Kültür
Giriş Tarihi : 04-03-2018 09:00   Güncelleme : 04-03-2018 09:02

İskender Pala: Amaçları 30 Bin Yıllık Medeniyeti Yıkmak

''Ben Ortadoğu’da istihbarat örgütlerinin sadece istihbarat toplamaktan öte, çok daha fazla şeyden ötürü bulunduklarını düşünüyorum. Bence en fazla istihbarat elemanı, tarihi eserlerin oradan yağmalanması için gönderiliyor.'' İskender Pala, son kitabı 'Abum Rabum' romanı etrafında Ortadoğu ve Batı dünyası üzerine Sevinç Şatıroğlu'nun sorularını cevapladı.

İskender Pala: Amaçları 30 Bin Yıllık Medeniyeti Yıkmak

Tokyo’da işlenen bir cinayet, tarihi eser kaçakçılığı, MOSSAD, CIA… Bu kelimeler başta size mükemmel bir olay örgüsü ile işlenmiş bir cinayet romanını çağrıştırabilir… Aslında bu kelimeler Ortadoğu’da yaşananların, yüzyıllardır “din savaşları”, on yıllardır “petrol ve su savaşları”olarak tanımlanmalarının ötesindeki karmaşa, kaos ve trajedinin gerçek nedenlerine götürüyor. Savaşın yaşadığımız coğrafyadan aslında çok da uzakta gerçekleşmediğini, beynimiz ve algılarımızın da bir savaşın parçası olduğunu görüyorsunuz… İnandığınız dinin ve elçilerinin insanoğlunun kendi hırsları içerisinde nasıl başkalaştırıldığını, “kardeş” kavramının bile nasıl yok edildiğini görüyorsunuz. Tokyo’dan başladığınız gizemli bir serüvenle, bugün haber bültenlerinde gördüğümüz yıkılmış Ortadoğu şehirleri ile Hz. İbrahim’in çocuklarının bugüne uzanan kavgasında zamanın nasıl bir akıp geçmeyen kavram olduğunu yaşıyorsunuz. Ve tüm bunları size, içinde macera kadar coğrafya, kurgu kadar tarih de içeren bir roman yaşatıyor.

Divan edebiyatı araştırmalarının usta ismi İskender Pala, son romanı Abum Rabum’da işte bu konuları işliyor. Pala ile dünyanın gündemini yakalayan Abum Rabum romanındaki Ortadoğu ve Batı’yı konuştuk.

Abum Rabum ne demek? Neden kitabın ismi Abum Rabum?

Kelime Sümerce “yüce baba” demek. Akat dilinde de kullanılıyor. Hz. İbrahim’in yaşadığı dönemlerde “Yüce Baba” diye ona hitap ediliyordu. Abum Rabum kelimesi, etimolojik olarak incelendiğinde “Abraham, Avram, İbrahim” olarak geçen bütün dinlerdeki ismin çıkış noktası. Onun için Abum Rabum, Hz. İbrahim demek. O nedenle kitabın adı Hz. İbrahim ile doğrudan alakalı. Fakat kitabın içerisinde o bir şifre halinde. Okuyucu ilk 50 sayfada bu şifrenin ne olduğunu öğreniyor. Ancak ondan sonraki heyecan, ardı ardına sürükleyecek okuru.

Sanat Toplum İçindir Kaygısını Taşıyorum

Romanlarınızda olay kurgusunun yanında bolca tarihi ve kültürel bilgi görüyoruz. Bir yanda konu serüveninin ardından koşarken, diğer yandan da çok değerli bilgiler ediniyoruz. Romanlarınızı nasıl yazıyorsunuz? Konuları, dönemleri, coğrafyaları hangi amaç ile belirliyorsunuz?

Ben bir romanı yazarken yahut yazmaya başlamadan evvel, mekânları, coğrafyaları ve kişileri önceden belirliyorum. Bugün dünyanın hangi sancısı var ve benim yazdığım roman hangi derde çare olacak?

