Kültür
Giriş Tarihi : 05-03-2017 14:00   Güncelleme : 05-03-2017 14:38

Hakikat

Hükmü başa alarak yazalım: Hakikat tek ve bâtıl sayısız. Herkese göre bir hakikat olmaz. Hakikat, Allah'ın, insanlara, Peygamberleri ve Kitapları vasıtasiyle bildirdiğidir.

Hakikat

İnsanlık yaratıldığı günden beri, milyarlarca insan geldi geçti. Kıyâmet ne zamandır bilmiyoruz ama, o güne kadar da, bilemiyeceğimiz sayıda insan gelip geçecektir. Hikmet ehlinin iki kapılı bir hana benzettiği dünya, dolup dolup boşalıyor. Bir kapısından giriliyor, Allah'ın ezelde takdir ettiği kadar duruluyor ve sonra çıkıp gidiliyor... Her akıl sahibinin düşünmesi gerekir. Nereden geliyoruz? Nereye gidiyoruz? Müddetini bilmediğimiz bu âleme gönderilişimizin hikmeti nedir? Ölüm dediğimiz hakikat gelip çatınca, bu âlemdeki ömür bitince, her şey bitiyor mu? Ölümden ötesinde bir hayat var mı, yok mu? İnsanın en temel sorusu budur, bu olmalıdır...

Her akıl sahibince bilinen bir gerçektir ki, insan, dünyaya kendi isteğiyle gelmediği gibi, kendi isteğiyle de terkedip gitmiyor. Doğuşumuz, dünyaya gelişimiz, ölümümüz ve ömrümüzün sona erişi, dünyada kaldığımız, kalacağımız süre... Bunlardan hiçbirisi, bizim aklımızla, irâdemizle olmuyor. Şair Ziya Paşa;

Âsude olam dersen eğer, gelme cihâne,

Meydana düşen, kurtulamaz seng-i kazadan

derken, bu temel gerçeği dile getiriyor. İronik bir üslûpla ve bugünün diliyle, dediği şudur: Rahat etmek, mutlu olmak, sıkıntı çekmemek istiyorsan, dünyaya gelme! Bu dünyaya gelen, kaza taşından başını kurtaramaz; sıkıntılardan, dertlerden kurtulamaz. Dünya, meşakkatler yurdudur. Rahat, huzur, mutluluk Cennet’tedir.

Bir mutlak irâde ve bir mutlak kudret sahibi var: ALLAH. İnanan inanır, inanmayan inanmaz. O mutlak kudret ve irâde sahibi, yarattığı insana verdiği mukayyet (sınırlı) irâde ve kudretle, insanı bu konuda hür ve muhtar bırakmıştır. İnsan, mutlak kudret sahibinin koyduğu kurallara, kendisine verilen akıl ve irâde ile, inanıp inanmamak hususunda serbest bırakılmıştır. Allah, insanoğluna verdiği ömür bittikten sonra, hayatın bitmeyeceğini, bu sınırlı hayattan sonra, sınırsız, sonsuz bir hayatın olduğunu; verilen akıl ve irâdeyi kullanarak, inanışının da, inanmayışının da, kendisine ne getireceğini, ne götüreceğini, ne kazandıracağını, ne kaybettireceğini önceden bildiriyor. "İnsan, başıboş bırakılacağını mı sanıyor?" (Kıyâmet Sûresi,36.âyet meâli) diyerek, hayatî bir hatırlatma yapıyor, Allah, insana...

Şuraya geliyoruz: Akıl, tek başına yetmiyor. Eğer akıl, insana tek başına yetseydi, Peygamberler ve Kitaplar gönderilmezdi. İlme, âlime ihtiyaç olmazdı. Akıl sahiplerinin bağlanacağı, teslim olacağı, aklın üstünde bir ölçü daha var: Vahiy. Allah, her insana akıl veriyor. Her insan, akıldan nasibini alıyor. İmtihan için, akıl sahibi olmak gerekiyor. Bizim bilmediğimiz bir sebeple aklı olmayanlar, kendisine akıl verilmeyenler, imtihan dışıdır ve aklın ne büyük bir nimet olduğunu anlamamız, kavramamız ve ibret almamız için, Allah, böylelerini, takdir ettiği şekilde, takdir ettiği kadar, takdir ettiği zaman, aramıza serpiştiriyor. Hayrettir ki, her insan da aklını beğeniyor. Denir ya: Akıllar pazara çıkarılmış da, herkes kendi aklına müşteri olmuş.

Âdem aleyhisselâmdan günümüze kadar sürüp gelen insanlık tarihinde, şu iki anlayış varlığını sürdürmüştür, böyle de gidecektir: Akıl bize tek başına yeter diyenlerle; akıl tek başına her meseleyi anlamaya, her problemi çözmeye yetmez; aklın üstünde ve ötesinde, Allah'ın, Peygamberler yoluyla biz insanlara bildirdiği bir "mevhibe" var. Buna tam teslim olmadıkça, kurtuluşa erilemez, mutlu olunamaz, huzur bulunamaz, kardeşlik ve barış sağlanamaz diyenler...

