Ekonomi
Giriş Tarihi : 24-12-2013 12:18   Güncelleme : 24-12-2013 12:18

HALK BANKASI‘NIN DEĞER KAYBI 1,625 MİLYAR DOLAR

Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, İstanbul merkezli operasyonun etkilerine ilişkin "Şu dönemde, son 1 haftada halka açık şirketlerimizin değeri tam 20 milyar dolar düşmüş. Sadece Halk Bankasının değer kaybı 1 milyar 625 milyon dolar" dedi.

HALK BANKASI‘NIN DEĞER KAYBI 1,625 MİLYAR DOLAR
Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, İstanbul merkezli operasyonun etkilerine ilişkin "Şu dönemde, son 1 haftada halka açık şirketlerimizin değeri tam 20 milyar dolar düşmüş. Sadece Halk Bankasının değer kaybı 1 milyar 625 milyon dolar. Halk Bankasının toplam hisse senedi değeri 9 milyar 498 milyon dolardan 7 milyar 873 milyon dolara düştü" dedi.
 
Babacan, 24 TV'de canlı yayında gündeme ilişkin soruları yanıtladı.
 
İstanbul merkezli operasyona ilişkin değerlendirmesinin sorulması üzerine Babacan, iktidar partisi olarak yasaklarla yoksulluk ve yolsuzlukla mücadele konularında en baştan bu yana hep hassas olduklarını ifade etti.
 
Babacan, Türkiye'nin 230 milyar dolarlık milli gelirden 800 milyar dolarlık milli gelire ulaştığına aynı zamanda gelir dağılımının düzeldiği, yoksulluğun azaldığını söyledi. Şeffaflığın, hesap verilebilirliğin olmadığı ülkelerde ekonomik kalkınmanın bu hızla gerçekleşmediğine dikkati çeken Babacan, "Bu mümkün değildir. Hatta gelir dağılımı daha da bozulur. Ülkenin ekonomisinde toplamda biraz büyüme görseniz dahi zengin daha zengin fakir daha fakir oluyor. Türkiye'de bunların hiçbirisi olmamış. Türkiye sadece faizlerdeki düşüşten son 11 yılda 642 milyar lira tasarruf etmiş. Bu çok az sayıda kişinin eline geçen faiz geliri, 642 milyar lira, eğitim, sağlık hizmetleri, yatırımlar, yol, baraj olarak memlekete dönmüş" diye konuştu.
 
En önemli ilkelerinin güven olduğunu vurgulayan Babacan, güven ortamında ekonomik ve siyasi istikrarı sağladıklarını anlattı. Seçimlerde bir numaralı parti olarak çıkmalarının en önemli nedeninin güven unsuru olduğunu belirten Babacan, Uluslararası Şeffaflık Örgütüne göre Türkiye'nin 2002 yılında 102 ülke arasında 65. ülkeyken, 2012 yılında 177 ülke arasında 53. sıraya yükseldiğini, bunun Türkiye'nin en şeffaf, en açık ilk gruptaki ülkeler arasına girdiğini gösterdiğini ifade etti.
 
"Yolsuzlukların arkasında durmayız, gereği ne ise yaparız"
 
Türkiye'de son 11 yılda mali suçlarla mücadelede Emniyet Genel Müdürlüğü verilerini paylaşan Babacan, şunları belirtti:
 
"Yolsuzluk, sahtecilik ve ekonomik suçlarda bu dönemde tam 91 bin 687 operasyon gerçekleştirmişiz Türkiye'de. Bakıyorsunuz kaçakçılıkta 113 bin 545 operasyon yapılmış, 214 bin 615 kişi yakalanmış. Organize suçlarda 2 bin 234 operasyon, 30 bin 570 şahıs. Narkotikte 123 bin operasyon, 259 bin şüpheli. Bu operasyonlara, bu çalışmalara bakın. Yıla, güne bölün, ne kadar yoğun bir mücadele olduğunu bu konuda görüyorsunuz. Biz hiçbir zaman yolsuzluğun üzerini örtmeyiz, hiçbir zaman yolsuzlukların arkasında durmayız, gereği ne ise yaparız."
 
