Kültür
Giriş Tarihi : 25-06-2017 09:28   Güncelleme : 25-06-2017 09:28

İnsan İnsana Muhtaç

İnsan, başka insanları duymaya, varlığa saklanmış ıstırabı anlayıp buna cevap vermeye yazgılı bir varlık. Doğan her çocuk diğer varlıkları taklit eder ve beynindeki ayna nöronlar aracılığıyla, ötekinin hisleriyle âhenk kurmaya çalışır. Bir tebessümü veya gülücüğü taklit ettiğinizde mutlu hissedersiniz.

İnsan İnsana Muhtaç

Bir esnemeyi taklit ettiğinizde ise yorgun düşersiniz. Beyin için benlik ve öteki aynı sürecin kısımlarıdır. Beynin sağ yarım küresinde adına ayna sinir hücresi denen derin empati yapılarının keşfedilmesi, ben ve sen arasındaki kavramsal ayrılığı ortadan kaldırıyor. Bu keşif sadece beyinlerimiz hakkında bize daha çok fikir vermiyor, aynı zamanda kimliklerimizi de temelde sosyal varlıklar olarak yeniden tanımlıyor. Her yaşayan sistem (tek sinir hücreli sistemlerden karmaşık eko sistemlere kadar) yaşamak için başkalarıyla etkileşim halinde olmak zorunda. Bakım vericilerin ve sevilen kişilerin sunduğu ihtimam ve sevgi, beynin gelişmesi için olmazsa olmaz. Bu durumda beynimize başka insanlarla etkileşim yoluyla inşa edilen bir sosyal uyum organı olarak bakabiliriz. Yani tekil beyinler yoktur, bir ağ içinde yer alan beyinler vardır. İnsan insana aynadır, yurttur, şifadır. Bugün beyin yapısının dahi yaşantıya bağımlı ve sosyal kuvvetlerce biçimlenen bir nitelik arz ettiğini biliyoruz. Bu sosyal kuvvetlerin beynin gelişim ve yapısındaki rolü o kadar kuvvetli ki, sinir bilimleri ile uğraşan pek çok kişi, bugün beynin sosyal olarak inşa edildiğini söylüyor. İç ve dış dünyalar beyinlerimizde birbiriyle çarpışıyor ve bağlantı kuruyor. Birbirlerini biçimlendiriyor ve yontuyor. Bu etkileşim ve bağımlılıklar hem kendi beyinlerimizin içinde hem de beyinler arasında gerçekleşiyor. Derin ve iç içe geçmiş bağlar. İnsan beyni var olabilmek için başka beyinlere ihtiyaç duyuyor. Ben kavramı biz gerçekliğine sıkı sıkıya bağımlı. Beyinlerimiz birbiriyle öylesine iletişim halinde ki her birimizin nerede başladığını ve nerede bittiğini söylemek bile çok zor. Sizin kim olduğunuz bizim kim olduğumuzla çok yakından alakalı. İnsan insana muhtaç. Her birimizin ötekine ihtiyacı var. Bağlılık ve bağımlılık, sosyal ve biyolojik varlıklarımızın dokusuna nüfuz etmiş durumda. Bu derin bağımlılık, zayıflık olmak bir kenara, güç ve mukavemetimizin en temel ve gerekli kaynağı.

İnsan toplumsal mutluluk için sosyal bağlara ve destek sistemlerine ihtiyaç duyuyor. Bugün, sayısız araştırma, mutluluğun ekonomik bir tabiatı olmadığını gösteriyor. Batı dünyasında hayat tatmini ile ilgili yapılan çalışmalardan elde edilen en temel bulgu şu: Mutluluk ne zenginlikle ve hatta ne de sağlıkla ilgili. Mutluluğu belirleyen şey, bir insanın toplumsal bağlarının genişliği ve zenginliği. Günümüz sinir biliminin beyinlerin karşılıklılığı ve iç içe geçmişliği üzerine söyledikleri, eski aydınlanmacı benlik görüşlerini tamamen tersine çeviriyor. Eski aydınlanmacı benlik fikri, başına ayakta duran müstakil bir benlik tanımlıyordu. 21. yüzyıl nörobilimi bu eski düşünceyi tamamen yeniliyor. Artık izole, rasyonel insan (homo economicus) görüşü bir kenara bırakılarak insan gelişimine dair çok daha zengin ve gelişmiş bir kavrayışa ulaşmış bulunuyoruz. Bilinçli, tutarlı ve bağımsız olarak karar verebilen rasyonel birey fikri, bizim kim olduğumuzun çok kısmi bir dökümünü sunuyor. Hayır, biz sosyal varlıklarız. Karmaşık sosyal ağlar içine gömülüyüz. İçine doğduğumuz kabın şeklini alıyoruz.

