Kültür
Giriş Tarihi : 10-06-2018 11:00   Güncelleme : 10-06-2018 11:00

Gezi’den 15 Temmuz’a Bir İhanetin Hikayesi

12 Eylül sonrasının en büyük isyan girişimi olan Gezi, ülkeye milyarlarca dolara mal olurken, yüzlerce kişi yaralandı ve 4 kişi de hayatını kaybetti. Türkiye’ye dönük bu en organize isyan girişimi sadece bir başlangıç oldu. Devamında FETÖ’nün bu kez açık bir şekilde sahneye çıktığı 17-25 Aralık darbe girişimi geldi. Rus uçağının düşürülmesinden DEAŞ’e, PKK’nın bombalı araç saldırılarına kadar onlarca olayın son halkası ise hiç kuşkusuz 15 Temmuz’du.

Gezi’den 15 Temmuz’a Bir İhanetin Hikayesi

Aslında her şey o sakin bahar akşamı değişti. Finali 15 Temmuz gecesi darbe girişimine kadar uzanan olaylar, çatışmalar ve gerginlikler o günden sonra hiç son bulmadı. Türkiye tarihinin en karanlık yıllarından 1993’ten tam 20 yıl sonra 2013 yılı da ikinci bir kara yıl olarak toplumsal hafıza da yerini alıyordu. Neler olmadı ki o yıl? Neredeyse bir ay boyunca ülkede hayatı durduran, ekonomiyi çökerten, toplumsal barışı dinamitleyen Gezi Olayları, bir diğer tanımla Gezi İsyanı…

Oysa ki, Türkiye o yıla en büyük terör olayını çözme umuduyla girmişti. Ülkenin 30 yılına mal olan terör belasından kurtulmak için Çözüm Süreci ilan edilmiş ve Hükümet, “analar ağlamasın” diye yeni bir dönemin başladığını ilan etmişti. Nisan ayında Akil Adamlar Türkiye’nin dört bir yanını dolaşarak topluma çözümün nasıl olacağını anlatmaya çalışıyordu. 2012’de başlayan bu süreçte belki de en somut öneriler bu yıl gündeme gelmişti ama Gezi’nin hemen ardından 9 Eylül’de KCK/PKK’nın çekilmeyi durdurduğunu açıklamasıyla çıkmaza girdi. Zaten sonrasında da terör örgütünün yeniden silaha sarılması ve şehirlerde bombalı saldırılara başlaması “çözüm” çabalarını tarihe gömdü.

Türkiye için umut olacak bir yıl tam tersine karanlık bir dönemin başlangıcı olmaya doğru gidiyordu. Mayıs ayında Reyhanlı’da patlayan bomba 52 vatandaşın ölümüne yol açtı. Suriye’de yüz binlerce insanı katleden Esed rejiminin Türkiye’deki bu kanlı saldırısının daha yaraları sarılmamıştı ki, ülke çok daha başka bir olayların içine sürüklendi.

FETİH GECESİ İŞGAL GİRİŞİMİ

Hükümetin uzun süredir gündeminde Taksim Gezi Parkındaki Topçu Kışlası’nın restorasyonu vardı. Henüz proje aşamasında toplum tarafından tartışılmaya başlayan Topçu Kışlası’na taraf olanlar kadar karşı olanlar da vardı. İstanbul’daki her projeye taş koymaya çalışan Mimarlar ve Mühendisler Odası, tarihi kışlanın restorasyonuna karşı çıkıyordu ama henüz ortada bir inşaat faaliyeti söz konusu değildi. Ne olduysa 28 Mayıs gecesi oldu ve İstanbul’un fethini kutlamaya hazırlanan şehir neredeyse tarihi kentin işgaline tanıklık edecekti. İş makinalarının Gezi Parkı’na girdiğini iddia eden bir grup aktivist, nöbet tutmaya başladı. Sonradan FETÖ’cü olduğu anlaşılan Emniyet amirinin emriyle az sayıdaki kalabalığın üzerine biber gazı sıkan polis, zor kullanarak kalabalığı dağıtmaya çalıştı. İşlerin henüz rayından çıkmadığı o gün iki ateşli siyasetçi Gülseren Onanç ile Sırrı Süreyya Önder, bir anda Taksim Meydanında bitivermişlerdi. Polis ve dozerin çekilmesine rağmen aktivistler saat 19.00’da eylem çağrısı yaptılar ve İstanbulluları Gezi Parkını korumaya çağırdılar.