Evrensel hukuk ilkelerini anımsatan Babacan, şöyle devam etti:
 
"Bir insan aksi ispat edilene kadar masumdur, suçsuzdur. İddialar olabilir, herkes bir başkası hakkında iddiada bulunabilir, ortaya koyabilir ama nihayetinde bunun kararını verecek olan mahkemelerdir. Kim suçlu kim suçsuz, buna mahkemeler karar verecek. Yolsuzluk ne kadar kötü ise yargısız infaz da o kadar kötü. Ama bakıyoruz gazetelerimize, televizyonlarımıza, sosyal medyaya iddialardan yola çıkarak infaza gidiyorlar. Koca koca fotoğraflar, zaten hüküm medya tarafından verilmiş. Yolsuzluk ne kadar yanlışsa bu yargısız infaz, mahkemelerin işini bitirmeden oluşan kanaatler ve bu şekilde yayınlar da o kadar kötü. İşte bu noktalarda bizim bu ilkeler ve prensiplere bağlı kalmamız lazım."
 
"Dış basında bir siyaset mühendisliği vurgusu var"
 
İstanbul merkezli operasyonunun uluslararası basındaki yansımalarına bakıldığında "siyaset mühendisliği" görüntüsü verdiğini dile getiren Babacan, şunları kaydetti:
 
"Dışarıda 100 haber çıktıysa bunun 95'i yolsuzluktan öte, siyasi istikrarla ilgili kısmına vurgu yapıyor. Bir siyaset mühendisliği vurgusu var özellikle dış basında. Bu açıdan baktığımızda ister istemez şunu düşünüyorsunuz: Hedef ne? Hedef gerçekten yolsuzlukla mücadele mi? Bir yolsuzluğu ortaya çıkartmak mı? Yoksa hükümete, iktidar partisine, dolayısıyla devlete, bu millete, Türkiye'ye zarar vermek mi?"
 
Operasyon kapsamında 100 milyon dolarlık yolsuzluk yapıldığı iddiasının gündeme getirildiğini anlatan Babacan, sözlerini şöyle sürdürdü:
 
"Arkadaşlarımızla ilgili en ufak bir şüphemiz olamaz. Ta ki mahkemelerin sonucuna kadar. Bütün arkadaşlarımızın masum olduğuna inanıyoruz. Hiç o konuda şüphemiz olmaz. Ama bakıyorsunuz şu dönemde, son 1 haftada halka açık şirketlerimizin değeri tam 20 milyar dolar düşmüş. Sadece Halk Bankasının değer kaybı 1 milyar 625 milyon dolar. Halk Bankasının toplam hisse senedi değeri 9 milyar 498 milyon dolardan 7 milyar 873 milyon dolara düştü. İddia edilen rakamlara bakın bir de Türkiye'ye verilen rakamlara bakın. Bu operasyonun zamanlaması, içeriği ve yöntemi yolsuzlukla mücadeleden öte Türkiye'nin istikrarını hedef almış bir görüntü veriyor bize. Dolayısıyla herkesin mutlaka bu olan biteni aklıselimle değerlendirmesi lazım, tarafsız değerlendirmesi lazım ve sabırla yargı sürecinin sonucunu beklemesi lazım. Bunu beklemeden peşin hükümle hareket etmek, Türkiye'ye, ekonomimize ve en önemlisi de siyasi istikrarımıza zarar verebilecek bir yaklaşımdır. Türkiye kaybediyor. Bakın bu 20 milyar dolar Türkiye'nin kaybıdır, sadece hisse senedi. Faizlerde artış var. Türk lirasında bir miktar düşüş var, kurlarda artış var."
 
İstanbul merkezli operasyon sonrası yargı sürecinin devam ettiğini anımsatan Babacan, hatalara, yolsuzluklara asla izin vermeyeceklerini ancak Türkiye üzerindeki oyunlara da müsaade etmeyeceklerini söyledi.
 
