Kadınlar çalışmalıydı ama çocuk da doğurmalıydı. Savaşlarda ölecek askerleri, fabrikalardaki işçileri doğurmalıydı; ama bir yandan çalışmalıydı. İşte bakıcılar, kreşler, bebeklere anne memesi hissi veren yalancı memeler ve biberonlar, güya bu “Sanayi Devrimi” denilen zamanda icat edilenler. “Çocuğu doğur, işine devam et, sistem o çocuğu büyütür” dediler annelere. Sistem bebekleri büyüttü büyütmesine ama çocuk da ilk sevgi eksikliği ve anne dokunmamasından kaynaklanan sorunlar olmaya başlayınca “pedagoji” diye bir şey uydurup, bütün sorunların gerçek kaynağının “anne eksikliği” olduğunu söylemek yerine güya bilimsel açıklamalarla sıkıntıları normalleştirdiler. Çalışın, çalışacak bebekler doğrun, çalışmaya devam edin, borçlanın, hep taksit ödeyin, taksiti maaş aldığınız sisteme ödeyin ve ölüp gidin.
Kapitalizmin en sevdiği hedef ise hep gençler oldu. Depresyonu uydurdu sistem önce, uydurduğu yetmiyormuş gibi depresyona girmeye zorladı gençleri. Öyle ya, genç dediğin nedir ki; depresyona girer, eğlenceye dayanılmaz bir ihtiyaç duyar, eğlenemezse bunalıma girer, uyuşturuculara meyillidir, alkole meyillidir, zinaya meyillidir. Deli gibi alışveriş yapmak ister, yapmazsa yine bunalıma girer. Bunları yapmazsa sağlıksızdır. Mahrum kalıp ya da tercih etmeyip bunalıma girmezse yine sağlıksızdır. Gençler mitinglerin dolgu malzemesidir, örgütler için bedavaya katillik yapan malzemedir, protestoların en önündeki ucuz sürüdür.
Reklamlar ya kadınlara ya gençlere hitap eder; hep onlara seslenirler. “Alın, daha çok alın, daha daha çok isteyin, yetinmeyin, kanaat etmeyin, idare etmeyin, daha fazla isteyin…” diye hiç bitmeyen telkinlerle harcamaya yönlendirilir gençler. Harcayacak parası yoksa eğer, harcatan sistem aynı zamanda veren olduğu köleliğin ilk tasması takılır ve yıllar içinde tasmalar giderek artar. Gün gelir, gençlik biter ama tasmalar çıkmaz. Sıkar, sıkar ve mutlu son… Köle öldü, çile bitti, sıra yeni gençlerde. Bayramınız kutlu olsun, eğlenmenize bakın: “Hey dostum bu tasma ne kadar güzel neden sen de bir iki tane takmıyorsun...”
Erem Şentürk / Diriliş Postası