Biliyorsunuz insanoğlu artık eğlence çağını yaşıyor. Öğrenmek için para, zaman ve güç harcamıyoruz. Ama eğlenmek için para ve zaman harcıyoruz. Roman bu çağın bir eğlence aracı. Asil bir eğlence aracı. İnsanlar eğlenirken onlara bir şey öğretmenin çağını yaşıyoruz. Çünkü hiç kimse doğrudan öğrenmeyi istemiyor ama eğlenmeyi istiyor. O zaman eğlenirken ona bir şey öğretmek gerek. Ben romanımın geçtiği coğrafyaları, karakter olacak kişileri yahut orada anlatacak olduğum an’ı, olayları buna göre seçiyorum. Yani okuyucuma ne öğreteyim? Ben biraz ‘sanat toplum içindir’ kaygısının peşinde olduğum için insanlar bir roman okusun, ama roman okurken de bir şeyler öğrensinler.

Batı’nın Amacı 30 Bin Yıllık Medeniyeti Yıkmak

Romanlarınızdaki serüvenlerin geçtiği bölgeler gündemin hareketli coğrafyaları olabiliyor. Abum Rabum da yine böyle, sıcak bölge Ortadoğu’da geçiyor. Ortadoğu’ya dair okuyucunun ulaşması gereken hangi bilgileri anlatıyorsunuz? 

Bu romandaki coğrafyamı, son 10-15 yılımızı dolduran Ortadoğu sancısına ayırdım. Çünkü Ortadoğu’da medeniyetler savruluyor. İnsanlık tam bir trajedi yaşıyor. Dünyanın geri kalanı gözlerini kapatmış, görmek istemiyor. Fakat Ortadoğu’da gencecik insanlar, henüz hayatı tatmamış çocuklar ve bebekler ölüyor. Ortadoğu’da bir kurşun atıldığında o kurşunun parası dünyanın bir yerlerinde birilerinin cebine giriyor. Ortadoğu’da bir damla kan aktığında, dünyada birilerinin biti kanlanıyor. O zaman burada bir problem var.

Bu savaşı Ortadoğulular kendileri mi çıkardı? Hayır… Görünüşte Ortadoğulu kendi kendisiyle savaşıyor, Müslümanlar birbiriyle savaşıyor. Ama hakikaten Müslümanlar birbirleriyle mi savaşıyor? Büyük resme baktığınızda orada kimler savaşıyor? O zaman şöyle bir manzara çıkıyor karşımıza: Bu coğrafya ne kadar önemlidir ki, dünyanın pek çok milleti burada görünmeyen bir savaşın cephelerini, siperlerini oluşturuyor. On binlerce yıl insanlığa beşiklik etmiş, peygamberler çağını yaşamış ve ilginçtir on binlerce yıllık bu medeniyet ve tarih birikiminin karşısında bugün ancak 2 bin – 3 bin yıllık bir tarihle (Hz. İsa’dan bu yana 2 bin, Hz. Musa’dan bugüne 2 bin 900 yıllık bir tarihle) milletler duruyor. Bugün dünyanın neresinde bir insana sorsanız Ortadoğu ile bir göbek bağı vardır. Ya din yönünden ya ırk yönünden ya medeniyet yönünden. Ama Batı dünyası bugün bunların hepsini inkâr edip, dünyanın merkezi benim, başlangıcı benim demeye ve bu algıyı insanlara yayabilmek için Ortadoğu’yu yok etmeye çalışıyor. Ortadoğu’daki bütün 10 bin - 30 bin yıllık kültür yok olmalı ki, bu iddiada bulunan insanların 2 bin - 3 bin yıllık kültürü başlangıç olabilsin.

Batı, Kavram ve Kuramları Kendine Mal Edip Dünyayı Kendine Borçlu Çıkarmaya Çalışıyor

Batı, Ortadoğu’daki 30 bin yıllık medeniyeti sadece savaş ile mi yıkıyor? Bugüne kadar dünyada algı yönetimi olarak hangi temel kavramları yıkıp, yerine kendi istediği algıyı koydu?

