Kültür
Giriş Tarihi : 18-11-2018 09:00   Güncelleme : 18-11-2018 09:00

Hz. Peygamber ve mizah

Hz. Peygamber ve mizah

İnsan, dilinin altında saklıdır. Kadim deyişlerde ve atasözlerinde insanın kişiliği ile dili arasında güçlü bir ilgi olduğu belirtilir. Söylediklerinden ve söyleme tarzından kişinin karakteriyle ilgili çıkarımda bulunmak her zaman mümkündür. İslam dininde doğru sözlü olmak her daim övülmüş, sözü güzel söylemenin ehemmiyeti vurgulanmış, konuşma nimetini dedikodu ve gıybet gibi insanlara zarar verici biçimlerde kullanmanın insanı iki dünyada felakete sürükleyeceğine dikkat çekilmiştir.

Tarih boyunca konuşma bahsinin bir cüzünü de mizah ve şakalar oluşturmuştur. Gerek yazılı gerekse sözlü mizah, dilin temel unsurları arasında yer almış; hem gündelik hayatta hem edebî metinlerde daima kullanılagelmiştir.

İslam kültüründe mizahın sınırları Hz. Peygamber’in yaptığı latifelerle belirlenmiştir. O sınırlar; insanları kırmamak, rencide etmemek ve kişiliklerini tahkir etmemek gibi temel ahlaki umdelerden oluşur. Kaynaklar, Hz. Peygamber’in güler yüzlü ve mütebessim olduğu üzerinde ittifak ederler. O; en sıkıntılı anlarında bile çevresindekilerin içlerini karartacak bir tavır sergilemez, yüzünden tebessümü eksik etmezdi. Sevdiği kimselerle karşılaştığında gülümser ve yüzü ay gibi parlardı. Ayrıca çevresindekilerle şakalaşır, şakalaşırken muhataplarını mutlu ederdi. Özellikle çocuklar, kimsesizler ve sevgi bekleyenlerle şakalaştığına dair pek çok rivayet vardır. (Prof. Dr. Ali Yardım, Peygamberimiz’in Şemâili, Damla Yay. 2004: 5. baskı., s. 288, 300.)

Hz. Peygamber’in yasakladığı şakalaşma; insanları rencide edebilecek, küslüğe neden olabilecek türde şakalardır. Bu tür ikazlarını yanlış anlayan sahabeden Hanzala b. Rebi, evinde ailesiyle şakalaşıp eğlenmesinin münafıklık alameti olup olmadığını merak ederek Hz. Peygamber’in huzuruna varır. Efendimiz ona, “Hanzala! Benim yanımdaki hâlinizi ayrıldıktan sonra da sürdürseydiniz melekler sizinle musafaha ederlerdi. Fakat ey Hanzala! (İnsan bu!) Bazen öyle, bazen böyle.” (İbn Mâce, Zühd, 28.) buyurarak insan psikolojisindeki değişkenliğin fıtri olduğunu ima eder. Ona göre ciddiyetin de şakalaşmanın da hayatın içinde yeri vardır.

Resûlullah’ın bizzat kendisi de şakalar yapmıştır fakat şaka yaparken bile olsa doğruluktan ayrılmamaya özen göstermiştir. Bu inceliği kaçıranlar ona, “Ya Resûlallah, sen bize şaka yapıyorsun ama!” dediklerinde ise ısrarla “Evet, ben şaka yaparım, fakat her zaman sadece doğruyu söylerim.” yanıtını almıştır. (İbn Hanbel, II, 341.) “Sadece doğruyu söylerim.” sözüne örnek olarak on yaşından itibaren Enes’e “Ne haber iki kulaklı” diyerek takılması örnek gösterilebilir. (Ebû Dâvûd, Edeb, 84.) Onun bu tutumunda, İslam öncesi dönemde kendisine neden Muhammed-ül Emin denildiğine dair işaretler saklıdır.

