Kültür
Giriş Tarihi : 09-09-2018 14:00   Güncelleme : 09-09-2018 13:36

Hasan Aycın: İnsanlığın Kahramanları Müslümanlardır

Müslümanların kaybettiği bir çağda talana, yağmaya ve her türlü zulme maruz bırakıldığı bir dönemde Müslüman olmayı seçmek çağın kahramanı olmayı seçmek aslında. İnsanlığın kahramanları Müslümanlardır… Bu yüzden bütün fırtınalar onların üstünde kopuyor.

Hasan Aycın: İnsanlığın Kahramanları Müslümanlardır

Şahsiyet ve sanat arasındaki alâka üzerine düşüncelerinizi bizimle paylaşır mısınız Hasan Bey?

Şahsiyet... Sanatı icra eden bir kişiyse o kişinin nasıl bir kişiliği olduğuna bakmayacak mıyız? Eserin sahibine bakmayacak mıyız? Zaman zaman dile getirdiğim Tolstoy’un bir görüşü vardır; “Ben eserin önce sanat gücüne bakarım. Bu yetmez; sanatçının eserde verdiği mesaja bakarım. Bu da yetmez; o sanatçının verdiği mesajda samimi olup olmadığına bakarım. Bu da yetmez; samimiyetinde samimi olup olmadığına bakarım” der. Somut olarak ortaya koyduğu eserinden görmeye, tanımaya çalıştığımız sanatçı kimdir?

Sanatçı bir kimlik sahibidir. Onun kimliğini belirleyen değerler vardır. O değerlerin ne olduğuna bakmak zorundayız.

Neden?

Nedeni, o sanatçının elinden çıkıyor o eser çünkü. Eserin arkasındaki imza o değerlerdir aslında.

Tefekkür ve sanat ilişkisine dair görüşünüzü alabilir miyiz?

Ziya Paşa’nın bir sözü var, “ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz” diye… Derdimiz neyse dilimize ve elimize gelen de odur. Küp içinde olanı sızdırır.

Söz sanat tefekküründen açılmışken, Batı’nın sanat tefekkürü ile İslâm sanat tefekkürünü karşılaştıracak olursak?

Şimdi şu konuşmamıza vesile olan çizdiklerim bir Batı sanatıdır sonuçta; Batı’da neşv-ü nema bulmuş. Ben Batılı değilim, Doğuluyum? En basit ifadeyle karikatür çiziyorum ama. Karikatür bir mizah sanatı. Batı’nın dayattığı mizah anlayışının dışındayım yalnız. Benim mizah anlayışımı tevarüs ettiğim değerler, mizah anlayışımı ve karikatür olgusuna bakışımı belirliyor. Bu bakış açısıyla çizince bana özgü bir çizgi, eser ortaya çıkmış oluyor. Doğuluyum derken çatısını İslâm’ın oluşturduğu değerler bütününü kastediyorum. Ve anladığım kadarıyla bunu dillendirmeye çalışıyorum. Birikimim budur. Tek bir güneş var, ikincisi hiç olmadı. Tek bir yeryüzü, gökyüzü var, ikincileri hiç olmadı. Bu evrende, kendi zamanımda yerimi aldığımda, “sahne”ye geçtiğimde her şeyi sorgulamak, yargılamak, konumumu pekiştirmek, özgüvenimi kazanmak ve o özgüvenle söylemem gerekeni dillendirmek için geçmişin bütün birikimini sorgulamak da dahil, içinde bulunduğum değerler dünyası var. Kendi hür irademle var olmayan bir varlığım sonuçta, zamanımı, mekanımı seçmedim... Olmayan, yokluğundan bile söz edilemeyen bir varlığın iradesinden, dolayısıyla iradesi dahliyle var olmuş olmasından söz edilebilir mi? Ama elhamdülillah, var olmuşsam bunun hikmetinin peşine düşmeliyim. Var oluşumun, bu zaman ve mekanda varlığımın hikmetini anlamam, kavramam, içselleştirmem ve gücüm nispetinde ifade etmem lazım. Bunun için gerekli yargılara varmam gerekir. Bunları yaparken ne gibi malzeme ve dökümana ihtiyacım varsa bakıyorum; geçmiş ve hali hazırda mevcut hangisi olursa bakıyorum. İşime yarayacak olanlara bakıyorum, anlamaya çalışıyorum. Onları, kendimi ifade unsuru kılmam gerekiyor. Batılı değerlerle kuşatılmış bir zamanda ve mekânda olduğumu biliyor, her şeyi çöpe atmadan elden geçiriyorum. İsteyerek ya da istemeyerek çağdaş dünyada yaşamanız onun tüm değerlerini kabul ettiğiniz anlamına gelmiyor/gelmemeli. Bu tespitten sonra şöyle diyebilirim artık: Varlık alemindeki konumumu kavramaya çalışacağım, insanın konumunu, insanlığı ve onun dışındaki bütün var olanları kendimden yola çıkarak gücüm ve kabiliyetim nispetinde kavrayıp ifade edeceğim.