Çok basit örneklerle gidelim isterseniz: Parayı Batı dünyası “biz bulduk” diyor. Lidya her ne kadar bizim Salihli-Manisa civarı ise de Batı medeniyetinin Olimpos anlayışının merkezinde duran, M.Ö. 560’lı yıllar… O yıllarda “parayı biz bulduk” diyen Batı dünyası, insanlara şunu söylüyor: “Bakın bize şükran borçlusunuz. Karşımızda saygı duyun. Para denilen şeyi biz bulmasaydık dünya bugün ne hale gelirdi” gibi bir anlayışla bakıyor. Bunu insanlara empoze ediyor. Gerçekten parayı onlar mı buldu? M.Ö. 560 yılında, bundan 2 bin 500 yıl evvel, bir Sümer tabletinde şöyle yazıyor: “3 Şekel karşılığında 1 kuzu satın aldım.” (Bunu Arkeoloji Müzesi’nde okuyabilirsiniz. Bağdat Müzesi’nde de okuyabilirdiniz ama şimdi okuyamazsınız. Ama gidip Louvre Müzesi’nde, Philadelphia’da okuyabilirsiniz. Halep’te okuyabilirdiniz ama şimdi okuyamazsınız, Londra’da okuyabilirsiniz.) Peki, 2 bin 500 yıl evvel para varken hangi akılla “para bizim icadımızdır” deniyor. Şunun için; parayı Crezüs, Karun dediğimiz Crezüs, Lidya’da altın olarak darp ediyor. Daha önce pişirilmiş topraklar halinde damgalanmış para değeri olan maddeleri, altın yani maden olarak parayı biz bulduk deniyor.

Dünyanın bütün fakültelerinde Roma Hukuku diye bir ders okutulur. Roma Hukuku şu demek, ‘dünyaya ilk önce hukuku Roma getirdi, Roma olmasaydı hukuk sistemi diye bir şey olmayacaktı. Bakın dünyanın her yerinde bunu okutmalısınız ki hukuk burada başlar.’ Gerçekten öyle mi? Şimdi bakıyoruz; Roma hukuku M.Ö. 700’lü yıllara hâkim… Sümer veya Asur zamanlarına bakıyoruz, M.Ö. 4 bin – 5 binli yıllar… Yani 3 bin 500 yıl evvel Hammurabi diye bir adam yaşadı. Hammurabi bir kanun yapıcı değildi, bir hukuk adamı değildi. Hammurabi bir kraldı. Kendinden evvel ataları tarafından 5 bin yıldır sözlü olarak uygulanmakta olan kanunları toplattı ve ilk defa yazıya geçirdi. Roma hukukundan 3 bin yıl evvel. Peki, dünya bugün ne diyor? “Eğer hukuk sistemini biz getirmeseydik, vay haline dünyanın… Onun için bizim karşımızda saygıyla durun, biz her şeyin icat edeni, sahibi, hükmedeniyiz.” Alfabe, demokrasi, strateji gibi yüzlerce, binlerce kavram ve kuram sayılabilir…

Bu bir algı yönetimi. Bu algı ile dünyayı kendine mecbur bırakmak ve yönetmek. Çünkü bu algı pek çok şeyi o tarafa doğru akıtabilir.

Bugün Ortadoğu’da yaşananların temel nedeni, bu mudur?

Bütün bunları yok edebilmesi lazım ki, Batı anlayışı, Olimpos’un anlayışı dünyayı yönetmeye devam edebilsin. Onun için Olimpos’un çocukları ile Hira’nın, Tur Dağı’nın, Tanrı Dağı’nın çocukları daima kavga etmelidir. Bu bir güç mücadelesidir. O güç mücadelesinde en bariz gösterge Ortadoğu’da duruyor, 30 bin yıllık tarih... Bunu yok etmek zorunda ki “her şey bende vardı” densin.

Ortadoğu’daki tüm savaşların nedeni aynı şekilde Batı’nın 30 bin yıllık medeniyeti yok etmek isteği midir?

Birinci Körfez Harbi’nin nedenlerinden biri budur. Çünkü Körfez Harbi başlayınca önce Bağdat kütüphaneleri, Bağdat müzeleri boşaltıldı. Suriye ne zaman devreye girdi? Şam’da, Halep’te bakın bakalım eser kaldı mı? Hepsi kaçırıldı, götürüldü. En bariz örneği şöyle verebilirim. Bundan birkaç ay önce Palmira diye bir kent, bölgedeki terör örgütlerince basıldı. Bunu şöyle okumanız lazım, “Palmira diye bir kent vardı, eski bir medeniyet merkezi. Ve burası benim rakibimdi. Onun için burada ne varsa şimdi ben hepsini götürdüm, götürüyorum. Ayrıca siz de arkasını aramayın diye bizim terör örgütünden birkaç elemanı da oraya gönderdim ki, kameraların eşliğinde orayı tahrip etsinler, hafızalardan silinsin. Palmira diye bir şey yok olsun. 20-25 yıl sonra ben onları falanca müzede teşhire çıkarır, yine size parayla gösteririm.” Bir medeniyet kavgası ve güç dengeleri var.

