Kültür
Giriş Tarihi : 12-05-2019 11:45   Güncelleme : 12-05-2019 11:49

Hakikatin Peşinde; Felsefe Ve Kelam

​Kelâm ilmi, “yeni bir anlayış”a nisbetle işlenmesi ve İslâm Hikemiyatı’nda gayesine kavuşması gerekmektedir. Felsefe bu binanın içerisinde işlenerek yerini bulurken kelâm da asli hüviyetine burada kavuşabilecektir.

Hakikatin Peşinde; Felsefe Ve Kelam

İnsan kendi sırrı peşinde. Bu sebeble varlığının gayesini anlamak istemekte ve bu yolda ona vasıta olabilecek her şeyi kullanabilmekte. Öğrenmekte olduğumuz ilimler de aslında bu gayeye matuf olarak kıymette. Bir yazarın ifadesinden meâlen aktaralım: “Allah-u Teâlâ Peygamber Efendimiz’e (S.A.V) insanlara bildirsin diye Kitab’ı indirdi, sünnete de alan bıraktı; Peygamberimiz sünneti inşa etti, âlimlere de alan bıraktı.” Anlamaktayız ki, pek çok ilim belirli alanlardaki ihtiyaçların yeşerttiği ortamlarda filizlenmiştir. Bunun yanında arayışını sürdüren insanın yeni hareket ve düşünüşleri de sahnede rol almıştır.

Arayış içerisinde olmak insana mahsus bir hal. Nereden gelip nereye varacağını sorgulamak, cevap bulduktan sonra dünyayı inanışına nisbetle şekillendirmek çabası da insana mahsus. Böyle bir arayış içinde ola insan, düşünce dünyasının farklı akımlarından etkilenmiştir.  İnsanlık bunu yaparken onları yönlendiren düşünce dünyasından hareketler etkili olmuştur. Bu minvalde biz iki disiplin görmekteyiz: Kelâm ve felsefe. Farklı zaman ve mekânlarda alanları genişleyen bu iki disiplinin birbirleriyle olan ilişkisi de ayrıca tartışılmıştır.

Felsefede Hakikat Arayışı

Bir ilmi tanımlamak çeşitli veçhelerden ele alındığında oldukça zorlaşmaktayken bahis konusu felsefeyi tanımlamak olunca iş daha da zorlaşmaktadır. Nitekim felsefenin tanımı her filozofa göre farklılık arzedebilir. Genel bir kavrayış sunan şu ifadelerle felsefeye bakalım: ”Felsefe, derinliğine düşünerek bütüncül ve sistemli bir görüşe ulaşma etkinliği olup ulaşılan görüşlerin yerli yerince kullanılarak felsefecinin kendi yaşayışına yansımasıdır.” (Bolay 2016:21) Diğer taraftan malumdur ki felsefede aslolan cevaplar değil sorulardır: Doğru ve bütünü hedef alan sorular. Misal; “Kâinat nedir? Varlık nedir? İnsan nedir?” sualleriyle felsefe parça parça değil bütüncül bir perspektif sunar. Böylelikle bilimin parçalayarak ele aldıklarını bir çatı hüviyetinde içine alır. Bu sebeple felsefe belli bir kesim tarafından “ilimler sistemi” olarak kabul görmüş ve bizatihi ilim denmemiştir. Mesela fizik, astronomi, felsefenin alt şubeleri olarak değerlendirilebilmektedir. İmam-ı Gazâlî bu sebepten dolayı filozofların bütün görüşlerine değil bazı görüşlerine karşı çıkmıştır. Bu mevzuda bir çalışması da olan İlhan Kutluer’in ifadesiyle “Büyük düşünür bu ilimler sistemi karşısında oldukça seçici davranmış ve sırf ‘felsefî’ diye tüm sistemi reddetmemiştir.” (Kutluer 2017:137) Yeri gelmişken belirtelim ki din de bütüncül bakış açısına sahiptir. Lakin felsefenin “bütüncül anlayış”ından farklı bir bakıştır bu. Çünkü din kendi içerisinde gerekli ayrıştırmaları da yapar. Mesela belirli sıfatlar belirleyerek taksimat yapar. Bundandır ki İslâm’ın hakikatlerini inkâr eden kâfir dindeki ayrışmayı temsil eder ve bu manada kâfirliğini İslâm’a borçlu olur. Felsefede kavramların yeri oldukça önemlidir. Nitekim yukarıda belirttik felsefede sorular mühimdir ve bunun için kavramlar kullanılır. Ayrıca kendisini ifade etmesinin gereği olarak tutarlı olması gerekir. Felsefe daimî arayış içinde olmalı ki aksi halde tıkanması kaçınılmaz olur. Felsefe tarihi göstermektedir ki, sorular karşısında verilen cevapların değişmesiyle ilerleme söz konusudur. İlim ve fikir dünyasının gelişiminin de katkısıyla ortaya çıkan farklı cevaplar yanında sualler de çeşitlenir. Yanlışların ortaya çıkarılması ile doğrular gözükür. Lakin arayış durmaz. Çünkü mutlak anlamda bir cevaba varılmaz. Halbuki doğrular çok, lakin hakikat tektir. O hakikate varışı felsefe tamamlamaz. Oysaki insan zihni düzeni ister ve mutlak değişmeze ulaşma arzusu duyar.