“Batı Sanat Tefekkürünün Temelinde Dram Var”

Nedir o konum?

Bu konuma mevcut değerler açısından gerek Doğudan gerek Batıdan baktığımda insanın konumunun Tanrı karşısında bir konum olduğu anlaşılıyor. Fakat burada bir ayrım söz konusu. Batı diyor ki, insanın konumu Tanrı karşısındadır, evet, ama ben Batılı değilim. Batılı Tanrıyı aşağılıyor, insanı yüceltiyor. İnkâra varan bir durum söz konusu. Buradan baktığımda ise öyle değil, tersine, insan değil Tanrı yüceltiliyor. Batının bakışındaki çelişkiyi görmemiz lazım. İnsan sınırlı bir varlık. Sınırlı bir varlık, sınırsız olan mutlak varlığı nasıl konumlayabilir, kafa tutabilir. Gücü yetmiyor, uykusu geliyor, susuzluğuna çare bulamıyor, insan çünkü. Dahası ölüyor. Bunların hiçbiri Tanrıda yok? Sonsuz kudret sahibi Allah’tan bahsediyoruz yahu? İnsanın bu acziyetleri dram oluşturuyor. Ölüm tam bir dram Batıdan bakınca. Tartışmasız.

Batı sanatlarında insanın ölüme karşı tavrı nasıl?

Batı sanatlarına baktığımızda sanat tefekkürünün temelinde dram var.

Mitolojide de var değil mi?

Elbette. İnsanın kabulü işi tersine çeviriyor. Haddini, konumunu bilen insan olsan, kulluk bilincinde olsan ne kadar rahatlayacaksın. Bizde ölüme nasıl bakılıyor; Mevlana’nın Şeb-i Aruz’u akıllara geliyor: Kavuşma gecesi, “düğün gecesi”.  En sıkıntılı, en açmaz zamanımızda diyoruz (ki bunu Allah öğretti): Allah’tan geldik, Allah’a döneceğiz. Yani ölüm dram değil, hakikat olarak kabullenilmiş. Ben bir karikatür çizeri olarak karikatür fikrinin beni dönüştürmesine izin vermeyecektim. Hayatın faturasını ben ödeyeceğim. Bunu da elimden bu geliyorsa çizgiyle ifade edeceğim tabii olarak. Yaptığımı da elbette mümin kimliğimle yapacağım.

Batılı bir malzemeyi alıp İslâm tefekkürü içinde ifade vasıtası kılıyorsunuz?

Evet… Ben onun değerlerine râm olmayacağım. Yaptığım amelim oluyor çünkü. Amelimse varoluş gerekçem.

Doğu yaşayışına, doğu kültürüne Batı çizgisinin tesiri nasıl oldu?

