıktır. Tasavvurumuzu, muhayyilemizi, algımızı, zihniyetimizi, Kur’an’a, sünnete ve 1400 yıllık müktesebata dayanarak gözden geçirmemiz lazım. Muharref Hıristiyanlığın
Protestanlık üzerinden yaşadığı macerayı şimdi de biz Müslümanlara yaşatmaya çalışıyorlar. Oysa bizim temel metinlerimiz ortadadır, müktesebatımız ortadadır. Sözde akılcılık ve bireycilik üzerinden, sorgulanmaya açılan bir müktesebat var. Bu bir sekülerleştirme operasyonu. Tabi ki geleneği putlaştırmak yanlıştır; fakat sivri aklımızı putlaştırmak da bir o kadar yanlıştır. Allah muhafaza buyursun. Peygamberin vârisleri olan âlimlerin eteğine yapışmak lazım.

Bir de dil üzerinden gidelim; ‘gelenek’ kelimesinin itibarını sarsmaya çalıştılar özellikle. Geleneği sanki donmuş, kalıplaşmış bir şey gibi algılamamızı istediler. Bu da kasti bir şey. Geleneği putlaştırmayalım diyoruz; tamam ama zaten ‘gelenek’ yapı olarak donmuş bir şey değildir ki, müktesebattır, eskiden olanın üstüne ‘gelen’ ve ‘eklenen’ bir şeydir ‘gelen-ek’. Hele konumuz ‘İslami gelenek’ olunca, donmuş bir yapıdan değil, kendi iç dinamikleriyle devinen, meselelere içerden çözümler üreten, kendi usulleri çerçevesinde hareketli, doğurgan, münbit bir yapıdan söz ediyoruz demektir. Efendimiz aleyhisselamdan bugüne yaşayan sünnetten söz ediyoruz.

Sekülarizmin, Müslüman zihinde yaptığı tahribat ile, gayrimüslim zihinde yaptığı tahribat farklı mı?
Protestanlık üzerinden Hıristiyanlık bir macera yaşadı. Kilisenin ve din adamlarının tasallutundan kurtulmak için, dediler ki, bizim, rahiplere papazlara falan ihtiyacımız yok; her Hıristiyan, İncil’i kendi okur, anlar, gereğince amel eder falan. Laikliğin Avrupa’da doğması için makul gerekçeler vardı.

Aforoz vardı, engizisyon vardı. Günah çıkartma, cennetten arsa satma gibi durumlar vardı. Kilise ve ruhban sınıfı sadece halk üzerinde değil, askerler, derebeyleri ve krallar üzerinde bile otorite tesis etmişti. Ve bu ortamda laiklik gibi bir tepki türedi. Akılcılık, bireycilik vesaire. Fakat bizim tarihimiz
bambaşkadır. Tarihsel şartlarımız bambaşkadır.

Bir kere bizim temel metinlerimiz sapasağlam ortadadır. 1400 yıldır süregelen / yaşayan bir sünnet vardır. Âlimler peygamberlerin vârisleridir. Tabi ki Emevilerde, Abbasilerde, Osmanlılarda vesaire hatalı tutumlar olmuştur. Bununla birlikte, Allah dinini korumuştur; yaşayan sahih bir sünnet günümüze
dek ulaşmıştır, Kur’an zaten dipdiri, capcanlı ortadadır. Şimdi bizim Müslümanların Protestanlaşması yolunda, deniyor ki, Kur’an’ı kendin oku, anla, amel et. Cazip bir teklif; ama tehlikeli. Tabi ki Kur’an’la şahsi bağımızı asla koparmamalıyız; her daim okumalı ve anlamaya çalışmalıyız, tefekkür etmeliyiz, tedebbür etmeliyiz. Ama usulsüz vusul olmaz demişler. Her ilmin bir usulü, bir yöntemi var. 
Fıkıh usulü var, hadis usulü var, tefsir usulü var. Şimdi herhangi bir Müslüman Kur’an’ı eline alıp, mealini okuyup, bir ayetten hüküm çıkarmaya kalkarsa ne olur? Müslümanların Protestanlaşması bu işte. İstidlal için, istinbat için şartlar var.

Bu zihniyet değişiminin günlük hayattaki yansımaları neler?

