Kültür
Giriş Tarihi : 26-02-2017 15:00   Güncelleme : 26-02-2017 15:57

İskender Pala, Yaptığınız işin yansıması Doğduğunuz Topraklara Ulaşsın

Kültürünüzü yok ederseniz gelecek nesillerin boş, kendisi olmayan, kimliğinden uzak nesiller haline geleceğini ifade eden İskender Pala, “Kültür, bizim kimliğimizdir. Kimliğimizi sahiplenmediğimiz, doğru anlamlar yüklemediğimiz zaman toplum kültürünü kaybeder” dedi.

İskender Pala, Yaptığınız işin yansıması Doğduğunuz Topraklara Ulaşsın

İnsanoğlunu kötü olmaya sevk eden nedir? Hırs mı, aşk mı, para ya da güç isteği midir? Yüzyıllardır cevabı bulanamayan sorulardan biri. Habil ile Kabil’den bu yana beden değiştirerek süregelen bu duygular aradan yüzyıllar geçse de hep aynı kaldı. Güncelliğini daima taze tutan bu duygular İskender Pala’nın yeni romanı “Karun ve Anarşist”te iki farklı dönemde karşımıza çıkıyor. Karun ve Anarşist bir yandan bu soruların cevabını ararken diğer yandan bugünümüze ışık tutuyor adeta. Pala’nın her romanında olduğu gibi bu romanında da tarihten güzel bir sadâ karşılıyor bizi. Milattan önce 500’lerden 12 Eylül’e, siyasetten aşka, aşktan ihanete doğru bir yolculuğa çıkartıyor bizleri. İskender Pala’nın 320 sayfalık yeni romanı Karun ve Anarşist bir solukta okunan akıcı bir anlatıma sahip. Okurken keyif alabileceğiniz ve sizi farklı mecralara sürükleyecek Karun ve Anarşist romanı hakkında merak edilenler ve kültür sanat üzerine İskender Pala ile hoş bir sohbet gerçekleştirdik.

Okumak ifademizi zenginleştirdiği gibi gönlümüzü ve zihnimizi de güzelleştirir mi?
Okumak insanı güzelleştirir. Düşünün ki zihninizde beş yüz kelime var. Beş yüz kelime kadar düşünür beş yüz kelime kadar dış dünyayı anlar ve çevrenizle ilişki kurarsınız. Beş yüz kelimelik bir çerçeve içerisinde hayatınızı yaşayıp gidersiniz. Zihninizde 5 bin kelime var ise beş yüz kelimelik hayat yaşayan birisine göre 10 kat daha fazla düşünür, hayatı anlar ve anlamlandırır, 10 kat daha fazla mutlu olur, acı çekersiniz. Bilgi acıtır çünkü. Ama hayat size diğerinden daha güzel daha anlamlı, daha yaşanılır gelmeye başlar. Kavramlarınız, prensipleriniz, fikirleriniz ve anlayışlarınız olur. Örnek olan, parmakla gösterilen olursunuz.

“Mesafe aynıdır ancak yol inişli çıkışlıdır”

Beş yüz kelimeyle yaşanılan hayat, insanın kalp atışlarını gösteren elektro grafik cihazındaki düz bir çizgi gibidir. Çok çabuk geçiverir. Ama zihninde 20 bin kelime varsa beş yüz kelimelik insana göre 40 kere daha fazla yaşarsın. Mesafe aynıdır ancak inişli çıkışlıdır bu defa. Bunlar, hayatın münhanileri, sevinçleri ve gözyaşlarıdır. Bunları yaşadığınız zaman ancak hayat anlam kazanır. Bu da ancak kelimeler ile mümkündür. Çok paraya sahip olabilirsin ama işlenmemiş bir tomruk gibi olursun. Öncelikle zarafet bulman, ibrikten geçerek süzülmen lazım. Bütün bunları yapabilmen için zihnin sana rehberlik edecektir. Gönlünle var olabilmek için zihnini billurlaştırmak zorundasın. İşte bu ancak kelimeyle olur.