Tırnak içinde Batı çizgisini Batı’nın sorunu olarak görmemiz gerektiğini düşünüyorum. Bizim böyle bir sorunumuz olmamalı. Ben, kırk yıldır aslında karikatür dışında bir şey yapıyorum. Yaptıklarıma karikatür denilmesine itirazım yok ama yapmaya çalıştığım onu dönüştürmek. Olduğu gibi kabul edemeyiz. Hal böyle olunca, karikatür sanatının problemleri benim meselem değil Batı’nın meselesi. Bu benim eylemim. Eylemim, amelim beni takip etmeli. Ben neden amelimin peşinden koşayım? Bu sahada bir ismim olacaksa Hasan Aycın olan çizer olmalı, çizer olan Hasan Aycın değil. Yolcu olan benim. Çizginin yolu yoktur. O benimle beraber. Asa gibi… Yolculuğumu kolaylaştırıyor.

Bizde hat sanatı öne çıkmış. Hattın özel bir değeri var. Batı’da Reform, Rönesans gibi akımlarla birlikte tesiri güçlenen resme, ikonografiye, sûretlendirmeye karşı hat sanatı bu tesiri kırıcı bir kalkan, tavır, ifade gücü olarak değer kazanmış, gelenekleşmiş olduğu söylenir. Çizgi sanatı burada nasıl değerlendirilebilir?

Benim bu zamanda kimliğimi belirleyen değerleri güncellemem lazım. Çağdaşlara beni bu çağın dışına atma gücünü ve hakkını vermemeliyim. İslam’ı çağdaşlaştırmak demiyorum, haşâ… İslam’ın kadim değerlerini korumalıyım. İslam insana gelmiştir. Allah, “ben nimetimi tamamladım” dediyse, siz İslam’a dışarıdan ne söylerseniz söyleyin. Ama bir Müslüman İslam budur diyebiliyorsa, diyebilmeliyse, o değerleri kendi gününde yani yaşadığı çağda kavramak, şuuruna varmak zorunda.

Olduğu gibi yani?

Olduğu gibi… Bu insan Mekke’de, Sibirya’da, Antarktika’da, Türkiye’de de olabilir. İslam bütün insanlığı kuşatır. İklim, saat, mekân farkı olmaksızın. Geçin bunları. İslam anlaşılmak durumunda. Müslüman sanatçı da en naif, en güzel biçimde de ifade edebilmeli anladığını. Varlığının ispatı buna bağlı.

“Hanzala, Bendeki Karşılığıyla Yüzünü Döndü”

Günümüz dünyasının şartlarında da en çok konuşulan kavram adalet, zulüm gerçeğine karşı Müslüman karikatürist de bu eylem ve rol sahibi olmak durumunda anladığım kadarıyla?

Yahu Hz. Âdem zamanında Doğu-Batı mı vardı? Batı daha yeni sayılır, Doğu da. Kur’an geldi ve doğunun da batının da Allah’a ait olduğunu bildirdi. Müslümanın düşmanlığı yanlara yönlere değil zalimleredir. Zulmü hedefe İslam koyar. Modern dünyada bir çarpıklık var. Adalet adalet diye konuşanlar, en çok silaha, uzay araçlarına sahip olanlar değil mi? Elbette adalet adalet diyeceğiz, ama bu iki yüzlülüğü sorgulamayacak mıyız? Barış adına ödüller filan dağıtıyorlar.

Kitle imha silahlarına, nükleer silahlara sahipler ve gözümüzün içine baka baka böyle yapıyorlar. Benim mevzuum bu değil, ama işin bu yanını ne kadar görmezden geleceğiz?

