Kültür
Giriş Tarihi : 15-07-2018 17:00   Güncelleme : 15-07-2018 19:49

Gözyaşının Vatanı: Doğu Türkistan

Gözyaşının Vatanı: Doğu Türkistan

Yıl 1914... Hac farizasını yerine getirmek isteyen Doğu Türkistanlı Müslümanlar Hicaz’a gitmeden önce âdet-i kadim üzere payitahta yani Halife’nin huzuruna gelirler. (Orta Asya Müslümanları ya hacca giderken ya da dönerken mutlaka İstanbul’a Halife’nin huzuruna çıkarlardı.) İstanbul’a geldikten az zaman sonra itilaf devletlerinin Çanakkale’ye çıkarma yaptıkları haberi gelmiş ve Halife cihat fetvası yayımlamıştı.

Hacca gitmeden önce uğradıkları şehirde bu haberi alan Doğu Türkistanlılar içlerindeki din adamı âlimlerle istişarelerde bulunup “Hac yoluna devam etmenin mi, yoksa Halifeye bağlı Müslümanlar olarak savaşa katılmanın mı farz olduğunu” sorguladılar. Kur’an-ı Kerim’in hükümlerine dayanarak âlimlerin verdiği fetva savaşa katılmak olunca Doğu Türkistan’dan gelen kafilenin tüm erkekleri Çanakkale Savaşı’na gitti ve hepsi orada şehit oldular.

Vatanın harim-i ismetini korumak için toprağa düşmüş Doğu Türkistanlı bu kardeşlerimiz şimdi binlerce Çanakkale şehidi ile beraber bu topraklarda yatmakta...

Orada, bir köy var uzakta. O köy bizim köyümüzdür...

Doğu Türkistan düşünce kalbe hep bu ezgi dolar dilime… Evet, orada bir Türk ili var uzakta, gidemeyiz, göremeyiz belki bilemeyiz lakin o il bizim kardeşlerimizin ilidir. Gönül köprüsü ile bağlı olduğumuz soydaşlarımızın memleketidir. Türk’ün ila-yı kelimetullahı gün görmemiş topraklara götürme ahdinin ilk kademidir. Acı kaderinden asırlardır kurtulamayan, bir tarafından Çin diğer tarafından Rusya’nın baskısı altında dinine ve milliyetine sıkı sıkı sarılarak hayat mücadelesi veren Türk’ün hayat bulduğu, İslam’la yoğrulduğu, toprakların şimdilerdeki adıdır Doğu Türkistan...

Tarihi

Yüzölçümü olarak bir milyon 828.418 kilometrekare toprağa sahip olan Doğu Türkistan; Türklerin en eski yerleşim alanlarından biridir. İlk olarak MÖ 300 yıllarında Hunlar, Doğu Türkistan’ı kendilerine bağlayarak Türk birliği kurma çabalarına girmiştir. Coğrafya bu tarihten sonra sırasıyla Hun (MÖ 220-M.S. 386), Tabgaç (386–534) ve Göktürk (550–840)  hâkimiyetinde kalmış ve nihayetinde Uygur Türkleri 840 yılında bölgeye yerleşmiştir.

840 yılında Kırgızlarla yapılan mücadele ve Kırgızların bölgeye hâkim olmaya çalışmasıyla birlikte Uygurlar kendilerini toparlayamamış, bir kısmı Kuzeye bir kısmı da bugün Doğu Türkistan diye adlandırılan bölgeye –Tufan ve Kaşgar- tarafına göç ederek burada Uygur Devleti’ni kurmuşlardır. Moğol istilasına kadar rahat bir hayat sürmüşlerdir. Sonrasında Yedisu taraflarına göçen Uygurlar, kendilerinden evvel buraya gelip yerleşik hayata geçmiş olan Yarkent, Hoten ve Kaşgar isimli Uygur Türkleri ile kaynaşmıştır. Nihayetinde 880 yılında Karluklarla birleşen Uygurlar bu bölgede Karahanlı Devleti’ni kurmuşlardır.

Devletin kuruluşundan sonra ilk Karahanlı Hükümdarı olan Bilge Kül Kadir Han, başkenti Kaşgar’a nakleder. Bu sıralarda yeğeni Saltuk Buğra Han İslamiyet'le tanışmış ve Müslüman olmuştu. Bilge Han’ın ölümünden sonra devletin başına geçen Saltuk Buğra Han âdeta dünya tarihine mühür vururcasına “İslamiyet'i devletin resmî dini olarak ilan ediyordu.” Bunun neticesinde Türk tarihinin en önemli olaylarından biri vuku buluyor; İslamiyet'le tanışan Türk boyları kitleler hâlinde Müslüman oluyorlardı. Örf ve ananelerine bağlı olan Türkler bu tarihten sonra İslam kültürü ile tanışacak ve Türk-İslam kültürünün sahibi ve geliştiricisi olacaklardı.