Ümmü Eymen bir gün Hz. Peygamber’in yanına gelerek kocasının onu çağırdığını söylemiş, Efendimiz de, “O da kim? Hani şu gözlerinde beyazlık olan adam mı?” diye şakayla karşılık vermiştir. Ümmü Eymen, “Kocamın gözlerinde beyazlık yok Ya Resûlallah.” deyince, “Evet, gözlerinde beyazlık var.” cevabını almış, bunun üzerine yemin ederek kocasının gözlerinde beyazlık olmadığını tekrar etmiştir. Resûlullah Efendimiz tebessüm ederek, “Hiçbir insan yoktur ki gözlerinde beyazlık bulunmasın.” buyurmuştur. (İbn’ül-Esir, en-Nihaye, I, 34.) Yine bir defasında kendisinden cennete girmek için dua isteyen yaşlı bir kadına, “Sen bilmiyor musun, ihtiyarlar cennete girmez.” demiş, bunun üzerine kadın üzülecek gibi olunca, Hz. Peygamber tebessüm ederek, Vakıa suresinin 35 ve 36. ayetlerini okumuş ve insanların ihtiyar hâlleriyle değil de genç olarak cennete gireceklerini belirtmiştir. (İbnü’l-Cevzi, Ezkiya, s. 140.) Bu hadisi şerif, bizlere Hz. Peygamber’in mizahı, eğitimin bir yolu olarak da benimsediğini gösterir. Zaten İslam kültüründe mizah; eğitici ve öğretici bir yöntem olarak kazandığı alanı, Resûlullah’ın latifelere açık sünnetine borçludur. Dede Korkut Hikayeleri’nden Nasreddin Hoca fıkralarına, Karagöz Hacivat’tan güldürürken öğreten menkıbelere varıncaya değin pek çok alanda mizahın eğitici örnekleriyle karşılaşırız.

İnsan değişken bir hâletiruhiyeye sahiptir. Hayatın doğası bunu gerektirir. Onun kalbinde kimi zaman neşe kimi zaman hüzün galebe çalar. Günlük hayat içinde en ufak bir ayrıntı canının sıkılmasına, üzülmesine neden olabilir. Mizah ve tebessüm, insanı iyileştirebileceği gibi onun üzüntüsünü daha da artırabilir. Burada her konuda olduğu gibi “yerli yerindelik” kavramı hayati önem kazanır. Yerinde yapılan mizah, zekânın göstergesidir aynı zamanda. Muhatapların rahatlamasına, huzurlu hissetmesine ve aradaki iletişimin derinleşmesine vesile olur. Lakin yanlış zamanlarda, yanlış ifadelerle yapılan şakalar insanlar arasındaki bağları, güçlendirmek şöyle dursun, aşındırabilir. İslamiyet Müslümanlar arasındaki kardeşliği, iletişimi, sevgiyi her şeyin üzerinde tutmayı emretmiş; bunlara halel getirecek tavır ve söylemleri katiyetle yasaklamıştır. İnsanları toplum içinde utanmalarına yol açacak şakalara maruz bırakmayı, rencide edecek lakaplarla anmayı men etmiştir. Onur sahibidir insan. Onun onuru ve kişilik hukuku, daha annesinin karnındayken başlar. Bu, ona Yüce Allah’ın verdiği payedir. Kişiliğin mütemmim cüzü olan onuru rencide edecek her söz ve eylem, İslam’ın temel ahlak ilkelerinden nasip almamışlığın bir neticesidir.

Hz. Peygamber, şaka yaptığı gibi kendisine yapılan şakalara da tebessümle mukabele ederdi. İlk Müslümanlardan olan ve İslam’ın ilk yıllarında büyük çilelere maruz kalan Suheyb-i Rûmî, aynı zamanda nüktedan ve hazırcevap kişiliğiyle bilinirdi. Hicret yolculuğu esnasında Hz. Peygamber’le Kubâ köyünde buluşanların arasındaydı. Ashabıyla hurma ve ekmek yiyen Efendimiz Suheyb’e, “Buyur, sen de gel.” dedi. Suheyb o sırada göz ağrısı çekmekteydi. Sofraya oturup yemeye başlayınca Hz. Peygamber ona, “Hem gözün ağrıyor hem de hurma yiyorsun.” diyerek latife yapmıştı. O da cevaben, “Ağrımayan tarafımla çiğniyorum ya Resûlallah.” demiş, Resul-i Ekrem’in, dişleri gözükünceye kadar gülmesine vesile olmuştu. (İbn-i Mâce, II, 1139, no: 3443.)

