Kültür
Giriş Tarihi : 23-06-2019 09:00   Güncelleme : 23-06-2019 09:02

İnsan: Her şeyi, kendini bile tüketebilen varlık!

Ne tükettiğimize, ne kadar tükettiğimize ve nasıl tükettiğimize çok dikkat etmek zorundayız.

İnsan: Her şeyi, kendini bile tüketebilen varlık!

Zira ortada birçok diğer problemin yanı sıra ilk bakışta görünmeyen ve diğerlerinden çok daha önemli olan bir kimlik problemi var. Neyi, ne kadar, nasıl tükettiğimiz bizim kim olduğumuzla, inançlarımız ve değerlerimizle de doğrudan ilgili.

“Tüketim” şu an yaşadığımız toplumun alamet-i farikası. Bizden her şeyi hergün daha çok tüketmemizi, en yeni modeli almamızı isteyen, hatta buyuran duran bir sistemin içindeyiz. Eğer bu sistemin zorlamalarına direnmezsek, kendimizi an be an harıl harıl işleyip duran tüketim çarkının dişlileri arasına sıkışıp kalmaktan kurtaramazsak, bir süre sonra bir de bakmışız ki, tanınmayacak hale gelmişiz. Bizzat kendimiz, bizi biz yapan değerlerimiz tükenip gitmiş. Yapıp etmelerimize zorlama fıkhi cevazlar bulmaya kalkar, başka da bir şey yapmazsak, bir süre altımızdaki araba, oturduğumuz bina, marka giyisi ve takılarımızı konuşabilirler evet ama en nihayetinde tüketim toplumunun basit bir aktörü olarak anarlar adımızı. “Tüketim toplumu üyesi” kimliğimiz, o kadar baskın çıkar ki, diğer kimliklerimizin bir önemi kalmayıverir.

Modernlik, geleneksel yapıyı çözdükçe ne yapacağını bilemeyen insan teki, pazardaki meta artışının sunduğu ya da mahkûm ettiği imkânlarla, kimlik eldesine girişti. Gerek yaşamın kendisi gerek bireyin kendi olma durumu ile alışveriş etkinlikleri arasında vazgeçilmez bir ilişki ortaya çıktı. Artık bir kimsenin bedeni, giysileri, konuşması, boş zamanı kullanma şekli, yiyecek ve içecek tercihleri, ev, otomobil seçimleri, onun beğeni ve üslup duygusu bireyselliğinin, kimliğinin işaretleri olarak görülmeye, kimlik böyle inşa edilmeye başlandı. Tüketim, bireyin kimlik oluşumunun belirleyicisi oldu, insanın bireysel psikolojisini ve yaşama tarzını tüketim belirler hale geldi.

Küresel tüketim kalıplarının yönlendirdiği günümüz dünyasında, dini hayat bile bu durumdan etkileniyor artık diğer küresel hayat formlarıyla iç içe geçiyor, yer yer eriyor, ancak bir alt-kültür olarak varlığını sürdürebiliyor. Aralarındaki doku farklılığına rağmen tüketim değerleri ve dini değerler aynı toplum içerisinde yaşıyorlar, yaşamak durumunda kalıyorlar… Böyle bir ortamda bir yandan tüketim neredeyse kutsallaşırken bir yandan da kutsal olan bizatihi tüketim nesnesine dönüşüyor. “Tüketimin kutsallaşması” derken, tüketim etkinliklerine ve araçlarına çok yüksek bir önem atfedilmesini, insanlara büyülü bir atmosferde hizmet sunulmasını kast ediyorum. “Kutsalın tüketim nesnesi” haline gelmesi ise manevi alanın herkes için aynı ve eşit mesafede olması gereken öğelerinin metalaşmasını açıklamaya çalışıyor.

Tüketimin kutsallaşması olgusunu en iyi tüketim toplumunun “özel ayin günleri” diyebileceğimiz Black Friday (Kara Cuma), -bu adın seçilmesindeki İslam karşıtı dürtüyü de bu arada not edelim- gibi özel günlerde görüyoruz. ABD’de her yılın Kasım ayının dördüncü perşembesinde kutlanan Şükran Günü’nün ertesi günü yapılıyor. Noel kutlamalarına dek süren alışverişlerde bir tür bayram indirimi günü olarak şekillenen Black Friday, ABD’den tüm dünyaya bu çılgınlık hızla yayılıyor. Black Friday günü için “toplu çılgınlaşma”, “alışveriş karnavalı” gibi tabirler kullanılıyor. Oysa en uygun tanımlama “tüketim ayini”… Tüketimin kendisi böylesine vazgeçilmez, alışveriş adeta kimlik inşasının, psikolojik tatminin en geçerli yolu haline gelmişse, insan da bu yeni inanca bağlılığı arttıkça sadece tüketici haline gelecektir. Kapitalizm, kendi bağlılar topluluğunu oluşturan tüketicilerine, “indirim” merkezli bir ayin yapmakta gecikmeyecektir. Satıcı da alıcı da bu ayinden sonra katartik bir sahte tatmin yaşadığını sanacak, tüketim inancına daha da bağlanacaktır. Bu “tatmin” sözümü hafife almayın zira, uzmanlar alışverişten duyulan hazzın bir bağımlılık olup olmayacağını ciddi ciddi tartışıyorlar. Nobel Ekonomi ödüllerinden biri, tüketici davranışını araştıran bir iktisatçıya veriliydi. Tüketim inancının bağlıları, öylesine bu sahte tatminle şartlanmış duruma giriyorlar ki, bu ayin gününün dışındaki zamanlarda ürünlerin niye bu kadar pahalı satıldığını aklına bile getir(e)miyor. Black Friday tatmini sayesinde toplum, birey ve satıcı, “alan memnun satan memnun” halinin tadını çıkarıyorlar.

Tüketimin kutsallaşmasının diğer ucunda da kutsalın tüketime dönüşmesi yani dini değerlerin, sembollerin içinin boşaltılıp tüketim mantığı içerisinde tekrar sunulması olgusu da var. Arzularımız, isteklerimizden sonra kimliğimizin esasısını oluşturan değerlerimizin, ideallerimizin, insanın en sağlam limanı olan manevi alanın tüketimle birlikte anılması çok acı verici, can yakıcı ama ne yazık ki gerçek... ”İnanç turizmi, anlatmak istediklerimizin en masum olanı diyeyim de gerisini siz anlayın” diye yazacağım ama zaten biliyorsunuz, her şey gözümüzün önünde cereyan ediyor.

Erol Göka / Yeni Şafak

adminadmin