Analiz
Giriş Tarihi : 17-06-2018 16:00   Güncelleme : 17-06-2018 16:05

Günden güne yitirdiğimiz Mirasımız Kudüs ve Mirasımız Derneği (2)

Günden güne yitirdiğimiz Mirasımız Kudüs ve Mirasımız Derneği (2)

El-Halil’e gidip iftara otele yetişebilmek için Yafa’daki gezimizi hızlandırdık hatta Tel Aviv tarafındaki tek cami olan Ahmediye Camii’ne gidemeden El-Halil’e hareket etmek zorunda kaldık.

Otobüs'l El-Halil'e doğru yola çıkıyoruz. Ancak normalde Kudüs ziyareti için geldiyseniz El-Halil tarafına geçmek yasak... Bir diğer husus da Batı Şaria'daki Müslümanların Kudüs'e, Mescisd-i Aksa'ya girişinin yasak olması ve özel izinle girebiliyor olmaları... Düşünebiliyor musunuz? Kendi ülkenizde, kendi topraklarınızda, kendi şehrinize, mescidinize girişiniz lanetli bir kavim tarafından engelleniyor. Biz Müslümanların uyanması için daha ne gerekli bilemiyorum ki?

Neyse, El-Halil'e giderken yol üzerindeki İsrail kontrol noktaları ve utanç duvarı dikkatimizi hemen çekiyor.

El-Halil, Kudüs'ten önce Hz. Davut'a da başkentlik yapmış bir şehir...

El-Halil'e girerken İsrail kontrol noktası var ve oradan geçmek zorundasınız. Bir deEl-Halil'in girişindeki şehre hâkim yüksek tepelere yapılmış olan İsrail yerleşim yerleri dikkatimizi çekiyor. Buralara özellikle Doğu Avrupa'da yer alan Yahudileri yerleştirdiklerini öğreniyoruz.

Terör Devleti İsrail, buralara yerleştirdiği Yahudilere dayalı döşeli, önünde arabaları dahi olan lüks evler ve iş garantisi veriyor.  Böylece Filistin topraklarını lanetli kavmi için cazip hâle getiriyor. Bu işgal politikasıyla da Filistin topraklarındaki işgalini her geçen gün genişletiyor ve Filistinlileri topraklarından sürüyor.

Nihayet El-Halil'e ulaşıyoruz. El-Halil'e girince sağda solda Filistin polisini görüyorsun. Bu polisler, FKÖ Lideri Mahmud Abbas'a bağlı... Ancak hiçbir yetkileri yok ve bir Yahudi askeri gelip ellerindeki silahları alıp polisleri gözaltına alabilir.

Tarihi binlerce yıl öncesine dayanan El-Halil, tüm Filistin toprakları gibi maalesef ki İsrail ablukasının derinden hissedildiği bir şehir. Şehirde yoğun olarak Müslümanlar yaşıyor ve taş binalar hemen dikkatinizi çekiyor. Buram buram tarih ve maneviyat kokuyor. Ancak sokaklarına indiğiniz anda çevrenizi çocuklar sarıyor ve ısrarla size bir şeyler satmaya çalışıyorlar. Maalesef ki özellikle buradaki insanlar, bir nevi dilenci konumunda düşürülmüş. Gelir kaynakları sınırlı olduğu için ve yapacak çok da fazla bir şeyleri olmadığı için çaresizler. Tüm Filistin'de olduğu gibi Türkiye'den geldiğinizi öğrendiklerinde size karşı ayrı bir muhabbet ve ilgi gösteriyorlar.

Çocuklar o kadar masum ki... Hele kendinden az küçük kardeşini taşıyan bir kız çocuğu vardı ki bu kadar mı tatlı ve masum olur bir çocuk? Kendisini zor taşıyan çocuk, bir de kardeşini taşıyordu. Tabii bir fotoğraflarını almazsak olmazdı.

Yine bir arabaya doluşmuş ve bize hayran hayran bakan çocuklar da oldukça sevimliydi.

Arabadan inince çocuklarla biraz ilgilendikten sonra üç genç geliyor selam veriyor. Türkiye'den geldiğimizi öğrendikten sonra başlıyorlar Türkçe konuşmaya... İstanbul Üsküdar'da kalmışlar bir süre... Gözleri parlıyor bizi görünce... Sanki yıllardır görmedikleri bir yakınlarını görmüşler, o kadar sevinçliler ve bizimle beraber Halilürrahman Camii'ne geliyorlar, anlatıyorlar; bizi bir an bile yalnız bırakmıyorlar.

