Analiz
Giriş Tarihi : 27-11-2016 10:00   Güncelleme : 27-11-2016 11:28

Hakikatın Sonu

​Geçen hafta Londra’da, saygın bir üniversitede antropoloji ve psikiyatri profesörü olan dostumla hoşbeş ediyor, bir yandan dünya ahvalini konuşuyor bir yandan da pek sevdiğimiz Hint yemeklerini tadıyorduk.

Hakikatın Sonu

 “Yarın bana eve gelmelisin” dedi dostum, “sana mutlaka izletmek istediğim bir belgesel var”. İçimden dudak büktüm, bir belgesel ne kadar iyi olabilirdi ki? “Bir saatliğine uğrar tadımlık seyrederim” dedim, “madem bu kadar methediyorsun”. Ertesi gün Adam Curtis’in BBC için hazırladığı Hypernormalization adlı neredeyse üç saatlik belgeseli, adeta yerime mıhlanmışçasına seyrettim. Bir dakika bile başından ayrılmak istemeksizin. Hem olağanüstü televizyon dili, hem de modern Batı dünyasına getirdiği radikal eleştiri nedeniyle bir benzerini daha önce hiç izlemediğim derinlikte bir çalışmaydı.

Dünya hakikat sonrası bir safhaya evriliyor. Buna hipernormalite de diyebiliriz. Hipernormalite kavramı, Sovyetler Birliği’nin duvar çökmezden evvelki durumunu tarif etmekte kullanılmış. Politikacılar anlattıklarının yalan olduğunu bilir, halk onların yalan söylediğini bilir, ancak ne politikacılar ne de halk bunu biliyormuş gibi davranmaz, herkes her şey güllük gülistanlıkmış gibi, her şey eskisinden de daha normalmiş gibi yaşamaya devam eder. Hipernormal dünyada biz seçim yaptığımızı zannederiz ama birleri bizim yerimize seçer, gördüğümüzü zannederiz ama bir şey bize gösterilir, bir şeylere inandığımızı zannederiz ama o inanç bizim için zaten tasarlanmıştır. Algı yönetimi üst düzeydedir: İnsanlar üretilmiş uzay cismi görüntüleriyle, olmayan kitle imha silahlarıyla, yaratılan canavarsı Doğulu diktatörlerle meşgulken, büyük banka ve bankerler cepleri boşaltır. Bütün mesele de zaten finans kapitalizmi hükmünü daha iyi yürütebilsin diyedir. İnsan mutluluk ve refahının bir tasarımı olarak politika iflas etmiş, onun yerine finans kapitalizminin perde arkasından her şeyi yönettiği bir hayal oyunu sahne almıştır. Politika, reklamcılık endüstrisinin inhisarına girmiş ve seçim tartışmaları, ikna stratejilerinde uzmanlaşmış bir dizi profesyonelin her türlü vasıtayla kafa kopardığı gösterilere dönüşmüştür. Zaten siyaset de serbest piyasa dogmasının boyunduruğu altına girmiş ve böylece piyasa siyasetin yerini almıştır. Sahte bir gerçekliğin hipernormal balonu içinde, bilincimizi türlü uyuşturucularla körelterek yaşadığımızı zannediyoruz.

Batı dünyasında altmışlı yıllarda, tüketimciliğin sadece alış veriş biçimlerini değil bütün bir hayatı değiştirmesi gibi, bugün de dijital ağlar benliklerimizi ve hayatlarımızı top yekun dönüştürüyor. Dijital ağ bizi her yerde takip ediyor, işte, evde, tatilde, okulda. Bu ağların dışında bir mevcudiyet bulmak imkansızlaşıyor, hatta insanlar birbirlerini anlayacakları emniyetli toplulukları da bunların içinde oluşturmaya çalışıyor. Dijital ağ ikili bir mantıkla işliyor. Bir/Sıfır. Takip et/Bırak. Beğen/Beğenmeyi bırak. Özgürlük şampiyonu farz edilen Twitter hür konuşmaya o kadar da meraklı değil, ‘blok’ ve ‘sessize al’ seçenekleri onun içsel mimarisinin ayrılmaz rükünleri. Bu durum politikaya da sirayet etme riski taşıyor: Politika basit dost/düşman ikiliklerine savrulduğunda popülizmin oyuncağı haline geliyor. Yeni dijital dönemeçle birlikte benliğin üzerindeki zorlanma ve endişeler artıyor. Tıpkı dijital ağlarda olduğu gibi günlük çevrimdışı hayatta da birbirimize ihtimam ve merhamet göstereceğimiz alanlar ile birbirimizle mantıklı bir tartışma yürüteceğimiz alanlar birbirine karışıyor. Öznel duygu kamusal politikayı önceliyor ve kendine acıma, başat duygu haline geliyor. Değişik bir istatistik çalışma, süreğen fiziksel ve ruhsal hastalıkların en yoğun olduğu ve insanların yaygınlıkla ağrı kesici kullandığı bölgelerde Trump’ın ezici bir çoğunlukla kazandığını gösteriyor.