Sizin Naci el Ali’ye ait Hanzala çizimini yorumlarken onun yüzü dönük çizginizi hatırladım…

Burada bir açıklama yapmalıyım. Naci el Ali’ye ait olan Hanzala bir “imza”dır; el Ali’nin imzasıdır, onun duygularının, misyonunun, beklentilerinin karşılığıdır. Bende ise bir tiptir. Naci el Ali’nin kendi de bir imzadır aslında. Dünyanın gördüğü önemli çizerlerindendir, Filistin davasının dışında konularla pek ilgilenmemiş, imzasını da Filistinli bir çocuğu, o mazlum çocuğu çizerek atmıştır. Güneş başlı bir çocuk... Küskündür. İnsanlığa sırtını dönmüştür. Umutludur çünkü yüzünü o hep talan edilen, katledilen Filistin’e dönmüştür. Onurludur, yüzünü, gözyaşını hiç göstermemiştir. Hanzala insanlığa yüzünü dönmeyecek mi diye sorulduğunda, “Filistin özgürleştiğinde…” demiştir. Ben kendimin Naci el Ali’den sonra Filistin üzerine en çok çizenlerden biri olduğumu düşünüyorum. Kimi çizgilerimde Hanzala’ya yüzümü döndürdüm. Çünkü Naci el Ali’den sonra Filistin davası bir yerlere geldi.

Müslümanların özgüven kazanması noktasında…

Özgüven zaten vardı. İnsanlığın gündemine taşındı. BM’ye gidip kürsülerde Filistin’i öne çıkarıyor ve diyorsunuz ki, “dünya beşten büyüktür”. BM’nin yapısını sorguluyor, “van minut” diyorsunuz. Kazanılmış bir ivme var. Bu Filistin’deki insanın da umudu var. Oradaki çocuğu ateşler içinde, keskin nişancıların önünde kim tutuyor ki? Baktığınız zaman, yeryüzü geniş değil mi? Neden terk etmiyorlar? Zaman zaman işin bu tarafını yansıtmaya çalışıyorum. Artık Hanzala bendeki karşılığıyla yüzünü döndü. Ben böyle bakıyorum.

“İnsanlığın Kahramanları Müslümanlardır”

Bildiğiniz gibi bazı sanat kavramları var. Estetik açıdan... İyi, doğru, güzel gibi… Bu kavramlar çizgide nasıl ifadeye kavuşuyor. Çizgilerinizle ilk defa karşılaşanlar için soruyorum?

İyi, güzel, doğru herkese göre değişebilen göreceli kavramlar. Herkes kendindeki karşılığa yaslanarak ifade ediyor. İsmet Özel’in bir sözü var: “Ben kaybedenlerin yanında olmayı seçtim.” Anlamı şu bence; “ben kazandım”. Yani kaybedenlerle beraber olmayı seçmek kazanmak ise, o zaman tanımlarımıza tekrar bakmamız lazım. Yerleşik tanımların dışına çıkabilmemiz lazım. Müslümanların kaybettiği bir çağda talana, yağmaya ve her türlü zulme maruz bırakıldığı bir dönemde Müslüman olmayı seçmek çağın kahramanı olmayı seçmek aslında. İnsanlığın kahramanları Müslümanlardır… Bu yüzden bütün fırtınalar onların üstünde kopuyor.

Yani doğulu değerler yükselişte, Batılı değerler çöküşte?

Elbette… Yani şunu diyebilir miyiz? “Müslümanlar! Sabredin, yeni bir peygamber gelecek!” Bunu diyebilir miyiz? Hayır. Müslümanlar gelmeyeceğini biliyor. Derseniz, Müslüman olmazsınız, “sahtekârlar gelecek” diyorsunuzdur. Öyleyse Müslümanlar neyin direncini gösteriyorlar? Günümüz Müslümanında bilinç şudur aslında; “Evet, bugün sıra bende. Bugün insanlığı ben temsil ediyorum. Yük, bizim omuzlarımızda veya benim omuzumda. Peygamberin Bedir’deki duasındaki gibi. Bugün kaybedersek insanlık kaybedecek. Bizim direnmemiz lazım” diyorsa, insanlık adına doğru yapanlar bunlardır. Zulmün katlettiği insanlar Müslüman coğrafyanın insanları. Kadın, çocuk, ihtiyar tümü Müslüman… Yeryüzü kayıtlarında durum budur. Bu insanlar “Müslüman olmaktan vazgeçtik” demiyorlar. Arakan’da, Filistin’de, Suriye’de, Irak’ta demiyorlar kardeşim! Bütün ümmet toplanır. Bütün hizipler de taşrada kalır. Biz de o zaman Müslümanların gücünü görürüz. Bu meydan okumak değil. İslam zaten okuyacağı meydanı okumuş. Allah’tan başka ilah yoktur demiş. Müslüman da bunu diyecek. Yoksa bir kıymeti kalmaz. Firavun’un karşısına çıkarken Hz. Musa, elinde sadece bir asa vardı. Dili de üstelik rahat olmayıp, rekakaet vardı. Firavunsa insanların en güçlüsüydü. Müslüman da böyle yapmak zorunda. Yazı, çizgi, sanat, edebiyat dahil…