Ali Babacan, operasyonun 3 ayrı konuda olduğu hatırlatılarak "Halk Bankası Genel Müdürüne ilişkin iddiaların" sorulması üzerine şunları kaydetti:
 
"Öncelikle bu iddialar Halk Bankasının kurumsal kimliğine, tüzel kişiliğine yönelik iddialar değil. Halk Bankasının yaptığı işlemler, Halk Bankasının İran'dan alınan petrol ve gazın, aynı zamanda İran'a yapılan ihracatın finansman işlemleriyle ilgili bir iddia yok oralarda. Bunu çok açık ortaya koymak lazım. Halk Bankasının banka olarak, kurum olarak yaptıklarıyla ilgili bir iddia yok. Tamamen Genel Müdürümüzün etrafında dönen bazı iddialar. O İddiaların hepsi de teyide muhtaç, yine yargının sonuca bağlayacağı iddialar. Genel Müdürümüzü de aksi ispatlanana kadar, yargı sonuca varana kadar biz masum ve suçsuz kabul etmek zorundayız. Bu bir evrensel hukuk kuralı."
 
"Nakit. Öde, öde, öde... 117 milyar dolar"
 
Babacan,  kamu bankalarının yönetim kurulları ve genel müdürlerini belirlediklerini, genel çalışma prensiplerini çizdiklerini ancak daha sonrasında ticari kararların bankalarca alındığını, siyasi müdahale olmadığını anlattı.
 
Kamu bankalarının performanslarına ilişkin bilgi veren Babacan, sözlerini şöyle sürdürdü:
 
"Son 11 yılda sadece temettü ve vergi geliri olarak bu bankalardan Hazine'ye aktarılan rakam, 31,5 milyar lira. Nakit bankalarımız tarafından kazanılmış, temettü ya da kurumlar vergisi olarak Hazine'ye yönelmiş. Bu dönemde bir yandan bankalarımız bu değeri üretirken, bir yandan da 2001 bankacılık krizinin faturası olarak, sadece kendi dönemimizde Hazine'den 117 milyar dolar ödedik. Batık özel bankalar için ve kamu bankalarının zararı için özel tertip Hazine kağıdı tertiplediler. Hazine özel tertip borçlanma senedi düzenledi, bu bankaların bilançosuna koydu. Dolayısıyla bu bankaların bilançosu bir şekilde düzeldi ama Hazine bir bakıma borçlanmış oldu. 2010 yılının sonunda bitti bu ödemeler. Nakit. Öde, öde, öde... 117 milyar dolar. Bir yandan bunu üstlendik, ödedik, bir yandan da bu bankalar kar etti, değer üreten bankalar haline geldi."
 
"En küçük şikayet BDDK ve Başbakanlık Teftiş Kuruluna bildiriliyor"
 
Kamu bankalarıyla alakalı en küçük bir şikayetin bile kendisine ulaştığında BDDK ve Başbakanlık Teftiş Kurulunu hemen bilgilendirdiklerine dikkati çeken Babacan, şu ana kadar gelen ihbar ve şikayetlerin önemli bir kısmının da asılsız çıktığını bildirdi.
 
Kamu bankalarının aynı zamanda Sayıştay denetimine tabi olduğuna işaret eden Babacan, kamu bankalarının sadece yönetimiyle ilgili değil denetimiyle ilgili de önemli yasal düzenlemeler bulunduğunu ifade etti.
 
Başbakan Yardımcısı Babacan, münferit bazı kredi haberlerinin zaman zaman gazetelerde yer aldığını da belirterek bu haberlere ilişkin BDDK ve Başbakanlık Teftiş Kurulunun inceleme başlattığını, rapor hazırladığını ve gerekiyorsa savcılıklara suç duyurusunda bulunulduğunu belirtti. 
 
Babacan, şu ifadeleri kullandı:
 
"Ama bunlar toplama baktığınız zaman çok büyük değil. Halk Bankası yıl 2002: Toplam alacağının yüzde 48,8'i, neredeyse yarısı batak, takibe alınmış alacak. Biz böyle devraldık. Bakıyorsunuz bilançoya alacak görünüyor ama yarısı takibe geçmiş, alınamıyor. Bugün bu oran, yüzde 2,6. Sektör ortalaması 2,8. Düşünün ki sektör ortalaması olarak özel bankaları da var. Özel bankaların patronunun kendi hissesi var, şu var, bu var... Bu taraf kamu. Toplam bankacılık sektöründeki batak alacak özel bankalar dahil sektör ortalaması 2,8, Halk Bankası 2,6. Yani sektörden ortalamada daha iyi kredi yöneten bir bankadan burada bahsediyoruz."   
 