Sözün düşüp onun yerine imgenin geçtiği çağlar geride kaldı, bugün Batı politikasında gerçeğin itibardan düşüşü konuşuluyor. Yine geçtiğimiz haftanın birkaç gününü geçirdiğim Oxford Üniversitesi’nde sözlükler yılın kelimesi olarak post-truth (gerçek/hakikat sonrası) kelimesini seçiyor. Hakikat sonrası toplum, hakikat sonrası siyaset. Hakikat sonrası çağda gerçek ve yalan arasındaki sınır belirsizleşir, dürüstlük ve hilebazlık, kurgu ve hakikat arasındaki o keskin çizgiler silinir. Başka insanları kandırmak bir meydan okuma, bir oyun ve nihayet bir alışkanlık haline gelir. Böylece ağızdan çıkan sözlere itimadın sarsıldığı, kandırmaca ve hilenin insan ilişkilerinde olağan sayıldığı bir dönemde yaşamaya başlarız. Bu ahlaki görececiliğin izlerini toplumsal narsizme, maneviyatın ve topluluğun çöküşüne veya dijital kültürün yükselişine dek geri sürebilirsiniz. Hakikatin sonu her sağlıklı uygarlığın temeli olan güven duygusunu aşındırır ve bizi bir diğerinden kötülük bekleyen kırılgan bir toplum haline getirir. Hakikat sonrası olmak ahlaki bir alacakaranlıkta yaşamaktır. Davranış ve değerlerimiz çeliştiğinde davranışlarımızı düzeltmek dururken, değerlerimizi gözden geçiririz. Her şey bir gösteri ise insanların itibarları, fiziksel görünümleri, aidiyet ve etnisiteleri alay konusu yapılabilir. Nasıl olsa dünya sonunda gülüp geçtiğimiz kocaman bir sirk değil midir? Bu bir yanıyla postmodern iklimin ‘Anything goes/ Herşey mübah’ anlayışını yankılıyor. Amaçlar araçları mübah kılar.

Türkiye’nin millet planında ortaya koyduğu varlık mücadelesi, siyaset tarafından yeterince idrak edilemiyor. Bir şeyler ters gidiyor ve biz birbirimize normal taklidi yaşmakla meşgulüz. 15 Temmuz gecesinin belki başka bir toplumda ve tarihte tesadüf edilemeyecek o muazzam enerjisini de bir çırpıda heba etmiş görünüyoruz. Boğazımıza kadar tüketimciliğe, dijital ilişkilere, ‘marketing’ stratejilerine ve kitle manipülasyon taktiklerine batarak, insanları temizliğe ve yiğitliğe çağıramayız. Şehrin buluşma mekanı olabilecek meydanları yok edip yerlerine AVM’ler dikerek, son ormanı da asfaltla püskürterek, dahası insandan insanı ve elbette Tanrı’yı kovan yabancılaşma stratejilerini çoğaltarak hakikate yol alamayız. Tanrı’nın azametini bildiren ayetlerini yeryüzünden silersek, bizi ona götüren yollar da silikleşir, zamanla kaybolur. Bütün bunlar bizi hakikat Disneyland’ında kısa süreli bir eğlenceye çıkarır belki ama o sarhoşluktan ayıldığımızda ufkumuzda bir kültürel çölün uzandığını göreceğiz.

Vakit yakınken hakikate dönelim. Fıtrata dönelim. Giderek mekanikleşen ve ruhunu kaybeden bir dünyaya, söyleyecek diriltici sözler bulalım. Vahşi bir atı ehlileştirir gibi, kulağına eğilip de iyiliğe duyduğumuz inancı fısıldayalım. Ve nihayet en başta biz, bir vicdana yaslanarak konuştuğunu düşünenler; dijital çağda gerçek, hile çağında dürüst, yalan çağında hakiki olalım.

Kemal Sayar / Gerçek Hayat Dergisi

http://www.gercekhayat.com.tr

 

adminadmin