Sırasıyla 846-1218 yılları arasında Kara Hoca Uygur Hanlığı, 1218-1759 yılları arasında da Türk-Moğol İmparatorluğu hâkimiyeti altında varlık mücadelesine devam etmiştir. Moğol işgalinden asırlar sonra, 1750 yılında Çin işgali ile karşı karşıya kalan Doğu Türkistan’ın makûs kaderi 1863 yılına kadar bu şekilde devam etmiştir. Bu süre zarfında 42 isyan hareketi başlatmış olan Doğu Türkistan Türkleri nihayet 1863 senesinde Mehmet Yakup Bey’in, merkezi Kaşgar olan devleti kurmasıyla yeniden bağımsız olmayı başarmışlardır. Evvela dönemin Osmanlı padişahı Sultan Abdülaziz’den yardım alan bu devlet en büyük yardımı ise yine bir Osmanlı padişahı Sultan II. Abdülhamid’den görmüştür.

Tüm desteklere rağmen 1863’te başlayan bu huzurlu ortam uzun sürmemiş, 1877 yılında kurucu devlet başkanı Yakup Bey’in ölümünün hemen ardından Çin büyük bir güçle Doğu Türkistan’a saldırmıştır. Çin’in işgaline uzun süre direnen Doğu Türkistan muvaffak olamamış, 18 Mayıs 1878’de tamamen işgal edilmiştir. 18 Kasım 1884 tarihinde ise Çin imparatorunun emriyle; Şin-Cang (Xin Jian “Yeni Toprak”) adıyla 18 eyalete ayrılarak doğrudan İmparatorluğa bağlanmıştır.

Bu tarihten sonra yaklaşık bir buçuk asır çeşitli zulümlere maruz kalan Uygur Türkleri, 1931 senesinde Kumul kentinde bir bağımsızlık mücadelesi başlatmış ve Hoca Hacı Niyaz cumhurbaşkanlığında, 1933’te Kaşgar’da Doğu Türkistan İslam Cumhuriyeti’ni kurmayı başarmışlardır. İsyanın başlangıç aşamasında kendi millî çıkarları sebebiyle Uygurlara destek veren Rusya, isyan devam ederken “kendi içerisinde var olan Batı Türkistan’a örnek teşkil edebileceği gerekçesi ile Uygurlara olan desteğini keserek doğrudan Çin’e destek vermiş ve kurulan devletin yıkılmasına büyük ölçüde yardımcı olmuştur.

Varlık mücadelelerine yılmadan devam eden Uygur Türkleri 1944 yılında Gulca’da Çinlilere karşı yine galip gelmeyi başarmıştır. Bu mücadelede yeniden Rusya tarafından desteklenen Uygurlar 1944’te Ali Han Töre’nin liderliğinde, Gulca’da bu kez Şarkî Türkistan Devleti’ni kurmuşlardır. Gulca, Tarbagatay ili ve şehirlerini içine alan bu cumhuriyet, bölgede kendilerine saldıran ve var olmalarını istemeyen Çin kuvvetlerini yenmeyi başarmıştır. Ancak bu dönemde Rusya bu hızlı gelişmelerden endişe etmeye başlayarak Çinliler ile Uygurları anlaşma yapmaya zorlamıştır. 1946 yılında iki hükûmet arasında 11 maddelik bir metin imzalanıp birleşik hükûmet kurulmuş ve böylece bu devlet de Rusya’nın olumsuz tutumu “esasında çıkar oyunları sayesinde” ortadan kalkmıştır.

Tüm bunlar yaşanırken de Mao, Çin’e hâkim oluyor; 1949 Eylül’ünde Doğu Türkistan’daki Çin birliklerinin komünist Çin hükûmetine bağlılıklarını bildiriyor ve ne acıdır ki; Çin hiçbir askerî güç kullanmadan Doğu Türkistan’ı tamamen işgal ediyordu.

İşgalden sonra zulüm gören halktan Hindistan ve Pakistan’a göçen 2.000 Kazak’ın Türkiye’ye yaptığı sığınma talebi kabul edilmiş ve bunun sonrasında 1953 yılında yine Pakistan ve Keşmir’e sığınan 900 Doğu Türkistanlıya sığınma hakkı tanımıştır.

1955 yılında Çin, Doğu Türkistan’ı eyalet statüsünden çıkararak Moğol, Kırgız, Kazak ve Hui alt idari birimleriyle birlikte Sinjang Uygur Özerk Bölgesi adı altında doğrudan merkezî hükûmete bağladı. 1958-1961 yılları arasında ise Mao’nun Büyük Atılım ekonomik planını hayata geçirerek tarımı kolektif hâle getirip endüstriyel üretime ağırlık verdiler. Plan yürürlükten kalktığında acı bilanço tüm çıplaklığıyla gözler önüne seriliyordu. 20 ila 30 milyon insan açlık ve kıtlık sebebiyle hayatını kaybetmişti.

