Fikir
Giriş Tarihi : 14-09-2019 10:02   Güncelleme : 14-09-2019 10:02

İnsanın Kendini Bilme Yolculuğu

Bizim okulun zilini Haççe Teyze çalardı. Hepimizin üstünde siyah önlük beyaz yaka, onun üstünde bir zamanlar lacivert olduğu ilk bakışta anlaşılan bir kıyafet vardı. Başörtüsü hep beyaz olurdu.

İnsanın Kendini Bilme Yolculuğu

Kocaman bir kadındı Haççe Teyze. Ağır ağır yürürdü.

Kolunda da büyük bir saat taşırdı.

Zamanı hiç şaşırmaz, ders başlangıcında ve bitiminde temizlik işlerine ara vererek, dolaptaki zili eline alır, yukarı kaldırarak çalmaya başlardı.

Okulun her yerinden duyulurdu o elde çalınan zilin sesi.

Bütün sınıflardaki öğrenciler, öğretmelerin işaretiyle kapıları hızla açar, deli danalar gibi dışarıya koşardı.

Asıl koşuşturma o zaman başlardı.

*

Teneffüs çabucak biter ve biz yanaklar kırmızı halde derse dönerdik.

Terli su içenin vay hâline.

Öksürük hemen gelir bulurdu.

Kimin terliyken su içtiğini bilir, sanki takip ederek yakalardı.

Çok fazla öksüren, en çok koşmuş, en çok su içmiş olandı.

Eve gidince öksürmeler devam ederse, üç gün yatması kaçınılmazdı. Yanında hediyesi ateş.

*

Haççe Teyze bazen okul duvarının üstünde veya büyük kapının girişine koyduğu tabureye oturur, zil vakti gelince Selahattin Abi’ye seslenir, zil çalmak görevini ona devrederdi.

Haççe Teyze ne kadar kiloluysa, Selahattin Abi de o kadar zayıf biriydi. İki yanağında çukur vardı.

Biz oradan mezun olup siyah önlük beyaz yakadan kurtularak ceket pantolonla okula gitmeye başlayınca, el zili kullanmak da geride kaldı.

*

Sonra müzikli ziller çıktı.

Şimdi ise yeni bir uygulama başladı.

Bütün okullarda aynı okul şarkısı zil olarak çalınıyor.

Hayırlı olsun. Güzel yapılmış. Karaibrahimgillerin Nil Abla, zil yerine şarkı bestelemiş.

Bu zamanda her okula bir Haççe Teyze, bir Selahattin Abi nereden bulacaksın.

Minibüste giderken zikzaklar yaparak trafikte tehlike oluşturan bir arabayı görünce, arka koltuktan seslenerek, “Eğitim şart” diyen adam ne kadar haklı.

*

Eğitim şart. Geleceğimiz ona bağlı. İyi olursa, kaliteli olursa ne âlâ. Yoksa zavallı bir ülke oluruz.

Memiş Okuyucu’nun Maarifimiz ve Geleceğimiz isimli kitabını okurken aklımdan geçenleri anlatmış oldum.

Editörlüğünü Mustafa Hatipler’in yaptığı Kitap Arası Yayınlarından çıkan kitabın takdimini D. Mehmet Doğan yazmış.

Eğitim ve terbiye kavramları üzerinde duran ve çok eskiden bugüne sözlüklerde nasıl tanımlandığını ele alan Doğan, şöyle söylüyor:

“Terbiye’nin yeni dilde tam karşılığı yok demek ki!

Ne terbiyeli eğitimli demek, ne de terbiyesiz eğitimsiz!

Terbiyeli ile eğitimli arasında bir anlam bağı kurulabilir. Ya ‘terbiyesiz’le ‘eğitimsiz’ arasında böyle bir ilişki var mıdır? Cevap: Eğitimsiz olmak terbiyesiz olmayı gerektirmez!

Terbiyeli eğitimsizler olduğu gibi, terbiyesiz eğitimliler de olabilir. Nitekim var!

İşin esası edep!”

*

Yazarımız Okuyucu ise sözün başında son derece hassas noktaya temas ediyor.

“Medeniyetimizde, bilgi ve bilim, bir hikmet ve her bir insanımızın bulması gereken bir yitiği sayılmıştır. İlim adamı ise cemiyetin en itibarlı kimseleri olarak tavsif edilmiş, övülmüş ve meziyetleri cemiyetin örnek alması gereken numune olarak kabul edilmiştir.

Bilginin değerli olanı, irfânî ve hikmetli olanıdır. Maarifin hedefi, insanımızı irfânî bilgiye ulaştırmak, hikmete doğru, çabaya ve aşka dayalı bir yolculuk yaptırabilmektir.

Medeniyetimizin kültür temelleri, insanın kendini bilmesi esasına dayanır.

Bugünkü anlamda konuştuğumuz ve yazdığız Türkçenin ilk müelliflerinden olan Yunus Emre:

‘İlim ilim bilmektir,

İlim kendin bilmektir,

Sen kendini bilmezsen

Ya nice okumaktır’ diyerek insanın ‘kendini bilme’ yolculuğunun, ilim yolculuğu ile olan ilişkisine asırlar evvel, kendi üslubunca ve sade bir Türkçe ile işaret etmiştir.”

Mehmet Şeker / Yeni Şafak

adminadmin