Abum Rabum’da da roman örgüsü içinde bunları anlatıyorsunuz. Yazarken amacınız bu gerçeklerle okuyucuyu nereye ulaştırmaktı? Ortadoğu’da neleri görmesini istiyorsunuz okuyucunun?

Bu romanımın konusu, Ortadoğu’da oynanan oyunu birazcık göstermek, gençlerin dikkatini buraya çekmek, sahip oldukları değerleri, kendilerini küçümseyerek değil, bu alanlarda tekrar var olabileceklerini illa imrenerek değil, çalışarak ve başararak da bir şeylerin düzeltilebileceğini göstermek. Bunun için coğrafyam Kudüs, Suriye, Urfa… Yani Museviliğin yahut bugünkü Siyonizm’in, Davut İmparatorluğu’nu kurmak istedikleri ve vaat edilmiş topraklar olarak dayattıkları bölgeler. Bugünkü Hristiyanlığın, kendi medeniyetini yaşatabilmek için yok etmek zorunda olduğu coğrafya… Çünkü dünyanın her şeyi orada birikmiş. Orada savaş oluyor. Bu savaş dünyanın bir taraftan geçmişiyle savaş, bir taraftan geleceğinin savaşı.

Ortadoğu’da çok şeyler oluyor ve bu kadarla kalmayacak. Kaç yıldır terör örgütlerinin, Kürt, Arap ve Suriyeli grupların, çalkantılı bir şekilde hiç durmadan bazı süper güç dediğimiz devletler tarafından manipüle edildiği ve kullanıldığı bir gerçek. Orada oynanan oyunlar ve politikalar, Doğu- Batı dengesi, İpekyolu’nun nereden geçtiği ve geçeceği, dünya ticaretine artık kimin hükmedip kontrol edeceği ve ticaretin Ortadoğu olmazsa olmayacağını anlamaları, bütün bunların hepsi, beni bu romanı yazmaya, böyle bir roman konusu ve coğrafyası seçmeye yöneltti. O nedenle karakterlerim de üç dinden, üç gizli örgütten (MOSSAD, CIA ve MİT). Bugün Ortadoğu’yu, Kudüs’ü anlamak istiyorsanız bu meselelere bakmanız lazım.

Hz. İbrahim’in Doğu’daki karşılığı ile Batı’daki karşılığı birbirine pek uymuyor. Bir tarafın Hz. İsmail, diğer tarafın Hz. İshak üzerinde birleştiği Hz. İbrahim algısı var. Bu durum Ortadoğu politikalarında nasıl bir etki yaratıyor? Bir dinler savaşı mı?

Hz. İbrahim aynı Hz. İbrahim… Lakin Tevhid inancı ile bakmadığınız zaman ya da Tevhid inancının dışına onu taşımaya başladığınız zaman ona farklı bir kimlik ve misyon yüklemeye başlıyorsunuz. Hz. İbrahim, her üç dine göre peygamberlerimizin atası. Hz. Musa’nın da, Hz. İsa’nın da Hz. Muhammed’in (s.a.) de atası. Nasıl oluyor? Hz. İbrahim’in iki oğlu vardı. İshakSare validemizden, İsmailHacer validemizden… İsmail, Resulullah efendimizin büyük atası; İshak’ın soyundan da Yakup, Yusuf, Hz. Musa ve Hz. İsa geliyor. Bütün dinler Hz. İbrahim’de buluşuyor.

