Kültür
Giriş Tarihi : 27-05-2018 14:00   Güncelleme : 27-05-2018 14:00

Hikmetler Ve Hakikatler

​Üç kişinin imtihanı

Hikmetler Ve Hakikatler

Ebû Hureyre (ra) der ki; Hz. Peygamber’i (sav) şöyle söylerken işittim:

İsrâiloğulları’ndan, abraş (alaca derili), kel ve kör üç kişi vardı. Allah bu üç kişiyi imtihan etmek istedi, kendilerine bir melek gönderdi. Melek abraşa geldi ve: “Hangi şey sana daha sevimlidir?” dedi. Abraş, “Güzel renk, güzel deri ve halkın benden iğrendiği abraşlığın benden giderilmesi” dedi.

Melek onun vücudunu sıvazladı, hemen üzerindeki iğrenç görüntü kaybolarak, kendisine güzel bir renk verildi. Melek : “ Hangi mal sana daha sevimlidir?” diye sordu. O: “Deve”, dedi. Kendisine on aylık gebe bir dişi deve verildi. Melek ona, “Allah bunu sana mübârek eylesin”, dedi.

 Sonra melek kel kişinin yanına gitti. “En çok hangi şeyi istersin?” diye sordu. Kel : “Güzel saç ve halkın benden tiksindiği şu kelliğin benden gitmesini”, dedi. Melek onu sıvazladı. İğrenç görünüşü kaybolarak kendisine güzel saç verildi. Melek ona, “en sevdiğin mal nedir?”, diye sordu. Adam “inek”, dedi. Kendisine gebe bir inek verildi. Melek ona “Allah bu ineği sana mübârek eylesin”, dedi.

Daha sonra melek kör adamın yanına geldi ve : “ Hangi şey daha çok hoşuna gidiyor?” dedi. Kör, “Allah’ın gözümü bana iade etmesi ve insanları görebilmem”, dedi. Melek onu da sıvazladı. Allah da ona gözünü iade etti. Melek “Hangi mal daha çok hoşuna gider?”, dedi. Kör “Koyun”, dedi. Ona da kuzulu bir koyun verildi.

Onların deve ve ineği yavruladı. Bunun da koyunu kuzuladı. Birinin bir vadi dolusu devesi, öbürünün bir vadi dolusu ineği, ötekinin de bir vadi dolusu koyunu oldu.

Bir müddet sonra melek adamın iyileşmeden önceki eski kılığına girerek abraş kişiye geldi ve ona:

  “Ben fakir biriyim, yolda kaldım. Bugün gitmek istediğim yere varmak, ancak önce Allah’ın sonra senin sayende olacak. Sana güzel renk, güzel ten ve çokça mal veren Allah hakkı için, ben senden bir deve istiyorum ki, onun sırtında gideceğim yere varayım,” dedi. O eski abraş:

 “Malımın hak sahipleri çok diyerek meleği reddetti. Bunun üzerine melek ona; “ Seni tanıyor gibiyim, sen halkın kendisinden iğrendiği yoksul bir abraş değil miydin?”  diye sordu. Adam: “Hayır bu mal bana ancak (ecdâdımdan) büyüklerden miras kaldı” dedi. Melek:

“-Eğer yalancı isen, ALLAH, seni daha önceki haline döndürsün”, dedi. Sonra melek ilk görüşmelerindeki suret ve kılığında kel adamın yanına vardı. Ona da abraşa dediği gibi dedi. Kel de abraş gibi reddetti. Melek:

“-Eğer yalancı isen, Allah seni daha önceki hâline döndürsün” dedi. Nihayet eski kılık kıyafetinde köre geldi.