Zihnimizin doygunluğu gönlümüze giden yolun kapılarını aralar diyebilir miyiz?
İnsanda acıkan 3 şey vardır: Mide, zihin ve gönül. Bizler sadece midemizi önemsiyoruz. Hâlbuki zihnimiz acıktığında onu doyurmak gibi bir derdimiz olmuyor. Tabii bunun sonucunda da zihnimiz iflas ediyor; tıpkı mideye yemek göndermediğinizde olduğu gibi. Sonra kalbimiz acıkıyor. Bunun sonucunda da gülümsememizi çoğaltmamız, insanlara onları sevdiğimizi söylememiz, iyi ilişkilerimizi, dostluklarımızı çoğaltmamız gerekiyor. Bütün bunları çoğaltmadığınızda gönlünüz matlaşıyor, bulanıklaşıyor. Biz gönlümüzü ne kadar cilalayabilir, parlatabilirsek o kadar hayatın anlamını kavrayabiliriz. Dinin emirleri insanın gönlünde şekillendiği zaman ‘Mümin’ vasfını kazanıyor. İyi bir mümin için namaz niyaz hesabı değil önemli olan. Önemli olan kalbinde Allah’ın olup olmadığıdır, gerisi ise suret işi. O bakımdan gönlümüze giden yol zihnimizi geliştirmekten geçer.

Romanınızda sizi Lidya’ya götüren etmenler neler oldu?
Anadolu bir klasördür ve içerisinde dosyalar vardır. Klasörün kapağını açtığınızda bir dosya çıkar karşınıza ve okumaya başlarsınız. Hoşunuza giden bir yazı, desen, ezgi, birkaç tını vardır orada. O dosyayı kaldırdığınızda arkasında bir yazı görürsünüz, Türkiye Cumhuriyeti yazıyordur. Sonraki dosyaya bakarsınız sayfaları daha çoktur, daha fazla desen vardır, heyecanlıdır, arkasına baktığınızda Osmanlı yazdığını görürsünüz. Bir dosya daha çıkar karşınıza, altından Selçuklu çıkar, sonraki dosyayı kaldırırsınız Frigya çıkar... Anadolu öyle bir birikime sahip ki bu şekilde 21 tane dosya çıkar karşınıza. Lidya’dan başlayarak Anadolu’nun bu kültürel zenginliğinin farkına varılmasına bir kapı aralamak istedim. Yaşadığımız topraklardaki hikâyeleri, desenleri, müziği çıkartıp da dünyaya sunabilirsek eğer kültürel bir zenginlik, sanatsal bir atmosfer dünya birikimine katkı sağlamış olur. Romanı Anadolu’nun sahip olduğu kültürel arka planı anlatabileyim diye Lidya’dan başlattım.

“O toprak beni de harmanladı”

Diğer bir sebebi ise ben yıllarca öğrencilerime, “Hayatta her ne yaparsanız yapın yaptığınız işin yansıması doğduğunuz topraklara ulaşsın” dedim. Uşak’ta üniversite açıldığında kendime, yıllarca öğrencilerine söylediğin şeyi uygulama zamanın geldi, dedim ve Uşak Üniversitesi’ne öğretim üyesi olarak gittim. Her hafta otobüsle Uşak’a gittim geldim. Uçak yoktu, sabah otobüsten iner inmez her defasında derse koştum borcumu ödeyebilmek için. Uşak’ta Karun hazineleri diye dünyanın gözü önünde olan bir hazine var ancak ziyaretçi sayısı çok az. O topraklarda, Lidyalılar döneminde yaşamış insanların diktiği bir ağaç hâlâ yetişiyor ve meyve veriyorsa o zaman o toprak beni de harmanladı, onlara kattı. Bu sebeple o toprağa olan borcum, hakkım ödensin diye Lidya’yı anlattım.

Karun ve Anarşist romanınızda, devletlerin kültür ile var olabileceği vurgusu sıkça karşımıza çıkıyor. Sizce kültür ve devlet eşdeğer bir mekanizma olarak mı ilerlemeli?
Kültür bir sel suyu gibidir. Sel suları geldiğinde eğer dere yatağında kum var ise o sel etrafa fazla zarar vermeden akar gider. Ama eğer siz derenin kumuyla oynamış ve azaltmışsanız o zaman sel geldiğinde dereyi çatlatır, ekinleri, ağaçları mahveder. Kültür; dere yatağındaki kum gibidir. Kültürünüz sağlam ise iktidarlar gelir gider. Kültür devlet demektir, parti veyahut politika demek değildir. Partilere göre kültür politikası belirlenemez. Bir devletin kültür politikası zaten vardır. Hangi hükümet gelirse gelsin o kültür politikası devam ettirir. Bizde eskiden böyle değildi tabi. Eskiden sağcı hükümet gelince solcu hükümetin kitaplarını SEKA’ya gönderir; solcu hükümet gelince sağcı hükümetin kitaplarını SEKA’ya gönderirdi. Kültür, politikalara ve hükümetlere göre şekillenirdi. Hâlbuki kültürün devlete göre şekillenmesi lazımdır.

