Kültür
Giriş Tarihi : 18-02-2018 15:00   Güncelleme : 18-02-2018 15:00

İşin Şakası Ve/Veya Felsefesi (I)

İşin Şakası Ve/Veya Felsefesi (I)

Şöyleydi Ataol Behramoğlu ve benim bir dergi çıkarma hususunda fikir birliğine varmamızın gerekçesi: İnsanları şairin akmasına sebep olduğu ve bu yüzden de içinde kendinin de aktığı suyun yoluna sevk etmek için şiir yazmak, bu akış eyleminin şiirini yazmak yeterli değil. Yazdığın şiirin irtifasının bekçiliğini yapmalı, insanları her nasılsa yürürlüğe konmuş sair kısır çabalara emek vermekten alıkoymalısın. Bundan kırk sekiz yıl önce böyle bir bekçiliğin kaçınılmazlığına ikimiz de kesinkes inandığımız için dergi çıkarmazsak ne yapabileceğimiz üzerinde de kafa yoruyorduk. Niçin şiir yazmak şair katında işin bittiği, nihayete erdiği hissine yol açmaz? Ben niçin kendime mahsus şiir yazma faaliyetini askıya almama rağmen başını örten kızın felsefe bilme bahsini açmakta ısrarlıyım?

Henüz ölüp sıra yaptıklarımızın olduğu kadar yapmadıklarımızın hesabını vermeğe gelmediği için dünyada bulunma işinin ne şakasını, ne de felsefesini birbirinden koparamıyoruz. İşin şakasının ve/veya felsefesinin birbirinden koparılamaması sebebiyle doğuşuna müracaat edilen şiir yazıldığı dili cari kıldığı nispette şiir olma vasfına liyakat kesp eder. Yanlış anlaşılmasın; şiir dili kurtararak var olmaz. Şiir dil vasıtasıyla kendini kurtarır. Robert Frost’un şiiri tercümede kaybolan şey olarak tarif ettiğini hatırlayalım. Buna Wittgenstein’ın felsefenin şiir yazılırmış gibi yapılması gerektiği uyarısını ilâve edelim. Bizim divan şairlerimizi şair yapan yazdıkları Farsça ve/veya Arapça divanlar olamazdı. Onlar bilhassa bizim divan şairlerimiz oldukları için bu böyleydi. Türklerin hem şiiri, hem de dilleri mecra bulma kolaylığına onların Türkçe divanları kanalından erdi. Buna mukabil küfrün iğvasına kapılarak güdülen Türk dilinin sadeleştirilerek (Ne demekse?), bilahare arılaştırılarak geliştirileceği iddiası Türklük aleyhine bir sinsi siyasetten başka bir şeyi ifade etmedi. Türkçe beyanı sözüm ona daha Türkçe bir farklı beyana tercüme etme tuhaflığına nesiller boyu katlanıldı.   

Halen katlanmaktayız. Türkçenin başına o kadar çok şey geldi ki, artık hiç kimse Türkçenin başını hatırlamıyor. Türkçenin başının hatırı sayılmıyor. Bu saygısız birilerinin işine “kahir ekseriyet” ibaresini “ezici çoğunluk” şeklinde tercüme etmek uygun göründü. Uygunluk dediğimiz şey bir milletin şaka kaldırır halini mi anlatıyor, yoksa o milletin felsefe karşısında zavallılaşmasını mı? Hangisi olursa olsun ülkemizde ne kadar sıkıntı varsa hepsinin o birilerinin galibiyetinden doğduğu iyi bilinmelidir. Kirli çıkı ehli bu zevat tercümeyi başka bir şekilde yapabilir miydi? Hayır. Tercümenin öyle yapılmasını bir akıl yürütme tarzı zarurî kılıyor. Varsa terslik tercümenin iyi veya kötü oluşunda değil, bizim mezkûr tercüme işgüzarlığına mahkûm edilişimizdedir. Türkçeyi yabancı diller boyunduruğu altından kurtarma, Öz Türkçeye ulaşma zırvası yalnızca bir cehalet türünün nişanesi olmakla kalmaz; bu hedef gösterme numarası aynı zamanda bir habis faaliyeti süslemenin izharıdır. Türkçeye aslî şeklini aruz vezninin verdiğini bilmemek cehalet, Türklerin kendi aralarında Kur’an olmadan hiçbir anlaşma zemini bulamayacakları ve şimdiye kadar tarihin hiçbir safhasında bulamamış oldukları gerçeğine sırt çevirmek habasettir.

İnsan isek öğrenerek insan olduk. Bebek yaşta önce yürümeyi öğrendik. Arkasından çişimizi söylemeyi öğrendik. Büyüme çizgimiz devam ederken en son öğrendiğimiz konuşmadır. Yani hiç kimse bilmek ve bilmemek arasında bir mesafe olduğunu reddederek yaşayamaz, insanlık dairesindeki yerini koruyamaz. Yine de bilmenin mahiyeti bünyemizde saklı değildir. Zira iyi ve kötü, doğru ve yanlış arasında bir fark gözetmeksizin yaşamağa zorlandığımız besbelli. İki şey arasındaki mesafe o iki şey arasındaki farka tekabül eder mi? Etmeli midir? Şakaya mı maruz bırakılmış haldeyiz? Yoksa bizi kendimize felsefeden bilistifade bir yol açmanın uğraşı mı bekliyor? Cevabını bulmanın imkânı yokmuş gibi görünen bu suallerin sıkıntısından kurtulmanın çaresini ancak sahip çıkmada ve sahip çıkılmada bulabiliriz. Sahip çıkılacak şeyimiz olmalı, sahip çıkışımız sahiplenilmelidir. Her kim Türkçeye sahip çıktıysa ecnebilerin kâffesinin cünüp olduğunu fark etmekle kalmamış; çoğunluğun ezmekle yetindiğini ve lâkin ekseriyetin gücünü kahrederek gösterdiğini bir emin yerden öğrenmiştir. Türk için bilmenin nereden sağlanacağı meçhul değildir.

İsmet Özel

http://www.istiklalmarsidernegi.org.tr

 

adminadmin