Hz. İbrahim’in evrensel mesajına bakıyorsunuz; doğruluk, temiz kalplilik, iyilik, yardımlaşma bütün dinlerin, üç semavi dinin, insanlığın temel erdemleri. Bu erdemlerde buluştuğumuz zaman, Hz. İbrahim ile de buluşmuş oluyoruz. Fakat Hz. İbrahim’de buluşmak yerine, Hz. İbrahim’in birbiriyle kardeş olan çocukları, birbiri ile kavga ediyor. Çünkü Hz. İbrahim hoşgörüyü emretmiş, fakat bugün İsrail Filistin’i hoş göremiyor. Hz. İbrahim doğruluğu, aldatmamayı öngörüyor. Ama bugün bakıyorsunuz Batı, bütün Doğu dünyasını aldatıyor. Oysa Hz. İbrahim’in temiz kalplilik ilkesine bakıyorsunuz, “aklınızın sağlığını koruyun” diyor, bakıyorsunuz bir dinin akıl sağlığını gideren alkol bir dinin gerekleri arasında yer alıyor. “Temiz kalpliliğinizi koruyun” diyor, bakıyorsunuz Avrupa Birliği, NATO siz temiz kalpliliğinizi koruyarak gittiğinizde içten pazarlık ile davranıyor. Hani Hz. İbrahim’in dini? Hz. İbrahim’in evrensel mesajı; dürüst ol, kimseyi öldürme, komşuna iyi davran, dürüst ol, çalışkan ol, Tanrı’yı tanı.

Bugün İsrail ile Filistin’in arasındaki problem, dini bir temele, ‘kardeşlerini öldürmeyeceksin’ ilkesine dayandırılıyor şeklinde yorumlanıyor. “Sana vaat edilen topraklarda hâkimiyetini kurmak için her şeyi yok et.” Bir din bunu emreder mi? Ama Tevrat böyle söylüyor şimdi. O zaman biz anlıyoruz ki Hz. İbrahim’in evrensel mesajı bütün dinlerde tekrarlandı. Fakat o dinlerin ümmetleri, Hz. Musa’nın ümmeti, Hz. Musa’ya gelen mesajı değiştire değiştire iyice bozdu, virüs girdi. Hz. İsa’nın ümmeti, Hz. İsa’ya gelen hak mesajı değiştirdi. Hz. Muhammed’e aynı hak mesaj daha gelişmiş, insanlığın ihtiyacı olarak geldi ve çok şükür hiç değişmedi, değişmeyecek de; kıyamete kadar bakidir.

Ortadoğu’da Ne Kadar Tarihi Eser Varsa Batı’ya Kaçırılıyor

Ortadoğu’daki Müslümanları bu oynanan oyunun içerisinde nasıl, nerede görüyorsunuz?

Ben bugünkü Ortadoğulu Müslümanları, halklarını şöyle görebilirim: Evet, zengin değiller, teknolojileri gelişmemiş, belki daha fakir hayatlar yaşıyorlar, belki üniversiteleri henüz yetersiz ama bu insanlar vicdanlı, bu insanlar dürüst, bu insanlar komşu hakkını bilir, komşu ülkesine göre hakkını da bilir, bu insanlar inanmış. Şimdi bir tarafa bu değerleri koyun, öbür tarafa gelişmişliği, teknolojiyi, iletişimi vs. koyun. Peki, ama sonuçta insan olarak, birey olarak hangisi kazanacak? Onun için bugün Ortadoğu’da masumiyet öldürülüyor. Bugün Ortadoğu’da insanlığın insani erdemleri öldürülüyor. Bugün Ortadoğu’da aslında vahşet olarak gösterilen şey bütün bunları yıkmak için… Bu arada el altından Ortadoğu’da ne kadar tarihi eser varsa kaçırılıyor. Ne zaman müzelere çıkar, bize “kusura bakmayın, bu sizindi ama …” diye alay edilir göreceğiz.

Abum Rabum’un ana karakterlerinden olan Sümerolog Selim Hoca, Ortadoğu halklarının kolay manipüle edilebilmelerinden bahsediyor. Bunun nedeni nedir?

Ortadoğu halklarının seciyelerinde dürüstlük ve doğruluk var. İnanırlar… Biz kendimiz gibi biliriz. Biri bize yalan söylemez diye düşünürüz, onun için söylediğine inanırız. Bu, onları kolay manipüle edebilmeye izin veren bir haldir. Saftır, içi temizdir çünkü…

Öbür taraftan bin bir hesap ile gelmiş birinin hesabını çözemez. Bu şuna benzer, bir tarafta bir tiyatrocu var. Diğer tarafta tiyatrodan anlamayan bir adam var. Hangisi rol yapıyor dersiniz? Onun hayatı roldür. Anlayamazsınız ne zaman rol yapıyor ne zaman kendi… Gerçek o mudur, öteki yüzü müdür?

Abum Rabum’da dikkati çeken bir diğer unsur da söylediğiniz gibi tarihi eserlerin Ortadoğu’dan sistematik olarak kaçırılması. Bu hangi boyutta şu an?