Akıl, vahyi kabule de, redde de elverişli bir yapıdadır. Akıl, tek başına iken, kendi kendine yettiğini sanırken, "başıboş" bir vaziyettedir. Başıboş akıl sahipleri arasında ahenk sağlanması mümkün değildir. Çünkü, hemen herkes kendi bildiği yolda yürüyecek, herkes kendi dediğinin kabûl edilmesini isteyecek ve ısrar edecektir.

Kimi akıl sahipleri, insanların mutluluğunun sosyalizmde olduğuna inanacak, kimisi mutluluğun faşizmde bulunduğunu söyleyecek, kimisi, kapitalizmde arayacak, kimileri filanın felsefî düşüncelerini kendisi için mutluluk yolu olarak seçecek, kimileri falanın felsefî ve siyasî düşüncelerini... Herkese göre bir mutluluk anlayışı... Herkese göre bir huzur anlayışı... Bu mümkün mü? Biz Müslümanlara, aklını vahye teslim etmiş olanlara göre, asla mümkün değildir, asla mümkün olmamıştır ve kıyâmete kadar da olmayacaktır.

Bizim için hakikat tekdir ve tekdedir. Bu "tek"in adı, "İslam"dır, "Vahiy"dir. "Hak" olan, "Doğru" olan, "İslam Dini"dir.

Bu inanış ve anlayışa göre, kanun koyucu, Allah'tır. Mutlak kuvvet, kudret ve irâde sahibi, her şeye gücü yeten, O'dur. Bu inanış sahiplerine, Müslüman denir. Biz Müslümanlar için, İslâm’ın dışındaki siyâsî ve felsefî ekoller, anlayışlar, inanışlar; komünizm, sosyalizm. faşizm, kapitalizm, liberalizm, neoliberalizm, demokrasi, kemalizm, falanizm, filanizm hiçbir şey ifâde etmez, hiçbir değeri yoktur... Ne olup ne olmadıkları, birbirleriyle mukayeseleri, farkları, benzerlikleri, ayrıldıkları taraflar, bizi ilgilendirmez... Bizim için, bizim nazarımızda hepsi de "bâtıl"dır... "Bâtıl"a, renk olarak "siyah" diyecek olsak, siyahlar arasındaki ton farkı, onların "bâtıl" oluşlarını değiştirmez. Neticede hepsi de siyahtır.

Büyük âlim ve mutasavvıf Abdurrahman Câmî Hazretleri, tek başına akla inananların ve mutluluğu, huzuru akılda arayanların dünyası ile; huzurun, mutluluğun kurtuluşun Hakk'ta olduğuna inananların farkını, şu berceste mısralarla ne de güzel ve mükemmel bir şekilde dile getirmiştir:

Felsefe-i Yunaniyan, nefs est ü hevâ est,

Hikmet-i Îmâniyan, fermude-i Peygamber est.

Şöyle açıklayabiliriz:

Yunan felsefesi, genelde felsefî arayışlar ve anlayışlar, bugünkü Batılı ideolojiler; sosyalizm, faşizm, liberalizm, kapitalizm, demokrasi (Türkiye'de 'kemâlizm') ve benzeri ideolojiler, bir başka ifâde ile, Allah'ın koyduğu kanunlara muhalif ideolojiler, nefsten, nefsin hevâ ve heveslerinden, sınır tanımayan arzularından ibârettir. Allah'ın koyduğu kanunların (vahyin) adı olan İslâm (iman hikmetleri) ise, Allah'ın, peygamberleri ve Son Peygamberi (s.a.v.) ile gönderdiği fermandır. Bugün insanlık, vahye teslim olmadığı, aklın kör kuyularında debelendiği için, bütün insanî, fıtrî değerlerini tüketmiş, vahşileşmiş, canavarlaşmış bir "küresel sistem"in kıskacındadır.

Rahmetli Üstad Necip Fazıl, bir şiirinde şöyle hayıflanıyor:

Bu nasıl bir dünya, hikâyesi zor;

Mekânı bir satıh, zamanı vehim.

Bütün bir kâinat muşamba dekor,

Bütün bir insanlık yalana teslim.

Seçim serbest. İsteyen, hevâ ve heveslerinin, nefsanî arzularının peşinden gitsin, şeytanla yoldaş olsun; isteyen, Allah buyruğuna ve Peygamber ölçüsüne teslim olsun. Ey insan! Tercih senin. İster "evet" de, ister "hayır" de.

Tarih, şeytanın yoldaşı olanların da, Peygamber buyruğunu tutup, Allah yolunda yürüyenlerin de encâmlarının ve akıbetlerinin ne olduğunu ibretle, hikmetle yazıyor.

Selâm olsun, Allah'ın fermanına teslim olup, Peygamberin izinden gidenlere... Selâm olsun, bâtılı reddedip de, Hakk'a tâbi olanlara...

Selâm olsun, mü'min ve muvahhidlere...

Muzaffer Doğan/Diriliş Postası

 

 

adminadmin