Felsefe için “philosophia-hikmet sevgisi, yolda olmak, hikmet ve doğruyu araştırmak, nesnelerin hakikatlerine bir insanın vakıf olabileceği kadar vakıf olmak” gibi filozofların felsefe tanımları göstermektedir ki, filozof hikmeti seven ve onu arayandır. Bundan mülhem felsefede sınırsız ve serbest bir arayış yolu var. Lakin şu inceliği bilmekteyiz ki; aranan bulunamayabilir ancak bulunan aranmaktadır. Necati Öner’den aktaralım: “Felsefe karşıt görüşlerin yer aldığı bir bilgi dalıdır. Felsefe tarihi birbirini nakzeden bilgilerle doludur ve felsefe bu minval üzere sürüp gider. Felsefî bilginin bu çoğulcu niteliği, insanın mutlak bilgiyi elde edemeyeceğinin bir delilidir.” (Bolay 2016:65-66) İşte felsefe nisbet noktası kuracak sabite sarılamazken din bunu yapar. Çünkü onda peşin fikir vardır ve buradan hareketle yol alır. Nitekim İslâm dünyasında hikmet sahibi olmak vardır ve bu hikmeti sevmek anlamına gelen felsefeden fazlasıyla öndedir. Birinde sevmek diğerinde hakîmlik vardır. Felsefenin çeşitli fikirlerin açtığı alana ve farklı yorumlara açık olması hasebiyle muhtelif fikirlere karşı hoşgörü tavrı kazandırdığı da kabul edilir. Bu bir anlamda müsbet kabul edilse de felsefenin nihayete erdirici olmadığı gerçeğini de kapatamaz. Burada felsefe ve din arasındaki karşıtlığı da sezmekteyiz. İkisinin birbirine olan zıtlığını şöyle anlayabiliriz: Dinin her daim üstte olması kaydını başa alarak, felsefe dinin yerine yerleşmek istediği için onun zıddı konumda bulunur. Felsefenin üniversal olarak kabul görme isteğinde de bu görülür. “Felsefe ve din, yöntem ve kaynak bakımından farklı olmakla birlikte konu, amaç ve yöneliş bakımından benzerlik gösterir.” (Bolay 2016:39) Lakin “aynı gerçeğin iki ayrı görünüşü” olarak ifadelendirilemez. Dinde tamlık ve noksansızlık varken felsefe buna uzaktır. Ele aldıkları pek çok farklı meselenin yanı sıra aynı mesele üzerindeyken de birbirlerinden farklı cevapları vardır. Bu farklı cevapların ele alındığı İslâm düşüncesi içinde ilm-i kelâm alanındadır.