Bu paradigma değişiminin insana dair söyleyebileceği çok şey var. Eşya medeniyetinin insan mutluluğunu tırmandırmadığını artık biliyoruz. Bütün rasyonalizasyon, rahat, neşe ve seçme bolluğuna rağmen, insanlar kendilerini hâlâ berbat hissediyor, sevemiyor, hayatlarında bir bütünlük hissedemiyor veya buna inanmıyorlar. Ve bütün bunların neticesinde sosyal düzenlerinden bir şeylerin ters gittiğini, bir şeylerin baştan aşağı yanlış olduğunu fark etmiş bulunuyorlar. İngiltere’de yapılan bir çalışmaya göre, beş ila on altı yaş arasındaki çocukların onda biri ve erişkinlerin neredeyse yarısı ruh sağlığı ile ilgili bir sorundan mustarip.

Beynin sol ve sağ yarım kürelerinin kökten bir biçimde farklı dünya görüşlerine yaslandığı ve farklı dünya görüşleri ürettikleri dile getiriliyor. Iain McGilchrist’e göre batı kültürünün gizli tarihi sol yarım kürenin soyut, araçsal, konuşkan ve baskın doğasını ön plana çıkarırken; sağ yarım kürenin daha bağlamsal, inanca ve sezgiye dönük, insancıl, sistemik, bütüncül ama nispeten daha geride duran doğasını baskılıyor. Sol yarım küre yaşantımızı adeta sömürgeleştiriyor. Böylece insan bir aynalar koridoruna giriyor ve yararcı, hesapçı, mekanik bir dünya görüşünü çoğaltıyor.  İzleyen yazımda bu konuyu daha ayrıntılı olarak ele almak istiyorum.

Sol beynin hakim unsur haline gelmesiyle, pek çok değişiklik gündelik hayata yansıyor. Mesela çocuklar yüzleri eskisi kadar okuyamaz hale geliyorlar. Hayatın her alanını düzenleyen yasalar o kadar karmaşıklaşıyor, hesap verilebilirlik o kadar ön plana çıkarılıyor ki, güven aşınıyor. Her kusur için bir dava açmaya yönelik kılı kırk yaran bir yasa kültürü ortaya çıkıyor. Burada ve hemen şimdi ekonomik kazanç üzerine dar fikirli takıntılar, eğitim kurumlarının ve ilim hevesinin altını oyuyor.  İşletme hastalığı, tıbbın ruhunu öldürüyor. Makine benzeri karar verme algoritmalarını hüner ve muhakemenin yerine koyduğumuzda, karar verme süreçlerindeki ruh kayboluyor. Okullarda el sanatlarının giderek kayıplara karışması, çocukların vücutlarını hissedebilecekleri ve elleriyle bir şey yapmanın sabrını damıtacakları eşsiz bir eğitim fırsatını heba ediyor. Doğal dünyanın yağmalanacak bir kaynak olarak  görülmesi, onun top yekûn istismarına yol açıyor. Geçmişte yalnız otistik çocuklarda görülen yüz okuma problemi, bugün eğitim çağındaki pek çok ‘normal’ gelişim gösteren çocukta görülmeye başladı. On beş yıl öncesinin çocuklarının rahatlıkla dikkat kesilerek yapabildiği görevleri bugünün çocukları dikkatlerini yoğunlaştıramadıkları için yapamaz hale geliyor. Önceki nesillere göre yeni kuşaklar daha az empati gösteriyor. Bir çocuğun güvenlik duygusunu sağlayan en temel şeylerden birisi, anne simasıyla geçirdiği uzun saatlerdir. Bugünün çocukları anneleriyle geçirdikleri vakitten çok daha fazlasını elektronik alet edevatın karşısında geçiriyorlar. Dikkatleri sürekli dağınık, çelinebilir bir halde ve aşırı doymuş durumdalar. Video oyunlarında, elindeki sanal silahla gözünü kırpmadan insan öldüren bir çocuk, azar azar şiddete duyarsızlaştırılmış oluyor.

İnsan insana muhtaç, çocukların anne babalarına acıktığı ve bu açlığı elektronik istila ile doyurdukları bir dünya sadece huzursuzluk üretir. Mutlu çocuklar annelerinin gül simasına doyabilen çocuklardır. Kendilerini okumayı annelerinin yüzünden öğrenen çocuklar. Güvenmeyi ve güvenilme duygusunu, sevdiklerinin yüzünde yaşayarak tadan çocuklar. Bu yazıyı okuduktan sonra, ne olur kalkın ve çocukların yüzüne uzun uzun bakın. Onları elektronik imgelerle değil, sevdiklerinin yüzüyle ve sözüyle doyurun. Yeni bir dünya inşa etmeye, hemen buradan başlayabiliriz.

Kemal Sayar

http://www.gercekhayat.com.tr

adminadmin