Birçok yerde olduğu gibi burada TİKA ve yaptığı güzel çalışmalar çıkıyor karşımıza. İnsan guru duyuyor ülkesiyle ve bu kurumla... Hani şu muhalefetin kapatacağım dediği TİKA...

El-Halil'e girebilmek için hem caminin yanındaki çarşıdan geçiyoruz. Çarşı diyoruz ama çarşıda pek bir şey yok, fakirliği tezgâhlardan hem anlıyorsunuz ve size Filistin'i çağrıştıran bir şeyler satma gayretinde hepsi... Bileklik, kolye vb.

Caminin dört tarafı işgali İsrail tarafından kapatılmış. Tek giriş ve kontrollü olarak alıyorlar Müslümanları...

Neyse ki caminin giriş kapısına varıyoruz, kapılar kapalı, ikindi namazı yaklaşmış ama insanları içeriye almıyorlar. Kapıda Müslümanlar bağırıyor, protesto ediyor. Bizim grup gelince kapıları açıyorlar -turist olarak gördükleri için- geçişimize izin veriyorlar, bu fırsattan yaralanıp yerli halkın bir kısmı da içeriye girebiliyor.

Bu manzara karşısında insanın öfke duymaması, İsrail'e ve onu destekleyen tüm Batı'ya lanet okumaması mümkün değil. Biz Müslümanlar için çok rezil ve zelil bir durum. Ağlamamak için kendimizi zor tutuyoruz.

Caminin girişindeki abdesthanede abdestlerimizi tazeliyoruz. Oraları temizleyen kişi hemen yanınıza gelip sizinle muhabbete başlıyor, Türkiye'den geldiğinizi öğrenince ayrı bir ilgi gösteriyor. Doğal olarak sizden biraz para vermenizi bekliyor. Acıyorsun bu insanlara, kahroluyorsun Müslümanların düşürüldüğü bu duruma...

Caminin içine girerken caminin bölünmüş olduğunu görüyorsunuz. Bir tarafı sinagog hâline getirilmiş, bir tarafı ise cami olarak hizmet veriyor.  Camiyi bile işgal edip bir kısmına çökmüş lanetli kavmin temsilcileri...

1994'te sabah namazında bir Yahudi, otomatik silahla cemaati tarayarak 29 Müslüman'ı şehid ediyor. İsrail mahkemesi bu katili deli raporu vererek serbest bırakıyor ve camiyi ibadete kapatıyor. Bir yıl kapalı kalan cami açıldığı zaman bir de görülüyor ki İsrail, camiyi ikiye bölmüş ve yarısından fazlasını Sinagog hâline getirmiş. Müslümanlar için oldukça önemli bu cami bir oldubittiye getirilerek işgal ediliyor.

Peki, Halilürrahman Camii'nin önemi nereden geliyor. Hz. İbrahim ve eşi Sare (Hz. İshak’ın annesi), oğlu Hz. İshak ve eşi Rafka (Rebeka), onun oğlu Hz Yakup ve onun oğlu Hz. Yusuf’un kabirlerine ev sahipliği yapan bir mescit olmasından dolayı oldukça önemli bir cami...

Üç dindeki (İslam, Musevilik, Hıristiyanlık) metinler ve rivayetler de kabirlerin burada olduğunu doğruladığı için kabirlerin bu peygamberlere ait olduğu kesin gibi...

Halilürrahman Camii'ndeki en dikkat çekici şeylerden biri de Selahaddin Eyyubi'nin koydurmuş olduğu minberidr. Nureddin Zengi, Halep’te Kudüs’ün fethi için iki minber yaptırır (1168), Kudüs’ün fethi kendisine müyesser olduğunda Selahaddin, bunlardan birini Kudüs’te Mescid-i Aksa'daki Kıble Mescidi'ne, diğerini ise El-Halîl’deki Halilürrahman Camii'ne koydurarak Nureddin Zengi'nin hayalini gerçekleştirir. Kıble Mescidi'ndeki minber maalesef ki bir yangında kül olur ve sonra yerine orijinalinin aynısı yapılır. Ancak Halilürrahman Camii'ndeki minber, tüm işgal girişimlerine, saldırılara rağmen hâlâ sapasağlam durmaktadır.

Camide iki rekat mescid namazı kılıp bir süre oturuyoruz, fotoğraflar çekiyoruz, özellikle Halis Mutlu'dan camiyle ilgili bilgiler alıyoruz. İkindi namazını kılıp camiden ayrılıyoruz.

Cami avlusunun dışına çıkarken sadece dışarı çıkacak şeklide ayarlanmış kafes şeklindeki kapıdan geçiyorsunuz. Şahit olduğumuz manzara ve Müslümanların içler acısı durumu hepimizi mahzunlaştırıyor.

