Kültür
Giriş Tarihi : 16-06-2019 08:30   Güncelleme : 16-06-2019 08:30

İnanç Ve Düzen

Bizim İsmail Kılıçarslan, son zamanlarda çokça, gelir dağılımındaki büyük uçurumlar, ekonomik adaletsizlikler üzerine yazıyor. Dindar görünüm ile açgözlülük, tamahkarlık arasında, hile-i şeriyye ile halledilmeye çalışılan sorunlara parmak basıyor. Hayranlıkla takip ediyorum.

İnanç Ve Düzen

İsmail’in yazılarından ve Lütfi Sunar Hoca’nın yönlendiriciliğinde İLEM tarafından yapılan devasa kitaplar olarak yayınlanmış sosyal tabakalaşma üzerine çalışmalardan hareketle ben de bir biçimde konuya dahil olmak istedim. Zira gelir dağılımında gerek dünyada gerek ülkemizde giderek artan eşitsizlik mevzuu, vicdan sahibi olan kimsenin kayıtsız kalamayacağı türden. Ama okumalarım neticesinde gördüm ki, toplumsal boyutu vicdan sızlatıcı nitelikte olsa da konunun hayli teknik ve sağlam ekonomi bilgisi gerektiren bir yanı da var. Mesela bir ekonomist (Metin Ercan) şunları yazıyor: “Gelir dağılımındaki adaletsizliğin artmasına dair en önemli neden olarak uluslararası ticaret ve yabancı doğrudan yatırımların hız kazanması gösteriliyor. Kâr ve verimlilik dürtüsüyle gerçekleşen ticaret ve sermaye hareketleri daha çok teknoloji yoğun alanlara kayıyor ve bu alanlardaki kalifiye işgücüne olan talep artıyor… Böylelikle talebin arzı aştığı kalifiye işgücünün ücretleri, arzın talebi aştığı kalifiye işgücünün ücretlerine göre katlanarak artıyor. OECD çalışması, işgücü piyasasına yönelik regülasyonların serbestleşmesi ve asgari ücretlerin ortalama ücret seviyesine göre aşağıya gelmesini ise diğer önemli bir neden olarak sıralıyor.” Bunlar, üzerine uzun zaman mesai harcayıp bilgi sahibi olmadan benim kalem oynatabileceğim başlıklar değil.

Böylesine kanayan bir yara hakkında hiç mi söyleyecek sözünüz olmayacak demeyin. Olacak elbette... İnanç ile sistem ilişkileri hakkında, yaşadığımız sistem ile zihnimizdeki ve psikolojimizdeki sistem etkileşimi hakkında, anlam ve yorum konularında bize de söz düşüyor. İnancımızın cam bir fanusta bulunmadığını yaşantılarımızdan etkileneceğini; yaşadığımız zamanların, dün cahiliyenin, monarşinin ve feodalizmin, şimdi de modernliğin ve kapitalizmin eleştirisi üzerine yükselmeyecek bir inancın akidevi olarak zedelenebileceğini söylemek isterim. Zedelenir çünkü nasıl bir zamanda yaşadığınızı değerlendirmez, ona göre tavır almazsanız bir süre sonra yaşadığınız zamanının düsturlarını inancınızın akideleri sanmaya, anlam ağınızı ona göre oluşturmaya, yorumlarınızı bu çerçeveden yapmaya başlarsınız da haberiniz bile olmaz. Dünya hayatı zordur, inancınızın akidelerini yaşantıya aktarabilmeniz her devirde müşküldür. Uyanıklığı elden bırakmamak, her daim sağlam kalmaya çabalamak gerekir.

Süleyman S. Öğün Hoca, 13 Mayıs’taki “Perhiz, kanaatkarlık ve bolluk” yazısında, kapitalizm şartlarında kanaatkâr kalabilmenin ne kadar zor olduğunun altını çiziyordu: “Yatırım ile yeniden bölüşüm arasındaki dengesizlik, başından bugüne, kapitalizmin baş çelişkisini oluşturur ve karşımıza arz-talep dengesizliği olarak gelir. Kapitalizm bu çelişkiyi üç temel siyâset üzerinden çözmeye çalıştı. İlki ve en vahşi yol savaş, diğeri kontrollü bir yeniden bölüşüm ve en son olarak da borçlandırma. Tüketim veyâ kredi kapitalizmi diye bildiğimiz bu sonuncu yoldur. Üçüncü yolun hüküm sürebilmesi için kaynağını dinlerde bulan ‘kanaatkârlık’ düşüncesi ezilmeliydi. ‘Tüketim hakkı’ denilen tuhaf bir ‘hak’ icâd edildi. Eksik veyâ kısır yeniden bölüşümden pay alamamış, insanlık kitlelerine refah vadedildi. Bu vaat, yeniden bölüşüm dışlanarak fırsatçılık, kolaycılık ve yüzeyselleştirmeyle eşlendirildi. Herkes gemisini kurtaran kaptan olacaktı. Tabiî ki bu bir yanılsamaydı. Netice, kazananlarla kaybedenler arasındaki uçurumun büyümesinden başka bir şey olmadı. Değer kaybı da işin cabası. Dramatik olan da zâten bu. Husûsen de dinler bundan nasibini aldı… Tüketim, perhiz ile bolluk arasındaki genel dengeyi kuran kanâatkârlık, mazbutluk gibi değerleri devre dışı bıraktı. Bizleri yeniden pagan savrulmalara dâvet etti…”

Ben başladığım konuşmayı tam da buradan, “savrulmayın!” diyerek sürdürebilirim. Dünya hayatı, bizatihi imtihan… Hayatın farklı kültürlerde farklı üretim ilişkileri ağı içinde ortaya çıkardığı farklı sosyoekonomik ve siyasi yapılar, düzenler var. İnancın, inançlı insanın, bu düzenler karşısında yapabileceği, onları olabildiğince adalete yaklaştırmak, eleştiri, öz-eleştiri ve akidevi duruştur. İsrafa, ribaya, açgözlülük ve tamahkarlığa, gösterişe ve kibre, amaçsız mal yığmaya, cimriliğe ve en çok da zulme karşı durmaktır. Emin, adil ve kanaatkâr, ahde vefa gösteren, tabiat emanetine sahip çıkan, kamu ve insanlık yararını önde tutan bir insan olmaktır.

Dünyanın mevcut ekonomik sisteminde hayatta kalmaya çalışmak mühim. Gelir dağılımındaki adaletsizlikleri yenmek için yerli ve milli politikalar geliştirmek çok mühim. Böyle bir dünyada akidevi bir direniş göstermek ise vazgeçilmez...

Erol Göka / Yeni Şafak

adminadmin