Fetih gününde yüzlerce İstanbullu Gezi Parkında nöbet tutmaya başlarken herkesin masum bir çevre hareketi olarak gördüğü girişim çok daha başka bir olaya dönüşmenin işaretlerini veriyordu. İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Haliç’te İstanbul’un fethini kutlarken Gezi Parkında ise şarkılar söyleniyor, halaylar çekiliyordu. İstanbul için çok lokal bir eylem, Türkiye için dikkate bile alınamayacak kadar küçük bir girişimdi. 30 Mayıs’ta ise işin rengi değişmeye başladı. Gezi Parkında birkaç ağacı koruma refleksiyle toplanan insanları terörize etmek için bazı isimler iş başındaydı. İlk göze çarpan hiç kuşkusuz dönemin BDP Milletvekili Sırrı Süreyya Önder’di. Polisin gaz bombası attığı o gün olaylar çok da büyümedi. İlk gözaltı Greenpeace eylemcisi için uygulanmıştı.

OLAYLARIN GELİŞİ ÖNGÖRÜLEMEDİ

Eylem uzadıkça sinirler geriliyor, polisin içindeki FETÖ’cülerin provokasyonuyla eylem yayılıyordu. 31 Mayıs’ta sabaha karşı saat 05’te parkı eylemcilerden temizlemek isteyen polis yeni bir operasyon daha yaptı. Bu operasyon günler sürecek olayların da tetikçisi oldu. Olaylar Gezi Parkını korumaktan çok bir isyan hareketine dönüşüyordu. Terör grupları Gezi Parkında kontrolü ele geçirmeye başlıyor, göstericileri istedikleri gibi yönlendiriyorlardı. Güvenlik güçlerinin sınırlı müdahalesine rağmen işler çığırından çıkıyordu. Dönemin İBB Başkanı Topbaş’ın “Topçu Kışlası ile ilgili bir çalışma değil, yol genişletme çalışmasıdır” açıklaması görmezden geliniyor ve radikal grupların her türlü provokasyonu devreye giriyordu. İşte tam da bu sırada olayların fitilini ateşleyecek yalan haberler sosyal medyadan pompalanıyordu. Sırrı Süreyya Önder ve Sezgin Tanrıkulu’nun hastaneye kaldırıldığı yönündeki haberler ise aşırı sol gruplara çağrı niteliği taşıyordu.

Başbakan Erdoğan’ın yurt dışı gezisine çıktığı bugünlerde vekaleti bıraktığı Bülent Arınç ise olayların yönünü görmekten uzaktı. Cumhurbaşkanı Gül ise gittikçe yayılan olaylarla ilgili inisiyatif almak yerine eylemcilerde “haklılık” duygusu oluşturacak açıklamalar yapmıştı.

CNN CANLI YAYINDA

Türkiye’nin yakından tanıdığı onlarca ünlü isim adeta Gezi Parkında yatıp kalkıyor ve terör gruplarının geri planda örgütlediği isyan girişimi topluma çevre hareketi olarak sunuluyordu. Sanatçıların çağrıları ile yaşananların farkında olmayan İstanbullular, Gezi Parkı’na akıyor, sosyal medya sınırsız bir şekilde kullanılıyordu. AK Parti Hükümeti üzerindeki şaşkınlığı atamıyor ama eylemcilere dönük lokal tepkiler de dikkat çekiyordu. Gezi kendi sembollerini oluştururken karşısında herhangi bir otorite istemiyordu.