Kudüs'e Yolculuk, Tekbir Tepesi'nden Mescid-i Aksa'ya Bakış ve Mescid-i Aksa

Kudüs'e hareket ediyoruz... Mescid-i Aksa'yı tam karşıdan gören Tekbir Tepesi'ne geldiğimizde başlıyoruz otobüste tekbir getirmeye... Otobüsümüz Tekbir Tepesi'nde duruyor ve iniyoruz tekbirler eşliğinde otobüsten. Karşımızda müthiş bir manzara... Mescid-i Aksa... Kubbet-üs Sahra... Çok farklı bir duygu kaplıyor içimizi... Biraz fotoğraf, video çekimi yapıp Halis Mutlu'nun verdiği bilgileri dinledikten sonra grup aşka geliyor, ilk ses duyuluyor: Tekbiiirrrr!.. Allahüekber, Allahüekber, Allahüekber!.. Bizdeki coşkuyu gören Filistinli bir grup kadın da aynı şekilde tekbir getirip bizi alkışlıyor. Tam o esnada tek sıra hâlinde elleri birbirinin omzunda ilerleyen ve ayin yapan Yahudi grubunda yüreği yerinden oynamış olmalı ki bir hayli tedirgin olarak uzaklaşıyorlar.

Tekbir Tepesi'nin hem alt kısmına düğünlerini vb. yapmak için Yahudiler eğlence mekânı açmış ve bangır bangır müzik çalıyor. Bunu da Müslümanlara rahatsızlık vermek için özellikle yapmışlar. Gerçekten de oldukça da rahatsızlık verici bir durum.

Buradan da hareket edip Mescid-i Aksa'ya 20 dakikalık yürüme mesafesinde olan otele geçiyoruz. Normalde planımız, otele yerleştikten sonra Mescid-i Aksa'ya geçip iftarımızı Mirasımız Derneği'nin vermiş olduğu ümmet iftarında açmaktı ama yetişme şansımız kalmadığı için ilk iftarımızı otelde yapmak zorunda kaldık.

İftardan sonra yatsı ve teravih namazı için Mescid-i Aksa'ya geçtik. Müslümanların genç, yaşlı, kadın, erkek, çoluk çocuk akın akın Mescid- Aksa'ya koşması tarifsiz bir mutluluk verdi bize. İnsanlar, Mescid-i Aksa'yı sadece bir mescid olarak görmüyor. Orası bir yaşam merkezi, Müslümanların onuru, şerefi... Mescid alanına girdiğiniz anda her yeri mescide çevirmiş insanlar... Bir tarafta yiyip içenler, bir tarafta seccadesini sermiş namaz kılanlar. O kadar canlı, hareketli ve cıvıl cıvıl bir ortam ki... Mescid-i Aksa sizi hemen etkisi altına alıyor, öyle bir huzurla doluyorsunuz ki anlatılmaz...

Mescid-i Aksa'ya yalnız girdiğim ve nereye gideceğimi tam olarak bilmediğim için önce Kubbet-üs Sahra'ya yöneliyorum ancak her tarafta kadınlar var, erkekler yok. kubbet-üs Sahra'nın yatsı ve teravih namazlarında kadınlara tahsis edildiğini öğreniyorum ve Burak Mescidi'nin olduğu tarafa yöneliyorum çok da bilinçli olmayarak... Akşam namazını kılmam lazım... Bakıyorum herkes, namazlarını bulduğu yerde, beton, toprak demeden kılıyor. Ben de açık hava mescidlerinden birinde Kasımpaşa şadırvanının -İstanbul'daki Kasımpaşa semtine adını veren paşa- hemen yan tarafında namaza duruyorum. Yan tarafta namazını kılmış olanlardan biri hemen seccadesini benim alnımın geleceği yere seriyor. Bu incelik hoşuna gidiyor, memnun oluyorsun. Namaz bitince hemen bir mırra ikram ediyor bir başkası...

O kadar huzur verici bir ortam ki... Türkiye'den geldiğini anlayınca hemen konuşmak istiyorlar; Türkiye'ye, Türklere ve özellikle de Recep Tayyip Erdoğan'a sürekli dua ediyorlar.

Bu manzarayı gördükçe sorumluluğumuzun ne kadar büyük olduğunu anlıyoruz. İslam Âlemi'nin bize, Türkiye'ye, özellikle de Recep Tayyip Erdoğan'a çok ihtiyacı var.

Yarın Kudüs gezisi, Mescid-i Aksa ve Mirasımız Derneği'inin faaliyetleriyle devam edelim inşallah...

Ferhat Ersin/Kudüs

Devam edecek

adminadmin