Bugün Türkiye’den İngiltere’de bir edebi araştırma yapmaya gidiyor, Ahmet Haşim’in yahut Süleyman Nazif’in -Fuzuli ya da Ruhi’nin demiyorum, o kadar eski değil- el ile yazdığı bir defteri araştırmak istiyorsunuz. Ben büyük dedemin yazdıklarını okumak istiyorum. Ama büyük dedenizin yazdığı eseri okuyabiliyor musunuz? Süleyman Nazif nerede yazdı bunu? Bağdat’ta… Ahmet Haşim, Bağdatlı… Bu eserlerin Bağdat Müzesi’nde, Bağdat Kütüphanesi’nde olması gerekmiyor mu? Evet… Bağdat Müzesi’ne gidiyorsunuz, evet kayıtları var. Ne zaman, Körfez Savaşı’ndan evvel. Şimdi nerede? Araştırdığınızda dünyanın bir şehrinde çıkıyor. Londra’da British Museum’da çıkıyor. Biblioteque Nationale’de çıkıyor, Hermitage’da çıkıyor, Metropolitan’da çıkıyor.

Siz İngiltere’ye bir kütüphaneye kendi büyük dedenizin kitabını okumak için gitmek istiyorsunuz. Ne yapıyorsunuz? Bir, İngiltere hükümetinin önünde bir saygı duruşu, ceketinizi düğmeleyerek size şunu soruyorlar: “Senin kimliğin bende, kimliğine el koydum. Kendi kimliğini mi edinmek istiyorsun? Önce bana bir saygı duy. Ben sana izin verirsem kimliğini öğrenirsin.” Sonra vize kuyruğuna gidiyorsun. “Hadi, bugün bendensin” diye bir izin verdi, kabul edelim. Sonra ne yapıyorsunuz? Havaalanından içeri girmek için sana böyle “Ortadoğulu geldi yine, kim bilir neler karıştıracak burada” diye bakıyor, herkes potansiyel suçlu. Sonra içeri giriyorsun. Bir otelde yer ayırtman lazım, bir lokantasında yemek yemen lazım, cebine sterlin koyup gitmiş olman lazım. Öyle değil mi? Senin kimliğine el koydu, kimliğinin arkasından neleri ona veriyorsun. Yüz suyunu veriyorsun, itibarını veriyorsun, cüzdanındaki paranı veriyorsun.

Sonra kütüphaneye gidiyorsun, kütüphanede senin büyük dedenin kitabı masada, bir tane zincir, bir halka. Kitabın da sırtında bir halka… Getiriyor senin gözünün önünde, -kıymetli kitap ya, sen hırsızsın ya, kendileri öyle çaldılar çünkü Süleymaniye Kütüphanesi’nden, üniversite kütüphanesinden - bir zincir bağlıyor, sen prangalanmış olarak büyük dedenin kitabını… Çok ağırına gidiyor. Bu kitap benim dedem tarafından yazıldı, fakat ben bunu elime alıp okumak yerine bir forsa gibi, bir esir gibi orada zincirlenmiş olarak okuyorum. Ve sana şu şartı getiriyor, diyor ki, “araştırdığın her şeyin bir kopyasını bize bırakmak şartı ile size araştırma izni veririz.” Sana yine kendi kimliğini okutuyor. İçindeki eski yazıyı okutuyor, ona bırakıp geliyorsun. Bugün Ortadoğu’daki yaşananların bir yüzü de, bütün eserlerin, insanlığın bu şekilde ipotek altına alınmasıdır.

Abum Rabum’da CIA, MOSSAD gibi gizli servisleri ve casuslarını görüyoruz. Romanda anlatılan bu hikâye örgüsündeki casusları gerçekte nasıl görmemiz gerek? Bu servisler medeniyetlerin, tarihin yağmalanması için özellikle mi çalıştı?

