Eğitim
Giriş Tarihi : 17-08-2014 13:24   Güncelleme : 17-08-2014 13:24

HUKUK EDEBİYATI

Hukuku besleyen ahlâk… ahlâksız bir cemiyette hukuk, kuru bir sözden ibaret… ve devlet, hukuk kaidelerini koyarken, toplumun ahlâkî kaidelerine uymağa mecbur… zirâ, ahlâkî görüşlere aykırı kaideleri ihtivâ eden kanunlar konulursa, bunlar devlet müeyyidesine mâlik olsalar bile, içtimâî vicdanın müeyyidesinden mahrum ve bu itibarla çabuk ortadan kalkmağa mahkûmdurlar!..

HUKUK EDEBİYATI

Medenî kanunu isviçre’den, ticaret kanunu fransızların sömürgelerine uyguladığı ticaret kanunundan, cezâ hukuku italya’dan aparılan, iktisadî düzeni “karma ekonomi”nin karma karışık tonlarında dolanan, yetmiş senedir “eğitim sistemi”ni bir anlayışa bağlayamamış, siyasî rotası belirsiz, idarî yapısı felç bir ülkeyiz!..

 “Siz cumhuriyet çocukları, ‘gözümüzü zaferde açtık’ avuntusundasınız. şimdi umulmaz yerlerde beklenmez yenilgilerle karşılaşınca apışmayın!.. biz batı’yla er – geç, ister istemez hesaplaşmak zorundayız!.. bunu gerçekten yapmayınca, batı’ya hizmet teklif etmekle belâyı başımızdan defleyemeyiz!.. bunu böyle bilesin, gazeteci murad!.. işini ona göre tutasın!.. (kemal tahir'den)

Gerçek hayat ferttedir; cemiyetten murad da işte bu gerçek hayat fatihlerine fidelik etmektir… ve… zamanın hakikî fatihleri, istikbâle o kadar susamışlardır ki, gözlerindeki sonsuzluk adesesi önünde, bazen bin sene evvelki hâdiseyi bugüne yapışık, bazen da bugüne ait bir meseleyi bin sene geride görürler!..

Ahlâk, bizi insanı anlamaya zorlar ve bütün değerler için anlaşma temeli verir… ahlâk, ruhun merkezî fakültesidir… bundan dolayı ahlâkî gereklilik bütün ötekileri kuşatır; insanın insanı anlamasını sağladığı için, “olması gereken” hakkındaki şuuru “ortak” bir şuur hâline koyar ve bütün ideallerin bildirilebilmesinde temel görevi görür!..

Hürriyet… hak ve adalete de ancak hürriyetle ulaşılabilir; hürriyetin kaynağı, sadece kâinatta ve kâinatla tükenmeyip, onu aşan varlığın özünde aranmalıdır… süje ile obje, mânâ ile madde, iç âlemle dış âlem gibi zıtlar, bu sırrın hasrı içinde vahdete kavuşurlar… insanın hürriyet içinde idrak ettiği nihai âlem!..

Hakikat idesi olarak hürriyet… hukuk ve adalet idesi olarak hürriyet… güzellik idesi olarak hürriyet… “mütealiyet – aşkınlık” idesi olarak hürriyet…işte, sosyal ve kültürel kâinatın dayandığı ideal temeller bunlardır!..

Hukukun “yürürlükteki nizam” mânâsını göz önüne alırsanız, hayatın bütün iş ve verim sahalarının islâmî bir dünya görüşüne göre teşkilâtlandırılmadan “yürürlükteki nizam”ın islâmî olamayacağını ve islâmî bir düzende niçin mevzularında temayüz etmiş bir “aydınlar aristokrasisi”nin söz konusu olduğunu anlarsınız!..

Dünyada mevcut bir çok anayasa tamamen göstermeliktir; ve tarif ettikleri rejimin memlekette olanla hiçbir alâkası yoktur; anayasa âdeta mevcut rejimi gizleyen bir paravan vazifesi görür!..

Emir verme ve karar alma yetkisi olmayan –ki iktidarın vasfı budur-, emir ve kararın mevzuunu teşkil eden hâkimler(!)… netice olarak: demokratik, faşist ve sosyalist olarak iktidarının niteliğini belirttiğimiz günümüz rejimleri, iktidarın ne olmadığını, iktidarın kimin adına olmadığını göstermektedirler!..

Oysa, halkın halk tarafından idaresi ve millet hakimiyetinden bahsetmek, boş bir gevezeliktir; kavramı mânâsının katiyetiyle ele alırsak, hakikî demokrasi hiçbir zaman mevcut olmadığı gibi, bundan sonra da olmayacaktır. çok sayıdakilerin az sayıdakileri idaresi tabiî nizama aykırı olduğu gibi, işin garibi, daha çok idare etmeye talip olanlar tarafından ileri sürülen demokratik talepler, onlar iktidara gelince de, idare edenlere mahsus imtiyazlarla zırhlanarak istenmez olur. ve tabiî ki, “kanun önünde eşitlik” ilkesi de, her zaman idare edenler lehine bozulan bir ibredir!..

Bir içtimaî sistemin, iktidarın kimin adına “kullanıldığına – hükmedildiğine” ilişkin açıklaması “hakikat”in ifadesi değil ise, iktidarın kullanılışına “meşruluk – haklılık” verenin ne olduğu da izah edilemez… ve iktidarın kaynağını mutlak olarak izah etmemiş olanların, iktidarı kullanmalarının haklılık sebebi de yoktur… hangi rejimde olursa olsun, insan iradesinin insan üzerindeki hakimiyetini gösterici bu durumun kabulü, neticede, insanın insan arkasındaki kuyrukçuluğudur!..