1959-1962 yılları arasında yapılan zulüm ve eziyetten bıkan binlerce Uygur, Kazak ve Kırgız, evlerini yurtlarını bırakmaya mecbur kalıyor ve kitleler hâlinde başta Kazakistan olmak üzere Sovyet cumhuriyetlerine iltica ediyordu. Mayıs 1966 ile Ekim 1976 yılları arasında Mao’nun Kültür Devrimi ile komünist rejime muhalif unsurlar siyasi, kültürel ve ekonomik bir tasfiye kampanyasıyla toplama kamplarına gönderiliyordu. Yine işkence, acı ve gözyaşı...

Mao Zedong 1976 yılında ölüyor ancak Doğu Türkistanlılara yapılan zulüm bir türlü dinmiyordu. Pekin’in Tiananmen Meydanı’ndaki protestolarda Çin ordusu tarafından 1.000’i aşkın insan öldürülüyor, 5 Nisan 1990 Barın Katliamı diye hafızalara kazınan olayda Kaşgar’ın güneyinde bulunan yaklaşık 20.000 nüfuslu Barın’da yaşanan bir ayaklanmada Çin ordusunun müdahalesiyle çok sayıda Uygur Türkü hayatını kaybediyordu.

Tarihler 5 Şubat 1997’yi gösterdiğinde dinî yaşantılarına ve kimliklerine karşı artan baskı ve işkencelerden bıkan 15.000-20.000 civarında Uygur ayaklanıyor ve çıkan çatışmalarda 100 Uygur Türkü katlediliyor, yüzlercesi yaralanıyor ve 4.000 kadarı da gözaltına alınıyordu.

19 Şubat 1997 tarihinde binlerce Uygur Türkünün katili Deng Xiaoping ölümünün ardından 2004 yılında Doğu Türkistan Millî Kurultayı ile Dünya Uygur Gençlik Kurultayı tek bir organizasyon altında birleşerek Dünya Uygur Kurultayı kuruldu.

Ancak Doğu Türkistan’da zulüm hiçbir zaman dinmedi. 5 Temmuz 2009 tarihinde bir oyuncak fabrikasında çıkan olaylarda Uygur işçiler öldürülünce halk Urumçi’de sokaklara döküldü. Akabinde yaşanan ölümler ve tüm hadiseler Sinjang Hükûmeti Basın Bürosu tarafından “terör saldırıları” olarak tanımlandı.

Ve asırlardır süren Çin zulmü demadem sürüp gitti. Irki ve dinî baskılar, alınan kararlar, uygulanan yasaklar hatta işkenceler... Dünyanın gözleri önünde bir millete reva görülen bu vahşet ve zulüm altında inleyen fakat bir türlü sesini duyuramayan Doğu Türkistan...

Şimdilerde ise zulüm âdeta asumanı inletiyor; Çin yönetimi Doğu Türkistan’da bütün sınırları aştı. Ülkenin erkeklerinin neredeyse tamamı ya hapishanelerde yahut toplama kamplarında. Geri kalan erkeklerin evlerine de bir Çinli yerleştirilme projesi ile Türk kızlarının Çinlilerle evlendirilme projesi hayata geçirilmiş durumda. Çin’in yeni çıkardığı bu asimilasyon politikası ile Çin yönetiminin hedefleri doğrultusunda 2050 yılında Doğu Türkistan ya da Uygur topluluğu diye bir topluluk kalmayacak. Çünkü Çinli erkeklerle evlenmeye zorlanan Uygur kızlarının hapislerde olan anne babalarına iyi muamele olunacağı yahut toplama kamplarındaki yakınlarının serbest bırakılacağına dair vaatleri Uygur kızlarını çaresiz bırakıyor. Gelen haberler ise herhangi bir Çinlinin sokakta görüp beğendiği bir Uygur kızını Çin yönetiminden isteyip evlenebildiği, bu evliliğe itiraz eden aile yakınlarının ise sudan bahanelerde toplama kampına alındığı yahut hapsedildiği yönünde...

2017’nin son aylarından 2018 Mayıs ayına kadar Doğu Türkistan toplumunun millî değerleri sayılan; din âlimi, yazar, şair, iş adamı, aydın, akademisyen Çinliler tarafından hedef alınıp ya yok edildi yahut zindana atıldı. Hapishanelere atılanların bazıları ilerleyen yaşları sebebiyle işkencelere dayanamayarak şehit oldu. Şu anda ise Çin zindanlarında ne kadar Uygur Türkünün olduğu dahi belirsiz...

Evet... Türk’ün İslam’la yoğrulduğu bu topraklar şimdilerde Müslüman’a yapılan büyük zulme şahit olmakta, İslam’ın, Türk’ün gönlü ile resmî din olarak ilan edilmesine şehadet eden diyar, âlem-i İslam’a sesini bir türlü duyuramamakta...

Zulüm masivayı sarmış, feryat asumanı inletiyor…

Kaşgar’ın turabı küskün, Urumçi yalnız şimdilerde...

Ötüken’in bu sessiz çığlığı kâinatı titretiyor...

Nermin Taylan / Diyanet Dergisi

 

adminadmin