Hz. Ömer’in oğlu Abdullah’a bir kimse, “Resûlullah’ın ashabı güler miydi?” diye sorunca, “Evet. Fakat onların kalplerinde dağlar gibi sarsılmaz imanları vardı.” diyerek cevap vermiştir. Bu ifadelerde vahyin doğup büyüdüğü, kök saldığı bir dönemin karakteristik özelliği vardır. Onların şakalaşmaları, gülüşmeleri asla hayata karışmak üzere olan öğretilerin ciddiyetini zedelememiştir. Nitekim Hz. Peygamber vali tayin ederken, dinî bir emri açıklarken, insanların sorularını cevaplandırırken, toplumsal düzenle ilgili yapılması gereken hususları belirtirken asla şaka yapmaz; muğlak ifadeler kullanmaz; kısa, sarih ve net konuşurdu. Bu tutum onun sahabesinde de benzer şekilde tezahür etmiştir: “Resûlullah Efendimizin ashabı kendi aralarında şakalaşırlar, hatta birbirlerine kavun karpuz kabuğu fırlatırlardı. Fakat prensipler karşısında hemen ciddileşirler ve önemli bir iş ortaya çıktığında şakayı bırakıp o işin gereğine uygun tarzda vakarlarını takınırlardı.” (Buhârî, el-Edeb’ül-müfred, s.102.)

Peygamberimiz özellikle cahiliye Arapları arasında yaygın olan bir şakayı Müslümanlarda görmek istememiştir. Şaka yapmak üzere birinin malına ve eşyasına el koymayı, onu saklamayı, muhatabı korkutmayı amaçlayan davranışları, “Sakın sizden biriniz kardeşinizin asasını ne şaka ne de ciddi alsın. Her kim aldı ise geri iade etsin.” (Tirmizî, Fiten, 3.) buyurarak yasaklamıştır. Efendimiz, insanı gülünç duruma düşüreceği için korkutma şakalarını da hoş karşılamamıştır. Sahabe efendilerimiz Hz. Peygamber'le birlikte çıktıkları bir yolculukta istirahat etmek için konaklarlar. O esnada birisi uyur. Diğerleri şaka maksadıyla yüzüne ip sarkıtırlar. Uyuyan kişi korkuyla uyanır. Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle buyurur: “Bir Müslümanın diğer bir Müslümanı korkutması helal olmaz.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 93.)

İnsan kimi zaman hayatın ciddiyet gerektiren meşguliyetleri karşısında yorgun düşer. Böyle zamanlarda biraz olsun rahatlamak ve dinlenmek için zihnen farklı bir düzleme geçmek, şakayla, mizahla deşarj olmak ister. Bu rahatlama ihtiyacı okulda, camide ders esnasında öğrencilerde bir gereklilik olarak ortaya çıkabilir. İslam; yasaklanan türlerinden kaçınmakla beraber, mizahın ve şakanın yapılmasında bir beis görmemiştir. Mizah dostane niyetlerle yapılmalı, incitmemeli, muhatapta rahatlamaya sebep olmalıdır. Alaya alma, küçük düşürme dinin naslarla yasakladığı davranışlar olduğundan mizahta da kaçınılması gereken yaklaşımlardır. Mizah yalan barındırmamalıdır. Yalanın Müslümanların sosyal hayatında dolaşıma girmesine şakayla bile olsa izin verilmemiştir: “Başkalarını güldürmek için yalan söyleyene yazıklar olsun.” (Tirmizî, Zühd, 10.)

İslam fıtrat dinidir ve bireyin fıtri ihtiyaçlarını helal yollardan karşılamasını teşvik eder. Ayrıca mizah, toplumsal kaynaşmanın ve samimiyetin de bir göstergesidir. Özellikle günümüzde, bireylerin kendi içlerine kapanıp nihilist ve karamsar akımların tesirinde kaldıkları ve yalnızlaştıkları çağda, tebessümün bir mümin tavrı olarak yürürlükte kalması her zamankinden daha çok önem arz etmektedir. Tebessümün sadaka olduğunu (Tirmizî, Birr 36.) beyan eden Hz. Peygamber’in bu örnek vasfını, dini tebliğ mevkiinde bulunanların da şiar edinmesi gerekmektedir.

Kaan H. Süleymanoğlu / Diyanet Dergisi

adminadmin