"Bir sonraki seneye bunların (Sayıştay raporları) hepsi düzelir"
 
Babacan, Sayıştay Kanununda değişiklik yaptıklarını da hatırlatarak bu değişiklikle Sayıştayın her yıl Meclis'e gönderdiği 100 sayfalık rapor yerine bin 800 sayfalık raporunun geldiğini ancak değişiklik kapsamında yer alan bazı kurumların mali tablolarının TBMM'ye ulaşmamasının eleştirilere yol açtığını söyledi. Babacan, "Her kanunda, her yeni uygulamada ilk yıl eksiklikler olabilir, noksanlar olabilir. Karşılıklı anlayış farklılıkları olabilir. Ama ne olur? Kurumlar oturur, kendi aralarında anlaşırlar ve bir sonraki seneye bunların hepsi düzelir. Bunlar düzelmeyecek şeyler değil" değerlendirmesinde bulundu.
 
Kendilerinden önceki anlayışın özel sektörün bankacılık konusunda daha başarılı olduğu yönünde olduğunu belirten Babacan, "Toplam bankacılık sektöründeki batak alacak yüzde 2,8, bu rakam Halk Bankası'nda yüzde 2,6. Yani sektörden daha iyi kredi yöneten bir bankadan bahsediyoruz" dedi.
 
Bunun genel olarak bilindiğini vurgulayan Babacan, amacın kamu bankalarının başarılarını gölgelemek, bunlar üzerinden hükümeti etkilemek olduğunu dile getirdi.
 
Babacan, Halk Bankasının birinci görevinin esnaf bankası olduğunun altını çizerek, "Halk Bankası'ndan, 2002'de toplam 63 bin 520 esnafımız kredi kullanıyormuş, şu anda 280 bin esnafımız kredi kullanıyor. 2002'de 63 bin 520 esnafımızdan 24 bin 576'sı takipteyken, bugün ise sadece bin 6 bin 172 kişi borcunu ödeyemiyor, bu da yüzde 0,57'ye karşılık geliyor" diye konuştu.
 
Halk Bankasının yüzde 49'unun halka açık olduğuna dikkati çeken Babacan, bankanın hisse senedinin borsada itibar gördüğünü ve dünyanın dört bir yanındaki yatırımcı tarafından alım yapıldığını söyledi.
 
"İran'la ticaret 2008'den bu yana Halk Bankası üzerinden yapılıyor"
 
Babacan, Halk Bankasının bir başka özellğinin de İran'la yapılan ticaret olduğunu kaydetti. İran'ın Birleşmiş Milletler (BM) ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin (BMGK) yaptırımlarına maruz kaldığını anımsatarak şunları belirtti:
 
"BMGK'nın yaptırımları BM'ye üye olan bütün ülkeler için bağlayıcı yaptırımlar. Bunun içerisinde Türkiye de var. BMGK karar aldığı zaman biz o yaptırımı devlet olarak uygularız, sınırlar içerisindeki uygulanmasını takip ederiz. Ancak İran'la ilgili münferit ülkelerin de yaptırım kararları var. Avrupa Birliği'nin kararları, ABD'nin yaptırımları var. Münferit ülkelerin ve ülke gruplarının başka bir ülkeyle ilgili yaptırımları Türkiye'yi devlet olarak bağlamaz. Biz AB'nin bazı kararlarına katılıyoruz ama bu Türkiye'nin tercihi. Ancak İran'la ilgili konularda biz AB ve ABD'nin karar ve yaptırımlarına biz devlet olarak uymak zorunda değiliz.
 
ABD herhangi belli kurallara uymazsa o banka dolarla iş yapmasın diyor. Bir bankanın dolar işlemi yapmadan finansal piyasalarda varlığını sürdürmesi mümkün değil. Dolayısıyla biz o dönemde 'İran'la iş yapıp yapmama ya da nasıl yapma konusunda her bankamız serbesttir' dedik. Bütün bu bankalarımızdan özel sektörde birkaç banka kamuda da bir banka bu teşebbüse başladı. Fakat bütün bu resimde hem uluslararası kuruluşların hem İran'ın hem de AB ve ABD'nin güvenini kazanan banka Halk Bankası oldu."
 
