Kültür
Giriş Tarihi : 21-10-2018 12:00   Güncelleme : 21-10-2018 12:00

Hayatın Okuryazarı Olmak

Hayatın Okuryazarı Olmak

Lezzetsiz yemekler gibidir lezzetsiz insanlar. Tıpkı yanlış güzergâhta seyreden hayatlar gibi. Hissetmeden, anlamadan, yaşanmadan süren ömürler gibi. Hâlbuki iklimini yanında taşımalı insan. Okumak, yazmak ve yaşamak üzerine konuşmalı biraz. Her şeyin başkalaştığı dünyada en çok kendine “el oldu” insanlık. Tarif edip tanıtırken şahsını, öğrenilmiş kalıplar, öğretilmiş duygulardan bahsetti hep. Falanca yerde doğmuş, şu şu okulları tamamlamış, medeni hâli ve çocuk sayısı ile biten, ruhuyla alakalı yoğun boşlukları olan bir özgeçmiş. Beden ve ruhun cemi olan âdemoğlu, içine seyir yerine dışına bekçi oldu. Doğduğunda başlayan; mamasının kıvamından sütünün sıcaklığına kadar devam eden bakımlar gördü cismi. Uyuyacağı yastığın konforundan giyeceği ayakkabının rahatlığına dek bu liste uzayıp gitti.

Atalarından Boşnaklara uzanan bir söz der ki: “Yol ile yolcu arasındaki tek engel kapının eşiğidir.” Kapı ile eşik mesafesi kadar yakındır şahsiyetin derinliklerine doğru yolculuk. Artık insanın valizini toplayıp ruhuna sefere çıkmasının vaktidir. Söylemi kendisinden meşhur olan bir söz vardır ya: “Tek kanatla uçulmaz.” diye. Kanaatimizce tek kanatla uçulamayacağı gibi yeryüzünde dahi yürünemez. Bu sebeple yoluna gönlünü de yoldaş etmesini bilmeli insan. Gündemini güncele değil tüm zamanlarda geçer akçe olan hâllere ayarlamalı. Firarı, maddeye esaretten olmalı.

Bugün ne yapacağım endişesi, yarın nasıl olacak kaygısı tüketiyor her canı. Bu yüzden hayatı etraflıca yaşayabilme tedrisini kaçırıyor insan. Bir tını, kulağı okşayan bir ses duymadan geçmemeli ömür. Bir kuşla beraber kanat çırpan bakışları olmalı insanın. Şiddetli dalgaların kayalıklara çarpan suları, yüzle beraber düşünceleri de yıkamalı. Bir ağacın altında gözlerini kapatıp devirler, diyarlar, gönüller gezmeli mesela. Bayram yerleri gibi kalabalık, coşkulu, heyecanlı şehir meydanlarında dolaşmalı. Kabristana gitmeli ki onlar bize öncekileri anlatır birkaç mezar taşı notuyla. Bir caminin şadırvanının musluğundan akan tarihi yakalamalı. Minareden süzülen ezan sesi ile kendini sekinete bırakmalı. Kedilerin patilerini sıkmadan, sırtını okşamadan, bir hayvana merhametle bakmadan geçip giden günler olmamalı.

Bir vapur seferinde martıların yol arkadaşlığıyla, simit kardeşliği eşliğinde karşı kıyılara geçmeli. İkindi vakti bulutlu bir havada çıkan güneşin denizde bıraktığı kristal gibi yakamoza dalıp dalıp gitmeli. Arkada sıradağlar, önünde deniz manzarası gözleri yüzmeli enginliklerde. Yalçın dağların gökyüzü ile buluştuğunu sandığın zirvelere çıkmalı. Medeniyetinin zarafetini sergileyen bir saat kulesinin etrafını mesken tutmuş güvercinlerle yakalamaca oy-

namalı. Bir kitabın sayfalarından mezun olmalı, közde pişmiş Türk kahvesi eşliğinde yudum yudum tatmalı zamanı. Her şeyin hızlı insanlığın yavaş aktığı sokakları adımlamalı. Balık ve baharat kokularının birbirine karıştığı çarşılara yolunu düşürmeli. Simit ve çayın muhteşem yarenliğine imrenirken yağmurun her yere yağması gibi her gönlün kapısını çalabilmeli. Tadı damağında kalan muhabbetleri olmalı sessizlikle. Şimdi ve burada ertelemeden, vazgeçmeden doyasıya tebessüm sadakası vermeli. Bir şehitlikte dalgalanan bayrak gibi minnettar olmalı ecdada ve emanetlerini sonraki nesillere aktarmak için onurlu yaşamalı ömrü.

Baharda kuru kabuğunu yarıp çıkan erik ağacı gibi beyaz, pembe, sarı çiçek açmak… Kayalıklardaki baharın müjdecisi menekşeler gibi şahsiyetini süslemek… Uçsuz bucaksız düzlükler gibi düşüncelerin ekin vermesi. Umut topraklarına verimli hayaller ekmek. Ucuz  düşünceleri elekten geçirip feraset harmanlamak. Geceleri aydınlatan yıldızlar gibi parlak, canlı fikirleri olmak. Uçurtmaların özgünlüğüne ufukların varması. Bir çizgi bir desen bir nota olmak hayatta. Kitaba dost, kaleme yaren, mürekkebe ve hokkaya ahbap olmak. Uzayıp gider böyle hayata lezzetli dokunuşlar. Ve bu liste uzadıkça lezzetlenir hayat…

Bütün bu tatlara damağımız kapalıysa yorulur duygular, umutlar tükenir. Yol da yolcu da yanlışsa gözler görmez olur. Çünkü yanlış yolla doğru yere varılamaz. Yabancı, başkası, öteki diye kimlikler baş gösterir gönül coğrafyamızda. Bir çocuğun cömertliğine kavuşamaz bakışlar; etiketsiz, önyargısız, suizansız…

Bir tarlayı işler gibi umut, rızık, bereket ekip şükür, hamt, cömertlik biçmek; gökyüzünün maviliğini şemsiye yapmaktır yaşamak dediğin. Zeytin ağaçları arasında dolaşırken dallarında, yapraklarında asırları okumak; yeryüzünü muallim almaktır. Aslını kaybetmemiş renkler, özünü yitirmemiş kişiler dünyayı imar edebilir. İyiliğin mimarlığını yapıp samimiyet köprüleri kurulunca sinelerde daha da sıcak parlar ay ışığı. Bakışların güzelleştirdiği görüşler kuşatınca semayı, güneş önyargıları da ısıtıp eritir. Değer görünce su, kıymetlenince hava, gün ışıkları kalplere kadar ulaşır. Tevekkül bulutları sarınca kulluğu, bohemler, buhranlar, siyahlar dağılır. Acı, keder ve dert ile arkadaşlık kurulunca derman kavileşir, şifa bulur yürekler.

Temennimiz okusun yüreğin(in) tasasını insan, yazabilsin devasını ve yaşa(t)sın  çaresini. Hayatın okuryazarı olsun, en çok da yaşayanı…

Sümeyra Çelik / Diyanet Dergisi

adminadmin