“Kültür, vicdan gibidir”

Bana göre bir nesil yok olabilir. Bir savaş çıkar, salgın hastalık olur ve bir nesil kaybolur. Kaybolan nesillerin yerine bir başka nesil gelir. Ancak siz kültürü yok ederseniz gelecek nesiller boş, kendisi olmayan, kimliğinden uzak nesiller haline gelir. Kültür, bizim kimliğimizdir. Kimliğimizi sahiplenmediğimiz, doğru anlamlar yüklemediğimiz zaman toplum kültürünü kaybeder. Toplumlar kültürünü kaybettiğinde mankurlaşır, köleleşir veyahut başkalarının etkisinde kendisi olmaktan çıkar. Kültürde devamlılık olursa bu gelenek haline gelir. Ancak siz sanatı, felsefeyi, müziği, anlayışı geliştirebiliyorsanız bu kültürdür. Kültür olmadan milletler kendileri olmaktan vazgeçerler. Kültür size anlam katan, bir millete ait olma bilincidir. Kültür, vicdan gibidir. Doğduğunda insan vicdan sahibi değildir. Doğduğumuzda bizlerde kültür sahibi değilizdir fakat bir kültürün içine doğarız. Gelecek nesilleri kurtarmanın yolu, onlara refah bir gelecek sunalım, demek değildir. Bunlardan çok daha öte bir konudur. Kültürünüzü kaybederseniz tüm nesilleri kaybetmiş olursunuz.

“Sanat saltanattır”

Bugün kültür ve sanat dünyamızın gelişmesinin önündeki en önemli engel sizce nedir?
Türkiye’de kültür sanatın problemi para bulamama problemidir. Kültür sanat çok para isteyen bir süreçtir. Karl Marks der ki; “Sanat paradır”. Bizim atalarımız Osmanlılar ise “Sanat saltanattır” demişlerdir. Yani sanat ortaya koyabilmeniz için saltanatınız olması gerekiyor. Sanata çok para harcarsınız ancak varlığını cebinizde değil gönlünüzde, zihninizde gösterir. Türkiye’de sanatın problemi sanatçıların parasız olması, para sahiplerinin de sanata uzak durması. Bu problemin çok basit bir çözümü olabilir aslında. Türkiye’deki bütün sermayedar kuruluşların her birinin yönetim kuruluna kültür sanat insanı atadığınızda bu mesele kendiliğinden çözülür. Buraya atadığınız kültür-sanat insanları, yatırımların içerisine kültür sanat alanında bir ekleme yapılmasına öncü olur ve böylece pek çok alan kültür ve sanat ile buluşmuş olur.

Binlerce yıl önce yaşanmış Krezüs ve Keyhüsrev arasındaki hırs ve iktidar savaşının yansımalarını romanınızda 12 Eylül süreci ile ele almanızın sebebi nedir?
Batı ile Doğu’nun arasında ebedi bir savaş var. Batı bu savaşı çok alçakça zalimce yürütüyor. Çünkü vicdanı kaybolmuş vaziyette. Doğu, savaşırken bile hakkaniyetlidir ama Batı öyle değildir. Kitapta Lidya döneminde de Krezüs ile Keyhüsrev’i savaştırırken İran’ı çok sevdiğimden böyle bir seçim yapmadım. Doğuyu temsil ettiği için seçtim. Doğu ile batı arasındaki savaşı, 12 Eylül dönemini anlattığım kısımda sağcılar ve solcuların, doğuya bakan yönümüzle batıya bakan yönümüzün, nasıl savaştıklarını ve bizleri nasıl kırdıklarını, birbirimize düşürdüklerini anlatmaya çalıştım.

Bugün içerisinde bulunduğumuz duruma bakacak olursak, şu anda Doğu ile Batı arasındaki savaşta sizce galip kim olabilir?
Doğu ile Batı arasındaki savaş hep sürdüğü müddetçe Doğu; ancak savaşa devam etmemesi halinde bu savaşı kazanabilir. Bugün savaş Ortadoğu’da. Ancak Ortadoğu’da biz savaştıkça Batı kazanıyor. Biz Ortadoğu’da öldükçe, harcamalar yaptıkça onların keseleri doluyor, imkânları artıyor. Ortadoğu’da sanat eserlerimiz, tarihi eserlerimiz tahrip edildikçe, Batı kendi eserlerinin gücüyle bize hükmediyor. 1492’den beri var olan coğrafyayı bir terazinin kefesine koyun, bir de 25 bin yıldır var olan bir coğrafyayı terazinin kefesine koyun. Hangisi zengindir sizce? Mesele şu, burada bu kadar medeniyet zenginliği üst üste yığılmış iken “Biz size medeniyet getiriyoruz” diyorlar.