Ben Ortadoğu’da istihbarat örgütlerinin istihbarat toplamak için bulunmaktan öte çok daha fazla şeyden ötürü bulunduklarını düşünüyorum. Bu da ortada… 1860-70’li yıllarda Sümer tabletleri keşfedilmeye başlandığında, Osmanlı coğrafyasının içindeki tarihi eserler keşfedilmeye başlandığında, İngiltere başta olmak üzere, Fransa, Amerika, İtalya hiç durmadan bu bölgeye arkeolog adı altında isimler gönderdi. Şehbender ve konsolos ve maden teknik arama ekibi adı altında; turist, seyyah ve hatıra yazan gezgin, haritacı adı altında ve bir sürü adlar altında bir sürü ajanlar gönderdi. Hepsi de şunu söylüyordu: “Ne bulursanız yağmalayın, getirin. Okumayı sonra yaparız. Siz önce bulduklarınızı, kaçırdıklarınızı getirin.” Böyle gitti her şey. Giderken dökülenlerin, yakalananların koleksiyonu Arkeoloji Müzesi’ndedir. Arkeoloji Müzesi Koleksiyonu odur.

CIA’in Ortadoğu’da sadece haber toplamak için eleman bulundurmasını CIA’e yakıştıramam. Yetersiz bir istihbarat örgütü olur. MOSSAD’ın Ortadoğu’yu gözlemleyeyim, istihbarat toplayayım, raporlayayım şeklinde bir ajan bulundurması bana göre MOSSAD’ı zayıf gösterir. Bu MİT için de aynı şekildedir. Yani, öyle zannediyorum ki, gizli teşkilatlar, oraya kategorilerle insan gönderiyor, ajan adı altında. Kimi terörü tetikliyor, yönetmek, yönlendirmek için çalışıyor. Kimi, tarihi eserleri yönetmek, yönlendirmek, arayıp bulup götürmek için… Kimi ekonomik düzenlemeyi yönetip yönlendirmek için… Kimi sosyal yapıyı bozmak yahut oradaki sosyolojiyi değiştirmek için… Böyle olmazsa zaten niye ben gizli servis kurayım ki? Dronlar yapıyor haber toplama işini artık.

Ve bence en fazla eleman, tarihi eserlerin oradan yağmalanması için gönderiliyor. Çünkü en büyük para, en büyük kazanç orada var.

“Dünyanın Güvenliği” Diye Bir Cümle Duyduğunuzda Bilin ki Amerika’nın Menfaati İçindir O Cümle

Bu ortamda Ortadoğu’ya müdahalelerin “dünyanın güvenliği” için yapıldığını söylüyor güçler. Burada ne var?

Amerika, “ben dünyanın jandarmasıyım” diyor. Her şeyi dünyanın güvenliği için yaptığını söylüyor. “Dünyanın güvenliği” diye bir cümle duyduğunuzda bilin ki Amerika’nın menfaatinedir o cümle, öyle tercüme edin. Dünyanın güvenliği için senatodan karar aldırıyor ve öldürebilme yetkisi veriyor ajanlarına. Yani Türkiye’de adam öldürme yetkisini, Amerika’da senato kendi ajanlarına izin olarak veriyor. Yahut Suriye’de, Pakistan’da, İran’da vs… Ayrıca buna da diyor ki, “dünyanın güvenliği için”… Dünyanın güvenliği için dünyanın her yerinde terör yaratıyor, kargaşa çıkarıyor, Ortadoğu’da bu trajedi yaşanıyor. Rejim diyor, kimyasal silah diyor. Ancak kimyasal silah olmadığı da işte ortaya çıktı. Amerika menfaati diye bir şey var. Amerika ya da Amerika uyduları olan diğer ülkeler, dünyayı yönetmek ve yönlendirmek için bir taraftan algı ile kendisine boyun büktürüyor, diğer taraftan kendi büyüklüğünü göstermek için de bunları yapıyor. Ve biz de ondan sonra karşısında ceketimizi ilikleyip, ellerimizi bağlayıp, gençlerimiz de hayran hayran “ah bir Amerika’ya gidebilsem, ah İngiltere’ye kapağı atabilsem” diyor. Bizim kendimiz olmamız gerekiyor.

Ortadoğu üzerindeki tüm emellerine baktığınızda Batı, Ortadoğu’da hedeflerinin neresinde? Abum Rabum okuyucuya bunları gösteriyor mu?