Masum bir çere hareketinin bir anda demokratik bir iktidara karşı isyana dönüştüğü olaylara Çarşı gibi taraftar grupları da katılmış ve sonunda Taksim Meydanı savaş alanına dönüşmüştü. Dünyanın dört bir yanından gelen medya kuruluşları Taksim Meydanını en güzel gören otel odalarından 24 saat yayına geçmişti bile.

İngiliz haber ajansı Reuters en çatışmalı görüntüleri dünyaya servis ederken, Amerikan CNN kanalı en ünlü muhabiriyle sürekli canlı yayındaydı. Toplumsal hafıza bir anda 12 Eylül öncesi terör olaylarını hatırlarken, makul çoğunlukta “ne oluyoruz?” endişesi de yüksek sesle dile getirilmeye başlamıştı.

HÜKÜMET DEVRİLECEK UMUDU

Gezi Kalkışmasının öncüleri bu olayları “direniş” etiketiyle pompalarken Taksim’den Dolmabahçe’ye, İstiklal Caddesinden Galata’ya, Osmanbey’den Gümüşsuyu’na çok geniş bir bölgede artık güvenlik güçleriyle eylemciler arasında çatışmalar yaşanıyordu. Polis araçları yakılıyor, TOMA’lar ters çevriliyor, güvenlik güçlerine molotof kokteyli fırlatılıyordu. İstanbul’un simge meydanından gökyüzüne doğru yükselen duman, olayların büyüklüğünü anlatmaya yetiyordu.

Atatürk Kültür Merkezinin cephesinde tüm terör örgütlerinin flamaları ve pankartları sergilenirken tehlikenin vardığı boyutu gösteren bir olay daha duyuluyordu. Facebook ve Twitter üzerinden haberleşen gruplar, “biraz daha direnirsek Hükümet devrilecek” mesajları atıyor ve bu motivasyonla kalabalık bir grubun Dolmabahçe’deki Başbakanlık Ofisine doğru yöneldiği fark ediliyordu.

ERDOĞAN’IN OFİSİNE YÜRÜDÜLER

Gezi kalkışmasını artık kontrolüne alan terör gruplarının amacı Başbakanlık Ofisini ele geçirmek ve tüm dünyaya Başbakanın makam odasının nasıl işgal edildiğinin fotoğrafını vermekti. Dönemin Başbakanı Erdoğan’ın deyimiyle “kahramanlar” gibi mücadele eden polis, göstericileri Akaretler yokuşunda durduruyor ve Başbakanlık Ofisinin işgali engelleniyordu. Aktivist gruplarla yürütülen müzakereler, üçüncü kişiler üzerinden gerçekleşen diyaloglar hiçbir işe yaramıyordu. Başbakana iletilen talepler neredeyse işgal kuvvetlerinin isteklerini andırıyordu. Üçüncü köprüden yeni havaalanına kadar neredeyse tüm büyük projelerin durdurulması isteniyordu. Gezi Platformu adı altında bir araya gelen gruplar, neredeyse seçilmiş Hükümetin teslim bayrağını çekmesini istiyordu.

ARKASINDA AVRUPA VARDI

Gezi Parkından tüm Türkiye’ye yayılan kalkışmaya İngiltere, Fransa, Belçika, İtalya ve İspanya gibi ülkelerden de destek verenler oluyordu. En kötüsü ise Türkiye’nin neredeyse pek çok şehrinde küçük gruplar halinde eylemciler Gezi isyancılarına destek mesajları yolluyordu. Tam da bu sırada İstanbul’un diğer semtlerinden yükselen tencere tava sesleri kalkışmanın daha da toplumsallaşma tehlikesine işaret ediyordu. Olaylara hazırlıksız yakalanan siyasi iktidar, süreci izlemekle yetiniyor ve karşı hamle yapmaktan uzak kalıyordu. Başbakan Erdoğan’ın liderliği bir kez daha eline alması ve partisini her defasında ezici bir çoğunlukla iktidara taşıyan geniş halk kesimlerini harekete geçirmesi olayların seyrini değiştirdi. Türkiye’nin dört bir yanından İstanbul’a sevk edilen güvenlik güçlerinin olağanüstü çabasına halkın desteği de eklenince hava değişmeye başladı. Haftalardır devam eden kalkışma artık sadece Taksim çevresine sıkışmıştı. Erdoğan’ın kararlı tutumu üzerine Gezi destekçileri de sessizce dağılmaya başlamıştı. Divan Oteli’ni acil servise çeviren, eylemcilere her türlü lojistik desteği sağlayanlar da sivil iktidarın otoriteyi ele aldığını görüyordu.

MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin daha ilk günden tabanını uyardığı ve asla destek verilmemesini istediği olaylara daha çok CHP’li gruplar ile aşırı sol fraksiyonlar katılıyordu. Haziran ayının ortasına doğru güvenlik güçleri kontrolü tamamen ele alırken Başbakan Erdoğan’dan haftalardır 24 saat görev yapan polisler için “polisimiz kahramanlık destanı yazdı” açıklaması geliyordu.

12 Eylül sonrasının en büyük isyan girişimi ülkeye milyarlarca dolara mal olurken, yüzlerce kişi yaralanmış ve 4 kişi de hayatını kaybetmişti. Türkiye’ye dönük bu en organize isyan girişimi sadece bir başlangıç oldu. O günden itibaren hiçbir şey eskisi gibi olmadı. İlk kez burada güçlerini test eden çevreler yeni isyan ve darbe girişimleriyle Türkiye Cumhuriyeti’ni hedef almaya devam ettiler. 20 yıl sonra Türkiye’nin içine düştüğü en karanlık yılın devamında 17-25 Aralık darbe girişimi geldi. FETÖ’nün bu kez açık bir şekilde sahneye çıktığı bu olayın ardından Türkiye pek çok saldırıyla daha karşılaştı. Rus uçağının düşürülmesinden DEAŞ’e, PKK’nın bombalı araç saldırılarına kadar onlarca olaya rağmen Türkiye yoluna devam etti. Gezi ile başlayan sürecin son halkası ise hiç kuşkusuz 15 Temmuz’du ve o saldırı ise milletin direnişiyle savuşturulmuştu.

GEZİ’NİN AKTÖRLERİ

MEHMET ALİ ALABORA

“Mesele sadece Gezi Parkı değil arkadaş, sen hala anlamadın mı?” sorusu Gezi Kalkışması’nın sembol mesajları arasında yerini aldı. İlk olarak Savaş Ay’ın A Takımı’nda sokak röportajları ile tanıdığımız, sonrasında ise adını dizi oyuncusu olarak duyuran Alabora, Gezi’de en çok tartışılan isimler arasında yer aldı. Olayların ilk gününden itibaren en ön safta yer alan, başkanı olduğu Oyuncular Sendikası’ndaki tüm arkadaşlarını meydana çağıran Alabora, Gezi ile genç devrimci lider olma hayalleri kurdu ama sonunda soluğu Londra’da aldı. Can güvenliği olmadığını iddia ederek ülkeyi terk eden Alabora’nın muhalif liderlik çabası daha başlamadan bitti.

LEVENT ÜZÜMCÜ

Gezi olayları ile siyasi iktidarı değiştirme hayaline en çok inanan hiç kuşkusuz Levent Üzümcü’ydü. Şehir Tiyatroları’nda oynuyor, dizilerde rol alıyordu. Gezi’yi örgütleyen ve geniş kitlelere yayılması için çok çaba harcayan isimlerden biriydi. Olaylar sırasında sosyal medyadan yaptığı çağrılar gittikçe öfkeli mesajlara dönüştü. Son olarak Hükümete ve Ak Partililere dönük ağır hakaretler içeren sözleriyle hatırlanan Üzümcü için de çok sayıda soruşturma açıldı. Şehir Tiyatrolarından uzaklaştırılan Üzümcü’nün Gezi nostaljisi hiç bitmedi

SIRRI SÜREYYA ÖNDER

En aktivist, en heyecanlı, en yaralı ve en siyasi oydu. Olayların ilk gününden itibaren Gezi Parkında konuşlanan Önder, yaralandığı iddiasıyla hastaneye bile kaldırıldı. O dönem BDP Milletvekili olan Önder, partisi tarafından da yalnız bırakıldı. Olayların ateşi yükseldiği günlerde meydanı sessiz sedasız terk eden Önder, sonrasında ise Cihangir’de kendini güvene aldı.