İnönü Stadı’nı dolduran Lady Gaga daima size galip gelir

Bir yerde savaş çıkmadan önce öncelikle oralardaki tarihi eserler, kütüphanelerindeki kitaplar yağmalanıyor, medeniyetimizin göstergesi olan binalar bombalanıyor. Bunun sebebi ise “Sizde zaten medeniyet anlamında bir şey yok” diyerek kendi medeniyetlerini bizlere dayatmak istemeleri. İşte sonucunda da şöyle bir tabloyla karşılaşıyoruz; Benim büyük dedemin olan kitabı, okumak araştırmak için onlardan vize istiyorum. Vize alırken tapu senetleri, banka hesapları vb. istekleri ile bizleri aşağılıyorlar. Araştırma izni içinde, “Burada araştırdığınız her şeyin bir nüshasının kopyasını bize de vereceksiniz” şeklinde bir kâğıt imzalatıyorlar. Benim dedemin olan, bir savaş ile yağmaladığı sanat eseri veyahut kitabı müzesine koyuyor ve bizim olanları yine bizlere orada yaptığımız masraflar ve süreçler ile geri satıyor. Bugün dünyanın en büyük zenginleri paralarını sanat eserlerine yatırıyor, en büyük holdingleri müze, kültür merkezi açıyorlar. Peki, bizim muhafazakâr kesimde ne oluyor? Müze ya da kültür merkezi aç dendiği zaman gülüyorlar size. Stadyumu doldurabilecek bir müzik insanı yetiştirmediğiniz zaman, İnönü Stadı’nı dolduran Lady Gaga size daima galip gelir. Mücadelemiz bu yönde olmalı. Çocuklarımızı kültür ve sanat alanına yönlendirilmeliyiz.

Savaş artık topla tüfekle değil, kültürel alanda yapılıyor diyebilir miyiz?
Mecid Mecidi Hz. Muhammed (asm) ile ilgili bir film yapıyor. Peki, İran savaşmıyor mu şuan? Savaşıyor. Biz böyle bir film yapmaya kalkışınca “savaştayız” deniliyor. Ama o hem savaşıyor hem de savaşırken 10 milyon dolarlık bir bütçe ayırıyor, İran devletinin tüm kaynaklarını kullanıyor, Mecidi gibi bir usta yönetmen getiriyor ve bir film yapıyor. Ben şunu söylüyorum yetkililere: Gelin, Suriye’ye gönderdiğimiz iki füzenin parası kadar parayı da güzel bir film çekmek için ayıralım ve Hz. Peygamber (asm) ile alakalı bir dizi çekelim. 
Eğer biz bunu yapmazsak Mecidi’nin çektiği film tıpkı “Çağrı” filmi gibi 15 yıl ülkemizde, dünyadaki bütün Müslüman ülkelerde seyredilecek ve bizim Suriye’de kazanmak üzere olduğumuz savaşı kazansak dahi 15 yıl sonraki kuşaklarımız tarafından kaybedilmiş bir savaş olarak görülecek.

Dünyada mücadele şekli değişti

15 yıl sonraki çocuklarımız Mecidi’nin gösterdiği şekilde bir Hz. Peygamber (asm) algısına sahip olacak, Mecidi’nin bize sunduğu Şia propagandası şeklinde dini algılayacaklar. Bu savaşı inşallah kazanacağız ama bu filmin doğrusu, sahihi yapılmadığı sürece savaş daima İran’ın lehine kazanılmış olacak. 
Savaş biter ancak geride o film hâlâ savaşıyor olur. 40 yıldır biz Çağrı filmini izlemiyor muyuz? Hâlbuki Çağrı filmi farklı bir bakış açısıyla şiddet içerdiği söylenebilen bir filmdir. Hz. Peygamberin (asm) 63 yıllık saadetli ömründe savaşlara ayırdığı zamanın süresi 6 aydır. Ama Çağrı filmi savaşları ön plana aldı ve Avrupa ondan sonra İslam şiddet dinidir dedi. Dünyada mücadele şekli değişti. Sadece bizi savaştırıyorlar. Siz dünya devletlerinin bu savaşa katıldıklarını gördünüz mü? Asıl savaş, Salvador Dali tablolarının hangi müzede durduğunda, Louvre Müzesi’nde veyahut Bibliotheque National’deki kitapların zenginliğinde, asıl savaş Metropolitan müzesini günde 30 bin kişinin gezdiğinde.

Dilara Hut/Diriliş Postası

 

adminadmin