Fikir
Giriş Tarihi : 02-08-2019 09:30   Güncelleme : 02-08-2019 09:30

İkna odalarına gerek kalmadı!

​İsmet Özel “Başını örten kızlar felsefe bilmelidir” dediği zaman midemize kramplar girmişti ve bu rezil krampın sebebi, alelacele önünü sonunu anlamadan biz “Ehl-i Sünnet” olduğunu iddia eden tayfanın “felsefe” kelimesine duyduğu alerjiydi.

İkna odalarına gerek kalmadı!

Haklıydık.

Çünkü bizim felsefenin bugünkü algılanış ve hunharca kullanılış biçimine itirazımız var.

Çünkü inanan insan için felsefe yoktur, hikmet vardır.

Felsefe yaratılışı arar, yaratıcıyı arar, neden yaratıldığımızı sorar bütün bunları bir ayağını sağlam bir mihenk noktasına koymaksızın yapar. Öyle yaptığı için de serseri mayın gibi gezen avare bir arayışın ve ayyaşın adıdır felsefe çoğu zaman.

Onun için hayatın her alanına müdahale eden, düzenleyen, açık kapı bırakmayan İslamiyet’e vicdanen teslim olamayanlar, felsefeye sığınıp özgürlük alanı oluşturmaya çalışırlar…

Ama biz felsefeye “hop kardeşim bi dakka derken” “hikmet”in önünde, ceketimizin düğmelerini ilikliyoruz.

Çünkü “hikmet” birebir eşittir felsefe demek değildir. Hikmet felsefenin aradığı ne varsa hakikatini hazır halde önümüze koyar ve “işte bu, önce teslim ol, sonra anla ve hayatına tatbik et. Ve ondan sonra hikmetin talebesi olarak, kabul edilmiş ve yaşanmış bilginin meyvelerine sahip ol” der…

Halbuki İsmet Özel, fareli köyün kavalcısı gibi, peşine topladıklarını suda boğmak için değil, hakikatin ortasına götürmek için kullanmış adeta felsefeyi…

Felsefe yemini atmış, hikmetin ortasına bırakmış:

Yıllar önce ne demiş?

 “Hükümranlığı altında bulunduğumuz medeniyet çerçevesinde erkekler günlük hayatlarını sürdürmekte iken Müslüman kimliklerini dışa vurmak mecburiyeti altında kalmıyorlar. Buna mukabil muasır medeniyet yapısına kadınları ve kızları ancak Müslüman kimliklerini dışa vurmadıkları takdirde dahil edebileceği şartını koşuyor.”

Ve şimdi yıllar önce gördüğü fotoğrafın ortaya çıkmasının can sıkıntısıyla haklı olarak şamarı indiriyor vicdanımıza:

 “Türkiye’de ne oldu, nasıl oldu da 70’lerde “Başını Örten Kız” mü’minlerin gurur kaynağı iken XXI. Yüzyıl mahsulü (ameliyatlı, döğmeli, halhallı, hızmalı) “Başını Örten Kız” her kendini bilen Müslümanı utandıracak yerlerin bir uzantısı haline geldi?”

Demek ki, bugün başörtülü tanımının içine soktuğumuz huggabaz kızlar ve onların sosyal medyaya düşen rezillikleri, bir zamanlar başörtülü olmayı Müslüman kimliğin dışa vurulması olarak görüp isyan eden kesimlerin amacına ulaştığını gösteriyor.

Ve bugün özgür bıraktığımız başörtüsü “hikmet”ini kaybettiği için kimse rahatsız değil.

Üstadın şu cümlesini tekrarlayalım: Türkiye’de ne oldu, nasıl oldu da 70’lerde “Başını Örten Kız” mü’minlerin gurur kaynağı iken XXI. Yüzyıl mahsulü (ameliyatlı, döğmeli, halhallı, hızmalı) “Başını Örten Kız” her kendini bilen Müslümanı utandıracak yerlerin bir uzantısı haline geldi?

Xxx

İşte bu kadar dejenere olduğumuz için…

Göz göre göre iğfal edildiğimiz için Nurettin Yıldız ve Mustafa İslamoğlu kol kola girip, birbirlerine çay servisi yapıp değerlerimizle dalga geçiyorlar.