Son tahlilde bu durum, mutlak fikir dışında idare edilenlerin hiçbir rejimde idare edenlere uymamalarına haklılık kazandırır!..

Büyük Doğu mimarı diyor ki, “islâm hukuku, hakkın ta kendisidir; selim akıl, bütün zaman boyunca nereye başvurmuşsa, bu hakikatlerden başka bir şey bulamamış ve bulamayacaktır!..”

Hakkı temsil ve dâvâsını isbat kaydiyle, devlet başkanina alkiş kadar yuha da herkesin hakkiydi; ve dünyada hiçbir idare, kanun önünde eşitlik prensibine bu ölçüde misâl olmadı.

Kamuoyunun derdini ve dileklerini dile getiren “vefd” isimli heyetler, bahsedilen şuurun müesseseleşmiş şekli olarak bunun delilidir. bu devirde (hazret-i ömer devri!) bütün vilâyetler, hükümet merkezine “vefd” isimli birer heyet gönderirdi ve bu heyetler ait oldukları vilâyetlerin halk temsilcileri olarak merkeze, halkın ihtiyaçlarını, şikâyetlerini ve dileklerini bildirmekle mükelleftiler. hazret-i ömer, her fırsatta halka, bu husustaki haklarını sımsıkı elde tutmalarını ilân ve ihtar ederdi. Hitabelerinde bu noktayı sık sık tekrarlamış, bir hac mevsiminde de bütün valileri ve memurları davet ederek bu nokta üzerinde izahlar vermişti.

Din, edeb demektir... Edeb; hadlere riayet... Hadlere riayet; hayâ ve hicâb... Hayâ ve hicâb; örtü ve perde... Örtü ve perde; tecrit... Tecrit hakikatinde; nizam... İslâm baştanbaşa nizam demektir!..

Zamanüstü hakikat buudunda yaşayandan, saf tefekkür ehline... Üniformalı ilim erbabından, sırmalı askere... Adalet kefesine bakandan, bakkal terazisinde para değeriyle malı denkleştirene kadar herkes... Evet herkes; en ulviden en alelâdeye kadar her işte ve her yerde, tâbi olurken, tefrik ve temyiz ederken, ölçüp biçerken, o işe mahsus nizâmın mihengi içindedir!..

“Hukuk nizamı” diye bir söz var ya, doğrudur; her iş ve her şey bir nizam vahdeti belirttiğine göre, kendini mevzu olarak diğer nizam mevzularından ayırıcı özellikleriyle, “hukuk nizamı”ndan bahsedilebilir... Bunun yanında, hukuk, nizâm demektir!..

Mücerret mânâsıyla “nizâm” mefhumu, hem “cem etme, toplama, birleştirme ve birleme”, hem de “tefrik etme, denkleştirme, ayırma ve ayırdetme” mânâlarını kapsar; birbirinin içinde görünen mânâlarıyla derinliğine ve genişliğine tecrit... Böylece, eserde konuşan “Hakîm” ile “Hâkim” isminin mânâlarını da fısıldamış oluyorum!..

Gelelim İBDA fikriyatı içinde bu eserin yerine... Bir ayniyetin “muvazeneli-denk” iki kanadı hâlinde Büyük Doğu ve İbda: Fikrin “nasıl?” buudu üstüne düşen “niçin?” ışığı ile, seçmeci, değerlendirici, hüküm verici, denkleştirici ve nisbetlendirici “vicdan”ın ne demek olduğu misâllendirilmiş, tavır alıcı ve karar koyucu mevsime girişimizin önsözü tamamlanmış ve mühürlenmiştir... işte “Hukuk Edebiyatı”, bu umumî nizâm ve irfan dilinin, İbda diyalektiğini zenginleştirici yeni bir tezahürüdür!..

Eserin kendi iç nizamına gelince... Şu: “Saf fikrin hukuk mevzuuna yönelişi” ve “hukukun tefekkür buudu” arasında, fikir ve hukuk geleneğimizde mevcut olmayan bu iki kategorinin “orijinal sentez-büyük terkib” dinamiğinin gösterilişi, bunun tarz ve usulü, dünya görüşü ve mevzu dilinin misâllendirilişi... Bundan sonrası, her iki sahada boy göstereceklere kalmış bir iş!..

Büyük Doğu Mimarı’nın harikulâde misâliyle “irfan”ın tarifi: “İrfan, bilgi değil, “bilmeyi bilicilik” hassasıdır... Nasıl ki paraya malik olan, bir nevî satın almadığı şeylerin de sahibi sayılır!”... Ve İmam- Gazalî Hazretlerinin büyük ölçülendirmesi: “Fıkıh için ne kadar hadis bilmeli?”... “Bilmeyi bilecek kadar!”... Bunlar anlaşıldı ise, İslâm büyüklerinin işareti ışığında, şu muazzam hikmet de anlaşıldı ise, İslâm büyüklerinin işareti ışığında, şu muazzam hikmet de anlaşıldı demektir:

“Bir hadisi bilmiş olan, bütün hadisleri bilmiş gibidir!”

Böylece, tecrit ve fikir buudunda ister “fıkıh” ve ister “hukuk” veya “fıkıh ile hukuk arasındaki ilgi” açısından olsun, bunlara yanaşırken herşeyden önce malik olunması gereken insan kumaşının ne olması gerektiğini de belirtmiş oluyorum!..

Salih MİRZABEYOĞLU - İBDA Yayınları - 1989

adminadmin