Kelâmda Hakikat Arayışı

Kelâm ilmi, şer’î ilimler sınıfına giren bütün ilimlerin dayandığı ve ihtiyaç duyduğu alan olarak belirtilir. Nasıl ki felsefe bir ilimler sistemi addedilmiş ise buna benzer olarak kelâm da re’s-i ulûm olarak ilimler piramidinin başında görülmüştür. Bunda kelâm ilminin usul-i din addedilip dinin esaslarını, köklerini incelemesinin rolü vardır. Kelâm ilmi Allah-u Teâla’nın zat ve sıfatları ile nübüvvet meselesini İslâm kanunu üzere ele alır. Kâinatın, yaratılmışların hallerini de incelemesi bahsedeceğimiz mevzu açısından dikkat edilmesi gereken noktadır.

İlm-i kelâmın mesail olarak isimlendirilen, her zaman ve mekânda değişmeyen sabiteleri olduğu malûmdur. Kelâm bu sabiteleri farklı zaman ve mekanlarda uygun zemine göre ele alarak onları savunmayı gaye edinmiştir. İslâm inancına yapılan saldırıların karşısında durmak vazifesi böylece devam etmiştir. Kelâm ilminin misyonu hem Ehl-i Sünnet muarızı Ehl-i bid’at’e hem İslâm dışı her inanç, hareket ve düşünceye karşı belirir. Her ne kadar kelâm Mu’tezile ile kurulmuş ve kelâm ifadesinin içerisine bu vb. mezheplerin alınması gerektiğini savunanlar olmuşsa da İslâm’ın sahih yolu anlamında Ehl-i Sünnet’in kelâmı Eş’ari ve Maturidî Hazretlerinin kurdukları sistemle mühürlenmiştir. Kelâm ilmi böylece bize sahih itikat sahasını göstermiş ve bundan kopanları da ifşa etmiştir. Dua ederken kullandığımız pek çok ifade dahi kelâm âlimlerimizin isbat ettiği meselelerle ilişkilidir.

Birtakım kimselerin ortaya attığı sualler ve akideye taalluk eden meseleler hem Müslümanların kendi arasında hem dışarıdan tazyiklerle arttığında bu meselelerin delillendirilerek halli çabası çeşitli isimlendirilmelerden sonra kelâm adını almıştır. Geçmişte kelâm ilmine yapılan tenkitlerden biri de akaid mevzularından çok uzaklaşması üzerine olmuştur. Bunda ise kelâmın felsefeyle ilişkisindeki etki öne çıkmıştır.

Kelâm’ın felsefe ile iç içe geçme sürecinde İmam-ı Gazâlî eleştirilerin odak noktası konumundadır. Lakin “kelamın felsefeden, sistem, kavram, yöntem, anlayış ve birikim olarak etkilenmesi özellikle İbn Sina’nın baskın felsefî kişiliği ile ortaya çıkmış” denilerek “Gazâli, aslında bu etkiye karşı hesaplaşmaya giren ve deyim yerindeyse etkinin boyutunu tespit ve sonraki gelişmeleri kontrol altına almaya çalışan ilk kişi” olarak da tasvif edilmiştir. (Karadaş 2017:149) Bu süreç neticesindeki kelâm ve felsefe ilişkisi sıkılaşınca kelâmda sistem ve yöntem bakımından farklılıklar belirmiştir. Amacını tamamiyle değiştirdiği söylenemezse de muhatap aldığı filozoflar sebebiyle değişkenlikler yaşanmıştır. Varlık anlayışı, bilgi meselesi gibi mevzular felsefe ve kelâmın sıkı ilişkili olduğu alanlar olmuştur. Daha çok mücerret meselelerle olan alakaları ikisinin de niçin suali üzerinden yaklaşım sergilemesiyle alakalı görülebilir. Niçin veçhesinden meseleye yaklaşıldığında değerler belirir. Varlığımın gayesi nedir? sualinde olduğu gibi. Bu değerleri sahih nakli esas alarak doğru şekilde gösteren ise kelâm ilmi olur. 