CAN DÜNDAR

Kısa yoldan muhalif olmanın ekmeğini yemek için Gezi’ye koşan gazeteci, Başbakan Erdoğan ile görüşecek heyette de yer almak istedi ama kabul görmedi. Erdoğan’ın kabul etmediği Can Dündar, Gezi’deki popülaritesini FETÖ desteğiyle Cumhuriyet’i ele geçirme operasyonunda da kullandı. Cumhuriyet’i bir FETÖ gazetesi yapmaya çalışan Dündar, MİT TIR’ları davasında yargılanırken Almanya’ya kaçtı.

BARIŞ ATAY

Bugünlerde çokça konuşulan Atay, gençlik dizisinde elde edemediği şöhreti sosyal medyada buldu. Gezi Olayları sırasında aşırı sol grupların içinde yer alan Atay, mesajları ve konuşmalarıyla tepki çekmeye devam ediyor. Kendisini hep Gezi olayları ile tanımlayan ve muhalif kimliğini Gezi ile meşrulaştırmaya çalışan Atay, sanatsal üretiminden çok militan kişiliğiyle gündemi işgal etmeyi sürdürüyor

NİHAT DOĞAN-TAMER KARADAĞLI-ŞAFAK SEZER-YAVUZ BİNGÖL

Gezi olaylarının ilk günlerinde meydanda objektiflere takılan bu isimler daha sonra pişmanlık açıklamalarıyla dikkatleri çekti. Kimileri samimi buldu, kimileri ise döneklikle suçladı ama bu dört ismi Türkiye daha sonra farklı yerlerde gördü. Gezi ile tam zıt kutupta kendilerini konumlandıran bu isimlerin her açıklaması sorgulandı, her tavrı şüphe çekti.

ALİ KOÇ

İş dünyasından Gezi olaylarına destek veren belki de en önemli isim olarak akıllarda kaldı. Divan Oteli’ni göstericilere açtı, her türlü lojistik imkanı sundu. Hatta sadece yaralılar için değil olaylara katılan tüm eylemciler için imkanlarını seferber ettiği iddia edildi. Gezi olayları sırasında pek çok isimle ilgili soruşturma açılırken Ali Koç için herhangi bir yasal işlem yapıldığına dair haber çıkmadı.

CEM BOYNER

YDH Hareketinin yenik lideri yıllar sonra ikinci bir çıkış yapmak için Taksim’deydi ama bu defa da onu dikkate alan çıkmadı. Boyner grubun patronu, bir ergen tavrıyla günlerce Gezi olaylarının merkezindeydi ama ona dair akılda kalan tek detay üzerinde, “Ne sağcıyım ne solcu, çapulcuyum çapulcu” yazan pankarttı.

ERGÜN ÖZEN

Garanti Bankası’nın genel müdürü olarak iş dünyasının dikkat çekici profesyonellerinden biriydi. Patronu Ferit Şahenk’e rağmen Gezi’ye destek verdiği kulislere yansıdı. Finans piyasasının bu etkili ismi ve yakın dostları Gezi’ye bir gençlik heyecanı yaşarcasına katıldılar. “Ben de çapulcuyum” sözleriyle hatırlanan en üst düzey finans profesyoneli bir süre sonra bankasından ayrıldı ve çoktan unutulmaya terk edildi

HÜSEYİN AVNİ MUTLU ve HÜSEYİN ÇAPKIN

Olaylar sırasında biri vali diğeri ise emniyet müdürü olarak görev yaptı. 15 Temmuz sonrası FETÖ’den tutuklanan İstanbul’un bu iki üst düzey yöneticisinin Gezi olayları sırasındaki kararları hala araştırılmaya muhtaç. Gezi Kalkışması öncü bir FETÖ projesi miydi, yoksa FETÖ’nün istifade etmeye çalıştığı bir olay mıydı hala aydınlatılabilmiş değil.