“Ben yoksul bir adamım. Yolcuyum, yolda kaldım. Bugün ben ancak Allah’ın sonra senin yardımın ile gideceğim yere varabilirim. Sana gözlerini iade eden hakkı için, senden yolculuğumu sağlayacak bir koyun istiyorum”, dedi. O kimse:

 “Ben bir kör idim. Allah bana gözlerimi geri verdi. Bu koyunlardan istediğin kadarını al, istediğini de bırak. Vallahi, Allah için aldığın hiçbir şeyde sana zorluk çıkarmayacağım”, dedi. Melek adama: “Malın sende kalsın. Sizler bir bir imtihana tabi oldunuz. Allah senden razı oldu. İki arkadaşına da kızdı” dedi. (Buharî, Kitabu’l; Enbiyâ, 51.  Müslim, Kitabu’z-Zühd, 2964)

Hadisten alınacak pek çok dersler vardır. Öncelikle insan evvelki halini unutmamalıdır. Allah’ın verdiği nimetlere karşı, nankörlük etmemelidir. “Ne oldum değil ne olacağım” demelidir.

Kişi, eline geçen dünyalıktan dolayı, mağrur olmamalıdır. Malı ve zenginliği görünce “burnu büyümemelidir.” Her şeyin kendisine emanet olarak verildiğini ve bir gün bunlardan dolayı hesaba çekileceğini düşünmelidir. Gerektiğinde bu dünyalıkları Allah yolunda harcamak suretiyle, ebedi hayatına önceden azık göndermelidir. Bundan dolayı da cömert olmalıdır. Zira “cömertlik cennet ağaçlarından bir ağaç, cimrilik ise cehennem ağaçlarından bir ağaçtır.”

Allah’ın Rasûlü bu gerçeklerin ortak noktasını şöyle belirtirler:

-“Akıllı, nefsini hesaba çeken ve ölümünden sonrası için amel işleyendir. (Âciz) insan da, nefsini kendi hevasına tabi kılan (sonra da), Allah’tan kurtuluş bekleyendir.” (Tirimizi, Sıfetü’l-Kıyame 25 (2459 hadis) ,İbn Mâce, Zühd 31 (4260))

Hadisten anladığımıza göre bu gerçeği idrak eden, sadece evvelce kör olan zat olmuştur. Diğerleri ise maalesef nefis muhasebesinden uzak, dünyalığa dalmış oldukları için ne oldum delisi olmuşlar ve imtihanı kaybetmişlerdir.

O halde bizlerin de:

Her an imtihanda olduğunu bilerek, bu imtihanı kazanma gayreti içerisinde olması gerekmez mi? Tıpkı kör kişi gibi.

Dünyanın ve içindekilerin faniliğini, ancak güzel amellerin kalıcı olduğunu unutmamalıyız.

“NİCE ERLER VARDIR Kİ...”

Allah yolunda cihat mü’minlere, gerektiği zaman farzdır. Bu konuda ayet ve hadisler çoktur. Meselâ bir tanesinde şöyle buyrulur:

-“Ey Peygamber! Kâfirlere ve münâfıklara karşı cihat et, onlara karşı sert davran! Onların varacakları yer cehennemdir. O, ne kötü bir varış yeridir!” (9, Tevbe:73)

Bir başka ayet-i kerimede ise Allah yolunda cihat edenlerle, oturanların derecelerinin bir olmadığı belirtilir.

-“Mü’minlerden özür sahibi olanlardan başka, oturanlarla malları ve canlarıyla Allah yolunda cihad edenler bir olmaz. Allah, malları ve canları ile cihat edenleri derece bakımından, oturanlardan üstün kıldı. Gerçi Allah hepsine de güzellik (cennet) vâdetmiştir ama; mücahitleri oturanlardan çok büyük bir ecirle üstün kılmıştır.”  (4,Nisâ:95)

İşte bu gerçeği kavrayan ve bu büyük mükâfata ulaşmak isteyen bir sahabiyi göreceğiz şimdi. Hz. Enes (ra), amcası Enes b. Nadr’ı anlatıyor:

Amcam Enes b. Nadr, Bedir savaşına katılmamıştı. Bundan dolayı: “ Yâ Rasûlallah! Müşriklerle savaştığın ilk harpte yoktum. Allah bana şayet müşriklerle savaşa katılmayı nasip ederse, neler yapacağımı Allah gösterecektir” dedi. Uhud harbi gününde Müslümanlar dağıldığında amcam Enes, arkadaşlarını kastederek:

“Allah’ım! Şu Müslümanlar’ın yaptıkları yüzünden Sana özür beyan ediyorum” dedi. Müşrikleri kastederek de:    “ Şunların tutumundan da Sana sığınırım “, diye dua etti. Sonra savaş için öne atıldı. Sa’d b. Muâz ona karşı geldi. Sa’d’e şöyle dedi:

“Ey Sa’d! Arzum cennettir. Ka’be’nin Rabbi olan Allah’a yemin ederim ki, Uhud’un ötesinden cennetin kokusunu alıyorum.” Sa’d; “Yâ Rasûlallah! Onun yaptığını ben yapamadım” dedi.

Enes der ki: Onu kimi kılıç yarası, kimisi mızrak yarası, kimi de ok yarası olmak üzere seksen küsur yerinden yaralanmış olarak bulduk. O şehit olmuştu. Müşrikler ona müsle (işkence) yapmışlardı. Onu kimse tanıyamadı. Sadece kız kardeşi onu parmak uçlarından tanıyabildi. Enes devam ederek şöyle dedi: Şu ayetin amcam ve onun gibiler hakkında nazil olduğunu sanıyoruz:

“Mü’minler içinde Allah’a verdikleri sözde sadâkat gösteren nice erler var. İşte onlardan kimi adadığını ödedi. Kimi de bekliyor. Onlar hiçbir suretle ahidlerini değiştirmediler.” ( 33,Ahzab: 23)

Ayet-i kerimedeki “Nice erler vardır ki” ifadesi çok muteşem gerçekten. Allah’a verdikleri sözleri yerine getiren ve getirmeyi bekleyen nice erler... Allah (c.c)’ın güzel va’dine mazhar olan mü’minler...

Cihadın önemi çok büyüktür. Bu eşsiz din bizlere cihad sayesinde ulaşmıştır. Bizden sonraki nesillere de yine ancak, emr-i bi’l-ma’ruf - nehy-i ani’l-münker, yani; iyiliği emretmek ve kötülükten yasaklamakla ve cihadla varlığını sürdürecektir. Bugün bunların şekli ise biraz daha farklıdır. Zamanımızda bu güzel görevler, basın ve yayın organlarıyla da yapılmalıdır. Zira basın ve yayının insanlar üzerindeki etkisi, çok daha büyüktür.

Allah’ın adını nesilden nesle ulaştıran cihat, mü’minlerin şeref ve haysiyetini korur, onları şehitlik gibi üstün bir mertebeye de ulaştırır. Hadisin kahramanı sahabi, şehitliğe can atarken;

-“Kâbe’nin Rabbi olan Allah’a yemin ederim ki; Uhud’un ötesinden cennetin kokusunu alıyorum,” diyerek öne atılmıştır. İşte bu kokuyu garantileyen ayet-i kerime:

   -Allah Teâlâ, Cennet mukabilinde mü’minlerin canlarını ve mallarını satın aldı. Onlar Allah yolunda savaştılar. Harp meydanında şehit ve gazi oldular. Bu Allah’ın öyle bir va’didir ki, Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’an’da sabittir.” (9,Tevbe:111)

Bir başka ayette ise Rabbimiz şehitler için şöyle buyurur:

-“Allah yolunda öldürülenlere ölüler demeyiniz! Bilâkis onlar diridirler, lâkin siz onu hissedemez, anlayamazsınız!” (2, Bakara:154)

Bu kıssadan alınacak en büyük hisse de, herhalde şehitlerin bu güzel hali ve sonucu olmalıdır.