Türkiye'nin İran'dan en önemli ithalatının petrol ve doğalgaz olduğunu anımsatan Babacan, bu paranın İran'a ödenmesi gerektiğini, İran'ın da Türkiye'den ithal ettikleri ürünlerin parasının ödemesi gerektiğini teyit etti. Bütün bu para trafiğinin 2008'den bu yana sadece Halk Bankası üzerinden yürüdüğünü bildiren Babacan, "Bu durum hem kendi iç mevzuatımıza göre hem de uluslararası bankacılık düzenlemelerine göre kitabına uygun bir iş. Burada ne bir kara para var, ne bir ihlal tablosu var. Burada resmen petrol ve doğalgaz ithal ediyoruz. İran'a ihraç edilen kalemler arasında gıda, ilaç ve bu senenin temmuz ayına kadar altındı. Temmuzda altınla ilgili yaptırımlar devreye girince, altın devreden düştü ağırlıklı olarak gıda ve ilaç kaldı. Bunlar bazen Türkiye'den, bazen üçüncü bir ülkeden gider ama bunun nakit hareketi Türkiye üzerinden dolaşır. Dolayısıyla bizim burada pırıl pırıl tertemiz bir kuruluşumuz olan ve her şeyi kuralına göre yapan bankamızı yanlış işlerin içerisine girmiş gibi sunmak, bankacılık kanuna göre de suçtur ve yaptırım gerektirir. Bankacılık kanunun bankaların itibarını korumak için gerekli yaptırımlara sahip bir kanundur" ifadesini kullandı.
 
Bankacılığın itibar demek olduğunu vurgulayan Babacan, iddialarda bankanın kurumsal ve tüzel kişiliğine ilişkin hiçbir konu olmadığını, sadece Genel Müdürle ilgili bir iddia olduğunu bunun da araştırma safhasında olduğunu söyledi.
 
Babacan, herkesin Türkiye'nin bankalarının itibarına saygı göstermek zorunda olduğunun altını çizdi.
 
20 milyar dolarlık kayıp var
 
Başbakan Yardımcısı Babacan, büyük resme bakıldığında, konunun yatırımcılar ve piyasalar tarafından Türkiye'nin siyasi istikrarını hedef alan ve buna etki edebilecek bir konu olarak değerlendirildiğine işaret etti.
 
Bu süreçte halka açık şirketlerin neredeyse tamamının hisse senetlerinin fiyatının düştüğünü bildiren Babacan, "Bir haftalık sürede tüm halka açık şirketlerimizin değeri 269 milyar dolardan, 249 milyar dolara düşmüş. Bu 20 milyar doların 1 milyar 600 milyon doları Halk Bankasına ait. Türkiye'deki tüm şirketlerin değerini, ekonomik ve siyasi istikranın etkileyen bir husus bu. Onun için bundan sonraki dönemde herkesin aklıselimle hareket etmesi, konuları karıştırmaması, ilkler prensipler ve hukuk çerçevesinde hareket etmesi lazım" değerlendirmesinde bulundu.
 
"Bankacılık, para, ekonomi bunlar çok hassas konular"
 
Babacan, yargının başka bir yöntem izleyip izleyememesi konusunda sorulan soru üzerine, yöntemleri konusunda nihai seçeneğin yargıya ait olduğunu söyledi.
 
Yönetimin eleştirilebileceğini, sebep olunan algının değerlendirilebileceğini kaydeden Babacan, "Biz bir yandan devlet içindeki paralel yapılanmanın üzerine gitmemiz gerekiyor. Öte yandan en küçük bir yolsuzluk iddiasını incelememiz gerekiyor. Bazen yarım sayfa kağıda bir şey yazıp veriyorlar isimsiz ben hemen arkadaşlara veriyorum ve bakılıyor. Bu 11 yıldır böyle. Bankacılık, para, ekonomi bunlar çok hassas konular, işler güven ve itibar üzerine yürür. Halk Bankası ve Vakıfbankta 15 biner kişi çalışıyor, Ziraat Bankasında 23 bin kişi çalışıyor. İnsanın olduğu her yerde hataların olma ihtimalini de dikkate almak zorundasınız. Takibe geçen alacaklar dünyanın hiçbir yerinde sıfır değildir. Türkiye yüzde 2,8'le çok iyi bir noktadadır. Türkiye'nin ortalamaları dünya ortalamalarının çok çok altında, kamu bankları ve Halk Bankasının ortalamaları ülke ortalamalarının da altında" değerlendirmesinde bulundu.
 