İstanbul Valisi’ni tanımayan varsa da kesin tanıyor artık, bazen sabaha kuş sesleriyle başlayıp Gezi Parkı’ndaki gençlerin yanında olmak istediğini söyledi, bazen müdahaleyi savundu. En ilginç olanı ise direnişçilere Twitter üzerinden cep numarasını vermek oldu, merak ettiklerini Vali’ye bizzat sordu numarayı düşürebilenler… Bir de gençlerle Dolmabahçe’de bir kafede buluşup direnişi masaya yatırdı.

CHRİSTİANE AMANPOUR – CNN

Gezi olayları sadece CNN’in değil tüm yabancı medyanın ilgi odağıydı ama en üst düzeyde bir haberciyle takip eden onlar oldu. Yıllarca savaşları takip eden, devlet başkanları ile özel söyleşiler yapan İran asıllı haberci, olayları izlemek üzere İstanbul’a geldi ve saatlerce canlı yayında ekran karşısında kaldı. Hükümet’in devrilmesi için büyük heyecan duyduğu dikkatlerden kaçmayan Amanpour’un, ”Gösteri bitti Mr. Kalın” sözleri ise niyetini açıkça ortaya koyuyordu.

PENGUEN BELGESELİ

Gezi olayları sırasında CNN Türk televizyonunun Penguen belgeseli yayınlaması da unutulmayanlar arasında yer aldı. Geziciler Aydın Doğan’ı en çok bu belgeselden dolayı eleştirdi. CNN Türk ile birlikte bir diğer haber kanalı NTV de, Gezi eylemcilerinin öfkesinden nasibini aldı. Dönemin yayın yönetmeni Cem Aydın’ın Gezi’ye sahip çıkan mesajları sonrası NTV, iki tarafa da yaranamadı. Doğuş grubu Gezi krizini Tarih dergisini kapatarak aşmaya çalıştı.

GEZİ’NİN HEYECANLI ÜNLÜLERİ

Olaylarla birlikte Gezi Parkına koşan pek çok ünlü isim vardı. Kimisi olayların merkezinde yer alıyor, kimisi ise magazin görünürlüğü için meydana koşuyordu. O günlerde en popüler ödül töreninde dahi göremeyeceğiniz kadar ünlü isme Gezi Parkında rastlayabilirdiniz. Olayların ateşi düştükten sonra kimisi kandırıldığını, kimisi merak ettiğini kimisi ise sadece ağaçlar için sesini yükselttiğini söylese de, inandırıcı olamadılar.

İşte Gezi’nin ünlülerinden bazıları:

Halik Ergenç, Bergüzar Korel, Kıvanç Tatlıtuğ, Gonca Vuslateri, Hande Yener, Tarkan, Nehir Erdoğan, Öykü Karayel, Nur Fettahoğlu, Timur Acar, Mehmet Günsür, Burcu Esmersoy, Halil Sezai, Tuba Büyüküstün, Demet Akalın, Demet Akbağ, Kenan İmirzalıoğlu, Nejat İşler, Şevval Sam, Meltem Cumbul, Okan Bayülgen, Selçuk Yöntem, Oktay Kaynarca, Rıza Kocaoğlu, Zafer Algöz, Menderes Samancılar, Ozan Güven, Erdal Beşikçioğlu, Kenan Doğulu, İşler Güçler, Çocuklar Duymasın dizi ekibi, Zekeriya Beyaz, Hüsamettin Cindoruk.

 Fatih Sadırlı / Gerçek Hayat

adminadmin