Biri Fatih Sultan Mehmed’e ayar veriyor, Abdülhamid Han’ın kulağını çekiyor, Hazreti Ebubekir Efendimiz asker arkadaşıymış gibi Vehhabi bulaşığı ağzıyla dışkılıyor…

Sonra silinsin videolar, beyanatlar, “Aman efendim, yanlış anlaşıldım. Osmanlıyı da severim. Eshabı da…” herzeleri…

Bi düş yakamızdan yaa…

Yemişim sosyal doku çalışmalarını…

Kim fonluyor kardeşim seni?

Artık oraya bakıyoruz.

Kankası İslamoğlu, soyadına zulüm bir adam…

Senin neyi kastettiğini geçtik. Neyi nasıl dediğin için bir tuğlanın üstüne çıkıp tuğla eriyene kadar gusletsen temizlenemezsin o şia bulaşıklığından…

Ama problem onlar değil ki…

Problem bizim bir “Diyanet”imizin olmayışıdır.

Hıristiyanlık teoloğu Ali Erbaş protokol işlerine gösterdiği hassasiyetten, milletin dinine ne oluyor, kim sövüyor, vicdanları dilim dilim doğrayanlar için ne yapılabilir, umuru bile değil…

Diyanet varsa yoksa iki yüz bine yakın personelini yönetsin. Koca bir ordu. Tayinler, terfiler, maaşlar… Varsa yoksa turizm işi halinde Hac’la ilgilensin, Kurban gelince de kurban peşine düşsün…

Hala şaibeli tefsir yayında…

Diyanet Vakfı bir kara kutu…

Kuramer vicdan yarası…

Erbaş Efendi cüppeyi çekip poz versin yeter…

Xxx

Bugün bir haber okudum; bayıldım…

Cumhuriyet, Yeniçağ, Millî Gazete ve Yeni Birlik gazetelerinin yöneticileri, yargı paketinde yer alan gazetelere verilen resmi ilanları kaldıran maddenin sonuçları konusunda hükümeti uyarmış.

Basın İlan Kurumu “ulufe” dağıtma merkezidir.

Küçültülüp ıslah edilecekken, bir anda bütün Türkiye’de teşkilandırılıp kadro yığılan Basın İlan Kurumu günde birkaç bin tane basılan gazetelerin tirajlarını 50 bin ve üstünde gösterip devletin kanını emmesine aracılık eden kurumdur.

KİT’leri satarken Belediye İştirakleri ile yediğimiz haltın bir başka adıdır velhasıl.

Dolayısıyla, kendi ayağımıza sıktığımız kurşunların acısını yeni yeni hissediyoruz.

Orada adı geçen Yeni Birlik benim de bilâ bedel bir buçuk sene yazı yazdığım ve Damat Berat’a eleştirilerimin dozu kaçtığı için kovulduğum gazetedir. Gidip bakarsanız adıma açılmış bir İş Bankası hesabı vardır. Oraya bir buçuk sene para yatırıp, yine kendileri geri çekmişlerdir. Ben niye bu kanunsuzluğa alet oldum? Ancak bu şekilde yazmama müsaade ettiler çünkü. Neticede gerçekten yazdım, yayınladılar, arşivlerinde duruyor. Fakat karşılığında ücret almadığım gibi, baştan aşağı usulsüzlük olan organizasyona bulaşarak, suçlarına ortak oldum.

Yargı suç olmasına rağmen, işin suç olup olmadığına değil, usulüne uygun olup almadığına bakar.

Ahan da bunları yazdığım için o paçavraların değil, muhtemelen benim başım belaya girer.

Olsun varsın.

Sonuçta hükümeti eleştirdiğim için yazdırmaktan vazgeçen adamlar, yem boruları kesildiği için hükümete ayar çekiyor.

Hem olsun varsın…

Hem oh olsun…

Xxx

Elbet başımıza geleni hak etmişizdir.

Ve bir hikmeti vardır.

Anlayıp ders çıkarmak durumundayız.

Kaynak: Murat BAŞARAN - SAMSUN ETİK HABER

adminadmin