Birkaç emel var. Burada bir defa, tarih ve sanat bir ayağı… Su, ikinci ayağı… İsrail ve Siyonizm’in kutsal, vaat edilen topraklarını ele geçirme emeli üçüncü ayağı, dinler zaten böyle işin içerisine giriyor. Arap sermayesini sömürmek dördüncü ayağı… Ticaret yolu olarak Çin’den dünyanın her tarafına gelecek, Doğu’dan gelecek bütün malların yönünü, ticaretini akıtabilecek kavşak noktası olarak, İpekyolu’nu ele geçirmek beşinci ayağı… Bütün bu ayakları üst üste koyduğunuzda, Ortadoğu’yu anlamaya başlıyorsunuz. Romanda bunların hepsi anlatılıyor. Yavaş yavaş, ajanlar oradan oraya koştukça Hz. İbrahim’in ayak izinde…

Abum Rabum’u okuyanlar neyi öğrenecek, neyi keşfedecek?

Hz. İbrahim’i insanlara öğreterek, insanların ortak erdemlerini hatırlatacak… Yani Abum Rabum’u okuyanlar, Hz. İbrahim’in en azından hanif inancı dediğimiz, dosdoğru olma inancına güvenecek. Dosdoğru olmayı öğrenecek. En azından biz dosdoğru olalım. İşimize göre, arkadaşımıza göre, annemize babamıza göre, komşumuza, memleketimize göre dosdoğru olalım. Mesele de bu. Hz. İbrahim bize bunu söylüyor. Bütün dünya dosdoğru olsa bu kadar acı yaşanmaz.

Kudüs’te Olup Bitenler Yeni Bir Ortadoğu Savaşı Değil, Ortadoğu’daki Savaşın Yeni Bir Aşaması Olacaktır

Bugün sizinle bu röportajı yaparken dünya ve Türkiye Kudüs’ü tartışıyor. Abum Rabum da tam bu gündemi yakalıyor. Kudüs gündemi için neler söylersiniz?

Bugün Kudüs Müslüman toplumlar için vazgeçilebilecek bir yer asla değildir. Bunu dünyanın bilmesi lazım. Kudüs bizim kalbimiz gibidir. Üç dinin ortak değerlerinin burada toplandığına inanırız. Biz üç dine de saygılı davranıyoruz. Fakat biz üç dine saygı göstermeyen insanların burada oynamak istedikleri oyunu bozmak durumundayız. Kudüs ele geçirildiğinde İngilizler tarafından, Osmanlılar, sırf Kudüs gibi mübarek bir kentin, harem-i ismetine helal gelmesin diye, orası tahrip edilmesin, tahrip edilirse peygamberlerin hatıraları yok olur diye savaşmadan teslim etti. Bu kadar nezaket ve incelik gösterdi.

Peki, biz bu kadar incelik göstererek baktığımız bir şehre başkasının kaba, hoyrat ve zalimce saldırmasına müsaade eder miyiz? Asla etmeyiz. Ferden ferda, birer birer orada can versek bile bu ülke Kudüs’ün asla İsrail’in tekelinde olmasına müsaade etmez. Bizim anlayışımız budur. Onun için Kudüs’te olup bitenler yeni bir Ortadoğu savaşı değil, Ortadoğu’daki savaşın yeni bir aşaması olacaktır.

Her ne kadar Tevrat vaat edilmiş topraklar olarak Kudüs’te bir Davut imparatorluğunu kurmak istese de bu sadece Süleyman ile, Davut ile olacak şey değil, Hz. İsa ile de Hz. Muhammed (s.a.) ile de ortak kurulmuş bir bölgedir. Sadece Davut’a müsaade edilemez.

Ortadoğu’da sonu nasıl görüyorsunuz? Ortadoğu’nun kaderi nedir, savaş nasıl son bulur?

Ben eskiden şöyle diyordum: “Allah’ın da bir hesabı var” diyordum. Şimdi öyle demiyorum. “Allah’ın hesabı var” diyorum. Ortadoğu’daki savaşın beşeri tarafına bakarsanız Amerika her nereye girdiyse yetmiş beş yıl orası iflah olmamıştır. Bir çözüme ulaştırmak için gelirler ama bir çözüme ulaştırmadan çıkarlar ki, başını kaldıramasın, kendine gelemesin, yönetmeye devam edelim diye. Bu Batı’nın zalimce bir oyunudur.

“Doğu’nun Tarihi Çalınıyor”, Kitabın Ortası dergisi, Ocak 2018, sayı 10.

Röportaj: Sevinç Şatıroğlu

http://www.dunyabizim.com

 

 

adminadmin