"İnsan yetiştirmek için kim ne gayret ortaya koyuyorsa başımızın üzerinde yeri var"
 
Halk Bankasının hesap hareketlerinin hafıızasının alındığı iddialara da cevap veren Babacan, bankadan sadece İran'la ticareti olan bazı firma ve kuruluşlarla ilgili bazı bilgilerin istendiğini, banka yetkililerinin de aynı gün içinde bunu teslim ettiğini ifade etti.
 
Babacan, bankanın bilgilerine el konulması gibi bir durumun söz konusu olmadığını dile getirdi.
 
Paralel devlet noktasında şüphelenilen yapının ne olduğunu düşündüğü sorusunu da yanıt veren Babacan, şöyle konuştu:
 
"Türkiye'de olsun başka Müslüman ülkelerde olsun cemaatler toplumsal yapının bir gerçeği. Bana göre bu yapıların çok önemli bir fonksiyonu: kendi değerlerine bağlı, kendi kültürünü özümsemiş, karakteri sağlam, ilkeli, dürüst insanlar yetiştirmek. Bu insanların sayısının mümkün olduğunca çok olmasını sağlamak, ve mümkün olduğunca çok geniş bir alanda hizmet vermesine vesile olmak.
 
Bir ülkenin en önemli kaynağı insan kaynağıdır. Buraya kadar çok önemli bir hizmet bu. Dünyanın dört bir yanında okullar. Ben burada tek bir kastetmiyorum, bu yolda insan yetiştirmek isteyen faaliyet gösteren çok güzide kurumlarımız var ve bunları Türkiye için ve ihlasla yapıyorlar.
 
Ama bu kişileri daha sonra takip altında tutmak, bu kişilerle belli organizasyon yapıları oluşturmak, bu kişileri ayrı bir emir komuta zincirine bağlamak. Eğer insan yetiştirme sınırını aşıp da onun ötesinde geçtiği anda hafif paralel devlet yapılandırmasını andıran, o kokuyu veren, o endişeyi oluşturan da bir tablo karşıya çıkıyor. İnsan yetiştirmek için kim ne gayret ortaya koyuyorsa başımızın üzerinde yeri var. Saygı duyarız, destek de veririz. Ben Dışişleri Bakanlığım döneminde gittiğim her ülkede eğer o ülkede Türkiye'den giden insanların gayretiyle oluşmuş bir eğitim kurumu varsa ben mutlaka ziyaret ettim. Varsa problemleri çözmek için gayrette bulundum. Orada iyi insan yetişiyorsa sorun yok.
 
Ama o sınırı aşıp, emir komuta zinciriyle o insanlara farklı bir talimat, tamamen gözü kapalı ve bağlı şekilde bir hareket noktasına gelince endişe etmek gerekiyor. O sınırı geçtiğimiz noktada dikkat etmek gerekiyor.
 
Şu ana kadar bizim bir mücadelemiz oldu, imam hatip, başörtüsü, dini özgürlükler, demokrasi sorunu, asker vesayeti vardı. Çok şükür bunların hepsini aştık. Mücadeleyle aşıldı. Türkiye artık demokrasinin hakim olduğu, herkesin temel hak ve özgürlüklerden yararlandığı ama aynı zamanda herkesin fırsat eşitliği içerisinde çalıştığı bir ülke olmak zorunda.
 
Amaç değiştirip, tekrar kendi içimizde bir gerginlik, bu ülkeye yazık. Türkiye şimdiye kadar tüm İslam dünyasına örnek olmuş bir ülke. Türkiye hem İslam'ın hem de demokrasinin beraberce en güzel yaşandığı ülke olarak, kaç ülkede sosyal hareketliliğe sebep olmuş, ilham alınmış bir ülke. Böylesine bir ülkenin kendi içine dönüp de gerginlikler ve sıkıntılı tabloların oluşturulmasının vebali büyük. Sebebi, kaynağı, kökü kimde olursa olsun, bu vebalin altına da kimsenin girmemesi gerekiyor."
adminadmin