Sultan Abdülhamid’e, dönemin Batı medyasında karikatürize edilirken, saldırılırken bizim topraklarda nasıl karşılandı Batılı karikatür dili?

Müslümanlar için yeni bir durum söz konusu o dönem. Ben o dönem olsaydım çizer olur muydum, bilmiyorum.

“Her Halükârda Hamdetmeliyiz”

Batı kültürünün hegemonyasına karşı kendimizi başka hangi kültür unsurlarıyla ifade edebiliriz?

Benim mizacım şudur; her hâlükârda hamd etmek durumundayız. Gücümüz nispetinde kendimizi ifade ederiz. Gücünüz yoksa, bunların etkisi ve anlamı yoktur. Güç de nasiple ilgili. Gayret edersiniz, elinizden geleni yaparsınız. Elimden gelmiyor, nasibim yok diyemezsiniz. Akşamdan sabaha bir şeyin olmayacağını bileceksiniz. Bugün yeterince Batılıyız. Batı’nın bütün değerlerini maarif sistemlerinden geçerek okuduk. Neredeyse değer anlamında bütün bilgilerine, ürettiklerine bulaştık. Şunu yapmalıyız sanırım; Bize söz hakkı vermemeye çalışan egemenlere biz sizin bilmediklerinizi de biliyoruz dememiz lazım. Diyemiyorsak tevarüs ettiğimiz değerlerin yabancısı olmuşuz demektir. Yoksa yeterince moderniz, Batılıyız, çağdaşız. Bu zamanda bize ait olanı efendilik taslamaya kalkanlara karşı ortaya koymak durumundayız. Sizin bildikleriniz bizim de bildiklerimiz demek lazım. Yeni bir matematik kuracağız diyemeyiz. Ben bununla senin yaptığını yapmayacağım demek zorundayız. Gerekli motivasyonu kendi değerlerimize yaslanarak ortaya koymamız gerek. Bu efendiler şunu demeyecek, “hadi bize ait olan, sizlerin faydalanması için izin verdiğimiz değerlerle bizi çağın dışına atın” demeyecekler. Motivasyonumuz oradan gelmeyecek, kendi değerlerimizden gelecek. Aramızda ise, birbirimizi Müslümanlıktan çıkaran anlayıştan vazgeçmemiz lazım. Yanlışlarımızı sahiplenerek sonuna kadar beraber olmayız. Allah da bizim işlerimizi o zaman kolaylaştıracaktır. Gayret ettikten sonra Allah’tan isteyeceğiz, dilerse verecek. Belki de o zaman vermeyişi hayrımızadır. Olmazsa olmaz. Başka bir yolu da yok. Rabbimize beni başka çağda imtihan et diyemeyeceğimize göre? Ben Müslümanların canını sıkacak, umudunu kıracak bir şey yapmamalıyım, yapamam. Böyle bir hakkım yok. Allah’ın izniyle umutlarını arttıracak, yüzlerini ak edecek şeyler yapmalıyım.

Aylık Dergisi 167. Sayı

adminadmin