Üstad Necib Fazıl’ın deyişiyle kelâm ilmi “Felsefeyi andırıcı, fakat metod olarak ona tamamiyle zıt, bağlı tefekkür ocaklarından biri” dir. (Kısakürek 2015:16) Kelâm, İslâm kanununa bağlıdır ve bu kanun üzerinden hareket eder. Dolayısıyla onda bağlı akıl ortaya çıkar. Felsefe ve kelâmın belirgin ayrımı burada bulunur. Felsefe hür anlayış içinde hareket ederken kelâm da bağlı hürriyet açığa çıkar. Yani kelâm koşulsuz ve şartsız değişmez olana bağlı hareket eder. Felsefe ise mutlaktan yoksun hareket ederek aklını teslim edeceği alan bulamaz, dolayısıyla o aklın sınırlarını zorlayacak kadar çaba gösterse de aşamadığı yerde onun sınırına bağlı kalmak durumundadır. Felsefede şüpheyi gidermek olduğu gibi şüphe etmek her daim vardır. Kelâm ise İslâm akaidini şüphelerden arındırmak, İslâm’a yöneltilen itirazlara karşı çıkmak gayesini taşır. Bu sebeple onda cedel tavrının hâkim olması tabiidir; yöneltilen itirazlara karşı tartışma ortamı bunu gerekli kılabilir. Bu da gösterir ki kelâm akla önem verip onun sağlam delillerini kullanarak toplum geneline hitap etme amacından hareket eder. İmanda tasdik kalptedir ve iman tanımında akıl yer almaz. Lakin kelâm bir inanca sahip olan veya olmayan herkese hitap edici konumdadır. Bu herkesi ikna etme amacı onu herkese şamil dil kullanmaya yöneltmiştir. Böylece kelâm akli delilleri kullanmasıyla onu kaynak olarak değil metod olarak almıştır. Bir şeyi metod olarak kullanmakta beis olmadığına göre kelâmın istidlal metodlarında değişimler olabilir.

Felsefe ve Kelâmın Fikir Dünyamızda Yeri

Felsefenin İslâm düşüncesinde yeri ve değeri nedir sorusuna en güzel ve tesirli cevap İmam-ı Gazâlî den gelmiştir ki onun “El-Munkız Mine’d-Dalâl” adlı eserinde bunu görmek mümkündür. Nerede bir fikir, inanç, hareket varsa bunlara karşı net tavır ortaya koymak ve nerede hakikat ifadesi olsa onun inancımız içerisindeki yeri gösterilmek durumundadır. Felsefe, günümüzde ideolojilere fikir yönünden malzeme verir. İdeolojilerin şekillenmesinde rol oynar ki bu insanların yaşamlarında rol oynadığını da göstermektedir. Eğitimden sanata kadar hayatın hemen hemen her şubesinde felsefi fikirler söz alabilmektedir. Ayrıca felsefenin gayesi evrensel olmak ve bir bakıma dinin konumunu üstlenmektir. Bu vb. sebeplerle beraber “İslam’dan başka ne kadar batıl yol olduğunu” göstermesi bakımından felsefenin bu tavrını benimsemeksizin biz ona bir şube olarak yer veririz. Özünde İslâmi ilim olmayıp diğer medeniyetlerden devşirilen bu düşünce hareketinin İslâm binasındaki yerini göstermeye dönük faaliyet bize İslâm felsefesi tabirinin “gayet yakışıksız ve sağlıksız bir terkip” olduğunu “onun yerine İslâm İlim ve Hikmeti” ifadesinin uygunluğunu göstermektedir. (Çifci 2018:45) Nasıl ki felsefe İslâm ilimlerinden değilse kaynak bakımından ona dayanan İslâm felsefesi tabiriyle ifade edilen alanda İslâm’a dayalı isimlendirme yapılması uygun düşmemektedir. İslâm filozofu tabiri hakkında bir değerlendirme de şöyle: Farabî, İbn Sînȃ gibi filozofların İslâmi düşünce ile ilgilerinin bulunmadığını, Hazret-i Peygamber’den çok Aristo’ya bağlandıklarını belirten Süleyman Uludağ, İslâm filozofu tabirinin kullanılması hakkında birkaç sebep saydıktan sonra en önemli sebebinde bu filozofların tamamına yakınının Müslüman olduklarını belirterek kâfir ithamını reddetmeleri olduğunu belirtmektedir. (Uludağ 2017:220) Bu filozofların felsefeye verdikleri önemi İbn Rüşd örneğinden anlayabiliriz. İbn Rüşd Faslu’l-makal’de felsefi düşünceyi öne çıkartarak onu savunmak için fazlasıyla çaba göstermiştir. Felsefe ile uğraşıp yolunu şaşıran kimselerin durumlarını kendi ehliyetsizliklerine bağlamıştır. O İslâm dininin bu alandaki araştırmaları teşvik ettiğini gösteren ifadeler kullanmıştır. Bugün de felsefi düşünceye aynı bakışla yönelenler bulunmaktadır.          

