Kültür
Giriş Tarihi : 17-12-2017 11:00   Güncelleme : 17-12-2017 11:08

İnsan Kendine de Hayata da Derin Nefeslerle Yürüyerek Yakınlaşır

Kemal Sayar, insanı kendisiyle ve modern hayatla yüzleştirmeye, 21. yüzyılın garip labirentlerinde yolunu kaybetmiş insana reçeteler yazıp kendi manasını hatırlatımaya devam ediyor 'Ölümden Önce Bir Hayat Vardır' adlı kitabında. Sedat Palut yazdı.

İnsan Kendine de Hayata da Derin Nefeslerle Yürüyerek Yakınlaşır

Modern hayatın oyuncularıyız. Sabah işe gitmeden ayna karşısında, kendimize bakarken güne uygun maskeler takmamızı istiyor modern hayat. Gülümseyen bir yüz, sinirli bir yüz, hasta bir yüz… Buna uygun davranmadığında ademoğlu, statüsünün altında kalabiliyor, bazen nefes almakta güçlük çekiyor. Var olmamız için bu sahte yüze ait sahte cümleler kurmamız gerekiyor. Bu yalan değildir. Çünkü modern hayatta yalan yoktur! Duruma uygun cümleler vardır. Artık buna uygun yaşıyoruz ve bunu doğal karşılıyoruz, ne yazık ki. Bu sebeple sahte hayatların oyuncularıyız. Bize ait olmayan, ama içinde bizim adımlarımızın, nefesimizin olduğu garip bir âlem içindeyiz. Günümüz insanı kendinden uzaklaşıyor, varlık sebebinden.

Kemal Sayar insanı kendisiyle ve modern hayatla yüzleştiren bir yazar. İnsanı sessizliğe ve kendisine davet ediyor. 21. yüzyılın garip labirentlerinde yolunu kaybetmiş insana reçeteler yazıyor. İnsana, kendi manasını hatırlatıyor. Bununla ilgili çeşitli mecralarda yazılar yazıyor ve kitaplar yayımlıyor. Yakın zamanda bir kitabı yayımlandı: Ölümden Önce Bir Hayat Vardır. Kitap, Kapı Yayınları arasından çıktı ve iki bölümden oluşuyor. “Ölümden Önceki Hayat” ve “Yenilmeyeceğiz”.

An, zamanın derinliğidir

Sayar, reçetelerine ve hatırlatmalarına bu kitapta da devam ediyor. Hatırlatmalarından birisi ölüm üzerine... Modern hayat insanı ölüme yabancılaştırıyor, büyük şehirlerde ikamet edenler olarak öyle bir koşuşturma içinde yaşıyoruz ki, gittiğimiz cenazeler ve cenaze namazı bile basit bir ritüel haline geldi, cenaze ölüm üzerine düşünmemize vesile olmuyor, ölüm üzerine düşünmüyoruz. Düşünmek istemiyoruz. Oysa hayatın faniliği bize çıkmaz sokağı göstermeden bunun üzerine düşünmemiz gerektiğine dikkat çekiyor Kemal Sayar. Modern hayatın bizzat kendisine dahil olmadan ölüm bilincini nasıl akılda tutarak (sürekli) yaşayabilir insan? Sebebi acaba şu cümle mi? “Ölümle yüzleşmek, ona çıplak gözle bakmak çoğu zaman canımızı acıtır.” (S.11)

Peki, yaşadığımız an’a odaklanabiliyor muyuz? Dış etkenlerin, reklam ve propagandanın yoğunluğu, önümüzde uzanan sonsuz sayıdaki seçenekler arasında sıkıştırıyor insanı. Öz denetimi zorlaştırıyor. Sayar, derinliğin bir kuvvet olduğunu söylüyor. Peki, bu derinliği modern insan nasıl yakalayacak? An, zamanın derinliğidir. Telefon ve sosyal ortam bu kadar yakınımızdayken ademoğlu nasıl yalnız kalacak, yapıp ettiklerini nasıl sorgulayacak? Aslında zamanın çok kısa olduğunu düşünüp her şeye yetişmeye çalışıyoruz. An’ları değil saatleri yaşıyoruz. İşte bu durum Sayar’a göre insandaki estetik duygunun kaybolmasına da sebep oluyor. Zira güzelliği fark edebilmemiz için durup bir bakmamız gerekiyor. “Peki ne yapacağız? Zamanın adeta donduğu anlar vardır. Bir güzellik karşısında haşyet, bir ibadet anında huşu, sevgi dolu bir buluşmadaki vecd bizi zamanın ötesine taşır.” (S.117)

Çocukların aile ihtiyacı

Her şeyin hızlı olması, insanın motivasyonunu azaltıyor, insan yoğunlaşmada sıkıntı yaşıyor. Koşmak, insanın derinleşmesini engelleyen bir unsur… Başka bir yere koştukça kendimizden uzaklaştığımızı, uzaklaştıkça; yakınlaştığımızı düşündüğümüz hayat ile barışıklığımızın azaldığını hatırlatıyor yazar. İnsan kendisiyle baş başa kalıyor. Biriktirdiğimiz dostluklar da işte bu hayatla aramızda sıkışıp kalıyor.

Kemal Sayar bu sıkışmışlık durumunu aile üzerinden de sorguluyor. Malumdur, günümüzde anne ve babalar çalışıyor. Bu sebeple ebeveynler çocuklarıyla daha az vakit geçiriyor. Kalan vakitlerin önemli bir kısmını sosyal medyada ‘görmek’ ve ‘görünmek’ için harcayan aileler aslında kendi aralarındaki mesafelerin açılmasına sebep oluyorlar. Çocuklar da aile ihtiyacını haliyle ebeveynleri gibi sosyal ortamda sağlamaya çalışıyor. Fakat böyle olunca, “on beş yıl öncesinin çocuklarının rahatlıkla dikkat kesilerek yapabildiği görevleri bugünün çocukları dikkatlerini yoğunlaştıramadıkları için yapamaz hale geliyor.” (S.65) Bu modern aile ortamından huzur, empati ve iletişim çıkmayacağı aşikar: “İnsan, insana muhtaç; çocukların anne babalarına acıktığı ve bu açlığı elektronik istila ile doyurdukları bir dünya sadece huzursuzluk üretir.” (S.65)

Kendine hapsedilen insan

Görmek ve görünme telaşını biraz açmak gerekiyor. Varlığını birçok platformda hissettirmenin estetik hali birçok insanı esir almış durumda. Sayar’ın da ifade ettiği gibi, bu durum modern insanı göremediği şeylerden uzaklaştırıyor. Ben bu insanların da zamanla kalp gözlerinin kapandığını düşünüyorum. Kalp gözlerinin kapanması ile ilgili Sayar kitabında bir istatistik paylaşmış: “İngiltere’de yapılan bir çalışmaya göre, beş ile on altı yaş arasındaki çocukların onda biri ve erişkinlerin neredeyse yarısı, ruh sağlığı ile ilgili bir sorundan mustarip.” (S.63) Kemal Sayar burada modern bilime de gönderme yapıyor. Sayar’a göre modern bilim, insanı sadece görünene mahkum etti. Bu da insanı kendisine hapsetti.

Kendisine hapsedilen, yabancılaşan bir insanın kalp gözü nasıl açık olabilir?

Kemal Sayar’ın satırları insana, kendisini ve ruhunu koşuşturmadan, derinden bir nefes alarak kendisine doğru yürümesini salık veriyor. Bence buna ihtiyacımız var. 

Sedat Palut

http://www.dunyabizim.com

 

adminadmin