BİR KUDSİ HADİS

Kudsi hadis, manâsının Allah’a, lâfzının ise Hz. Peygamber (s.a.v)’e ait olduğu hadislerdir. Efendimiz bu hadislere genellikle; “ Yüce Allah şöyle buyurur,” diye başlamışlardır. Bütün bu hadisler asla Kur’an’dan değildir. Kelimeleri biraraya getirerek cümleler kuran, Peygamberimiz (sav)‘dir.

Şimdi bir Kudsi Hadis’ten Allah’ın (cc) buyurduklarına kulak verelim:

Saîd b. Abd’ul-Aziz, Rabîa b. Yezîd’den, o da Ebi İdris el-Havlâni’den, o da Ebu Zerr Cündüb b. Cünâde’den (r.a), o da Nebi’nin (sav) Allah Teâlâ’dan yaptığı rivâyette şöyle buyurduğunu bildirmiştir:

“Ey kullarım! Şüphesiz Ben zulmü kendime haram kıldığım gibi, onu aranızda da haram kıldım. O halde birbirinize zulmetmeyiniz.

Ey kullarım! Benim hidâyet ettiğim kimseler hariç, hepiniz yolunuzu sapıtmışsınız. O halde Ben’den hidâyet isteyin ki, sizi doğru yola ileteyim.

Ey kullarım! Benim doyurduklarımdan başka hepiniz açsınız. Ben’den rızık isteyin ki sizi yedireyim.

Ey kullarım! Giydirdiklerim dışında hepiniz çıplaksınız. O halde Ben’den giyecek isteyin ki, sizi giydireyim.

Ey kullarım! Sizler gece-gündüz günah işlersiniz. Ben de günahların tamamını affederim. Bu sebeple, Benden bağışlanmanızı isteyin ki, size mağfiret edeyim.

Ey kullarım! Hiçbir zaman, Bana zarar vermeye gücünüz yetmez ki, veresiniz. Bana fayda verecek hale ulaşamazsınız ki, Bana faydanız dokunabilsin.

Ey kullarım! Sizden öncekiler ve sonrakiler, ins ve cinniniz, içinizden muttakî bir adamın kalbinin en iyi hâli üzere onun kalbi gibi olsa, bu durum Benim mülkümde en küçük bir şey artırmaz.

Ey kullarım, sizden öncekiler ve sonrakiler, ins ve cinniniz, bir alanda toplansalar, sonra Ben’den dileklerini isteseler, mahlûkatın tamamına istediklerini versem, bu, Benim katımdaki hazineyi ancak, iğnenin denize sokulup çıkartıldığında, denizden eksilttiği kadar eksiltebilir.

Ey kullarım, sizden öncekiler ve sonrakiler, ins ve cinniniz, içinizden en kötü bir adamın kalbinin bulunduğu en kötü niyyeti üzere toplansa, bu durum benim mülkümden bir şey eksiltmez.

Ey kullarım, sizin amellerinizi adınıza zabteder, onların karşılığını eksiksiz size veririm. O halde kim hayır bulursa hemen Allah’a hamdetsin. Kim de kötülükle karşılaşırsa kendi nefsini kınasın.”

Saîd der ki: “Ebu İdris bu hadisi rivayet ederken diz üstü çökerdi”. (Müslim: 2577. R. Salihîn: 1/111.)

Bütün bu gerçekler ayet ve hadislerin genel anlamlarını yansıtmaktadır. Îman eden kullar olarak Cenab-ı Hakk’ın bu beyanlarının, ne kadar büyük birer hakîkat olduğuna inanıyor ve bu gerçeklerden ibretler almaya gayret ediyoruz. Allah (c.c.) bizlere salih ameller işlemeyi ve güzel karşılıklar almayı nasip eylesin.

Muzaffer Dereli / Diriliş Postası

adminadmin