Günümüzde kelâm ilminin hangi sorunları ele alacağı önemli bir sualdir. Kelâm ilminin günümüzde misyonunu nasıl taşıyacağı da hakeza. Bugün kelâm muhatap olduğu insanlara ne sunacak? Bunu yeni ilm-i kelâm olarak adlandırılan son kelâm döneminin çıkışına bakarak anlamak istersek şunu görürüz: Dünyadaki ateizm, deizm gibi akımlar ve yaygınlaşan ideolojilere karşı İslâm’ı savunmak gayesi bu çıkışta öne sürülmüştür. Bunun yanı sıra günümüzde İslâm’a aykırı tüm akım, düşünce cereyanlarını kelâm ilminin ele alması gereken mesele olarak görenler vardır. Bunların arasında materyalizm, pozitivizm, sekülarizm sayılabilir. Kelâm’ın ele alacağı konuları günümüzün modern anlayışı neticesinde ortaya çıkan durumlara kadar genişleten ifadeler de mevcuttur. Bugün kendisini Ehl-i sünnet çatısı altında addedip itikadda ayrılık gösterenlerin açığa çıkarılması vb. hususlarda kelâm ilminin önemli görevleri olabilir. Kısaca tüm bunlar kelâm ilminin yeniden yorumlanma ihtiyacının hissedildiğinin birer ifadesidir.

Bu meseleleri işin ehline havale ederek Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’nun şu ifadesini verelim: “Kelâm ilmi bizde bağlı akılla tefekkür ocaklarından biri iken, hikmet plânındaki derinliğine düşüncenin kendisi değildir” (Mirzabeyoğlu 2013:232) Bu ifade kelâm ilminin, “yeni bir anlayış”a nisbetle işlenmesi ve İslâm Hikemiyatı’nda gayesine kavuşması anlamını çağrıştırmaktadır. Felsefe bu binanın içerisinde işlenerek yerini bulurken kelâm da asli hüviyetine burada kavuşabilecektir.

Netice itibariyle şu hükme varabiliriz; felsefe ve kelâm gibi geniş düşünce hareketlerinin en iyi derecede verimli kılınabilmesi, bunları da hasrına alacak şemsiye genişliğinde bir tefekkür zemininde gerçekleşebilecektir. Bahsimiz oldukça geniş olmakla birlikte dergimizin muhtevası bu kadarlık incelemeyi mümkün kıldığından şimdilik nihayete erdiriyoruz.

Kaynakça

Bolay, Süleyman Hayri. (2016). Felsefeye Giriş. Ankara: Akçağ Yayınları.

Kutluer, İlhan. (2017). İslâm’ın klasik çağında felsefe tasavvuru. İstanbul: İz Yayıncılık.

Karadaş, Cağfer. (2017). Ana Hatlarıyla Kelâm Tarihi. İstanbul: Ensar Neşriyat.

Çifci, Ercan. (2018). Büyük Doğu’da Felsefe Ve Hikmet. İstanbul: Kökler Yayınları.

Uludağ, Süleyman. (2017). İslâm Düşüncesinin Yapısı: Selef, Kelâm, Tasavvuf, Felsefe. İstanbul: Dergâh Yayınları

Mirzabeyoğlu, Salih. (2013). Dil ve Anlayış: Dil ve Diyalektik. İstanbul: İbda Yayınları.

Kısakürek, Necip Fazıl. (2015). Batı Tefekkürü Ve İslâm Tasavvufu. İstanbul: Büyük Doğu Yayınları.

Şule Parmak

Aylık Dergisi 175. Sayı

adminadmin