Bunu hepimiz görüyoruz herhalde. Özellikle kadınlar üzerinde daha ‘görünür’ hale geliyor bu algı değişimi. Klasik örnek ama söylemeden geçemeyiz; başı örtülü, ayağında kot, ağzında sakız, yüzünde makyaj, elinde cep telefonu, sigara, kahkaha... Bu nasıl bir ‘tesettür’ anlayışıdır ya Rabbi. Nasıl bir hicap, nasıl bir edep? Şimdi mümin bayan bu mudur yani? Bu söylediğimin ‘şekilcilikle /
biçimcilikle’ falan ilgisi yok; belli bir zihniyet tarzı bu biçimi doğuruyor. Bir de bu konuyu tafsilatıyla tefekkür etmemiş kardeşlerimiz var. Ben daha önce de söyledim, tekrar da söylüyorum:

Biçim ile öz arasında zannedildiğinden daha derin bir ilgi vardır. Tabi erkekler de payını alıyor bu değişimden. Sakalsız, bıyıksız, kotlu, parfümlü, güneş gözlüklü İslamcı erkekler de bir yanda. Otuz yıl önce ‘köylülükle’ malul olanlar, bugün de maalesef ‘burjuvalaşma’ illetine tutuldular. Bu bir maraz gerçekten. Allah şifa versin. Günlük hayatta farklı yansımalar da var: Mesela kız erkek karışık bir İslamcılık ne demektir Allah aşkına? Dinimizin mahremiyet konusundaki tavrı bu kadar net olduğu halde bu nasıl bir yozlaşmadır? Sonra Müslümanların evlerinde dev ekran televizyonlar, internetler...

Sisteme uyum süreci daha ne kadar sürecek peki? Müslümanlar dünyada yürürlükte olan küfür sistemini değiştirme ideallerini kayıp mı ettiler?

Böyle bir çağda dünyaya geldik. Böyle bir sistem içerisinde yaşıyoruz. Bu da bizim imtihanımız. Endülüs’te de yaşayabilirdik, fetih sonrası İstanbul’unda da yaşayabilirdik, sahabe döneminde de yaşayabilirdik; o zaman da farklı bir imtihanımız olacaktı. Bu dünya her halükârda bir imtihan alanıdır.

İmtihan edilmekte olduğumuzu unutmamak lazım. Her çağda bir tufan kopar; Nuh aleyhisselam gemi inşa etmeye devam eder. Bizim tufanımız da modernizmmiş.

Nuh’un gemisine binmek lazım; peygamberlerin vârisleri olan âlimlerin / âriflerin eteğine yapışmak lazım. Nefis tezkiyesi ve kalp tasfiyesi en önemli şey değil mi? İslamcılığımızı gözden geçirmemiz lazım. Bu işe de, yanılmıyorsam, abdestimizi, namazımızı düzeltmekle başlayacağız. Abdestimiz, namazımız düzgün olursa, gerektiği gibi olursa, Allah bizi kötülüklerden alıkoyacak; vaadi var çünkü:

namaz insanı kötülüklerden alıkoyar. Yediğimiz lokmanın helal olmasına azami dikkat edeceğiz.

Salihlerle / sadıklarla beraber olmaya çalışacağız. Efendimiz aleyhisselamın gece kalkıp teheccüd kıldığını, gündüz kalkıp devlet yönettiğini / cihat ettiğini unutmayacağız. Müminin çift kanadı vardır.

Tek kanatlı kalmayacağız. Nefisle mücadeleyi asla ihmal etmeyeceğiz; emperyalistlerle mücadeleyi de asla ihmal etmeyeceğiz. Dua edeceğiz. Her daim dua edeceğiz.

Sisteme uyum süreci ne kadar sürecek, diyorsunuz; zaten bu süreç tüm Müslümanlar için işliyor değil.

Bazı Müslümanlar Allah’ın izni ve yardımıyla sisteme angaje olmadan varlıklarını sürdürüyorlar.

Dünyada yürürlükte olan küfür sistemini değiştirme ideallerini de kaybetmiş değiller. Şuara suresinin sonundaki ayeti hatırlayalım: “Zalimler nasıl bir inkılâpla devrileceklerini pek yakında görecekler.”

Mesele, bu Müslümanların, diğer kardeşlerine davayı anlatabilmelerinde galiba.

http://www.dunyabizim.com/Manset/13515/gelenek-donmus-bir-yapi-degildir.html

Harun Doyran ç-alıntıladı – dunyabizim.com
adminadmin