Kültür
Giriş Tarihi : 21-10-2018 09:00   Güncelleme : 21-10-2018 09:00

Gözler penceredir, gören gönüldür!

Gözler penceredir, gören gönüldür!

Bu iki olayın bahşettiği yeni bakışlarla dervişleri izledim. Sağdan başladıkları en âlâ kelimeleri, solda gönüllerinin tam üstünde bitiriyorlardı. Solda bitirdikleri kelimeler, gönüldeki kandilleri uyandırıyordu.

Zamanın kendisiyle güzelleştiği bir adamla, yani bu dört harfli kelimenin bütün manalarını dolduran ve ona kendi vechesinden başka yeni manalar da bahşeden bir adamla, Baltalimanı'ndan denize doğru bakıyorduk. Bende çay, onda da çay vardı. Bir fazlası daha vardı onun, sigarası. Derin bir nefes çektikten sonra sigarasından, “denize bak!” dedi, "nasıl kaynıyor. Dalga değil, bir kaynama bu. Neden kaynıyor deniz?.." “Siz söyleyin” dedimse de cevabını alamadım. Zihnime bir kıymık batırdı ve öyle bıraktı.

Deniz niçin kaynar?

Ben bu bakmanın ve denizin kaynamasının üzerine epeyce düşündüm. Bütün çözümler için başvurduğum tek merci olan aşka yordum denizin kaynamasını. Bu değerlendirmenin üzerine hatırım bir Yunus Emre ilahisi lûtfetti. Buna göre sanki Baltalimanı'ndan baktığımız deniz; "ben bu yolu bilmez idim/ aşk gönlüme düştü gider/ aşk elinden dertli yürek/ kaynayuben taştı gider" diyordu. Yani en azından ben onu duydum. Aslî manası da bence buna yakın bir şeydir. Zira kâinatta ne varsa aşktan ibarettir.

Gözler penceredir, gören gönüldür!

Yakın zamanların cuma akşamlarından birinde, bir başka güzel adamlardan biri, devran ayininde dervişlerin dalgalandığını söyledi. Ben bunları göremeyişimin suçunu kime yüklesem bilemedim. Tek başına gözüme yüklenmek istemedim. Çünki göz ışığını güneşten alıyor gibi görünse de aslında gönülden alır. Bunu şurdan biliyoruz. Fatih sertürbedârı Ahmed Amiş Efendi hazretleri "dağı dağ, taşı taş gördüğün sürece, mürşide muhtaçsın" der. Bu sözün kılavuzluğunda yürüyerek, gözün yanılmasının en fazla büyüklük-küçüklük, uzaklık-yakınlık ve renklerle alakası olduğunu akla getirdikten sonra, mürşid-i kâmillerin de gönülle meşgul olduklarını hatırlayalım. Görenin gönül olduğuna, gözlerin ise pencere hükmünde olduğuna kâni oluruz. Gönlün görüş alanını genişleten  ise hayrettir.

İnsana ruh üflenen meydan!

Bu iki olayın bahşettiği yeni bakışlarla dervişleri izledim. Sağdan başladıkları en âlâ kelimeleri, solda gönüllerinin tam üstünde bitiriyorlardı. Solda bitirdikleri kelimeler, gönüldeki kandilleri uyandırıyordu. Uyanan kandillerin ışığı gönül toprağına atılmış tohumlara vurdukça, Mesih nefesinin yelleri binlerce can dağıtıyor, ism-i Hayy kendine yeni kalıplar, yeni kılıflar, yeni elbiseler, yeni cesetler, yeni mahaller,  yeni mazharlar buluyordu. 'O her an bir iştedir' sözünün vukûunu müşahede eden gönül, taze binlerce canla ve yeni ışıklarla birlikte suretine taşındığı bedene, şehadet meydanında, kullar arasında, tanıklık ediyordu.

Sevgili'nin kokusuyla sarhoş olmak!

Farklı arklardan akarak er meydanında mecz olan dervişler deniz gibi dalgalanıyor, kaynayan bir kazan gibi göğüsleri fokurduyordu. Mekke'ye yayılan sadık dostun ciğerinin kokusu, buradan duyuluyor, Allah arslanının sırrı tebdil kıyafet bu meydanda arz-ı endam ediyordu. Söylenen hep güzel sözler, can veren şarkılar, ilâhi fısıltılardı. Sevgilinin isimleri okunuyordu, sevgilin kaşından, gözünden, sevgilinin canından söz açılıyordu. Söylenen hep güzel havalardı, okunan hep şirin türküler. Dervişân nasıl dalgalanmasın, nasıl kaynamasın ki, sevgilisi "sevdiğinin adı geçince depreşmeyen bizden değildir." diyen âşık.

Mustafa Nezihi'nin "Hangi eylemin finali muhteşem olur?" başlıklı yazısı için buyurunuz.

Ahmed Sadreddin Mustafa Nezihi'nin ricasıyla yazdı

https://www.dunyabizim.com

 

adminadmin