Kent Kültürü
Giriş Tarihi : 09-10-2014 10:13   Güncelleme : 09-10-2014 10:13

İslam'ın Sırtından Geçinenler

Hayatı düzenlemeyi kendine hedef edinen İslam dini, bulunduğumuz coğrafyanın en önemli bileşenidir

İslam'ın Sırtından Geçinenler
Hayatı düzenlemeyi kendine hedef edinen İslam dini, bulunduğumuz coğrafyanın en önemli bileşenidir. Dünyadaki egemenlik savaşlarının enerji kaynakları paylaşımı doğrultusunda yapılması ve bu kaynakların da halkı Müslüman olan ülkelerde yoğun bulunması, İslam faktörünü de dikkate almayı gerektirmektedir. Bunun farkında olan egemen güçler sömürülerini devam ettirebilmek için İslam faktörünü de etkin bir şekilde kullanmaktadırlar. Dünya işlerine fazla karışmayan, nefsi olgunlaştırma ile uğraşan ve otoriteye boyun eğen İslam, egemen güçler nezdinde her zaman istenilen anlayış olmuştur. Yeri gelmiş böyle bir yapıyla halk kitleleri uyutulmuş, kendileri de sömürüye devam etmiştir. İslam'ın geleneksel veya radikal yorumları egemen güçlere zarar vermediği müddetçe teşvik edilmiş ve yaygınlaşması sağlanmıştır. Ne zamanki çizmeyi aşmış ve enerji kaynaklarının talanına karşı çıkmışlar, hiç bir ayrım yapılmadan hepsi yok edilmeye çalışılmıştır. Yerli işbirlikçileri de bu zulümde rol almaktan hiçbir zaman çekinmemişlerdir. Günümüzde de bu sinsi ve kirli savaş her yönüyle devam etmektedir. İslam'ın hiçbir rengine tahammül edemeyen egemenler, işlerine geldiğinde kimi İslami gruplara yanaşmış, kimine doğrudan karşı çıkmış, sonuçta her zaman birbirine kırdırmıştır. Bu noktada tek kriterleri vardır: Hangi cemaat/tarikat/mezhebe sahip olursa olsun bana dokunmadığı müddetçe sorun yok. Birbirlerini ne kadar öldürürlerse öldürsünler hiç umurumda değil. Ancak doğal ve enerji kaynaklarından yararlanmama engel olurlarsa hiçbirine acımam. Bu anlayışta olan egemen güçler medya desteğini de oluşturduktan ve yerli işbirlikçilerini de bulduktan sonra sorun kalmamıştır. Şu anda İslam ülkeleri üzerinde bir satrançtan daha karmaşık bir takım oyunlar oynamaktadırlar. Her gün çeşitli ülke ve mezheplerden insanlar ölüyorsa sebebi emperyalist güçlerin yaptığı taktikler nedeniyledir. Fitne merkezlerinin kışkırttığı savaş sonrasında, birbirine karşı şiddet ve nefret sarmalına giren Müslümanlar düştükleri hatadan uyansa bile çıkamamakta, olay geriye dönülemez bir kan davasına dönüşmektedir. Yapılan yönlendirme ve kandırma eksenli savaşta, taraf olanların yapısı da oldukça ilginçtir. Savaşanlar içerisinde, muhakkak surette en az bir tarafta Müslüman kesim bulunmaktadır. Ancak son yıllarda savaşan tarafların hepsi mezhepler düzeyinde bölünmüş olan Müslümanlardan oluşturulmaktadır. Savaşan Müslümanların çevresel etkisi sonucunda, savaşmayan Müslümanlar da etkilenmekte, bir müddet sonra olaya taraf olmaya başlamaktadırlar. Böylece bir takım değerlendirmeler yaparak olayı anlamaya çalışmakta, kendi çevresine anlatarak taraftar yapmanın yolunu açmaktadırlar. Hatta İslami kaygısı olmayan çeşitli ideolojik gruplar da aynı eğilim içerisine girmektedirler. Ülkemizdeki sol düşüncenin dahi kendini tanımlama ve mücadele etme sürecinde, din eksenli yaklaşımı da bu çatışmaların doğal sonucudur. Sonuçta savaştan etkilenen her bir birey veya kurumsal yapı, bulundukları yeri İslam dinine göre yeniden tanımlamaktadır. Her şeyden önce belirtmek gerekir ki her ne mantıksal gerekçeleri olursa olsun hiçbir savaş tasvip edilemez. Savaşta taraf olmak zorunda kalmak, tamamen bulunulan koşullar ile ilgili olup koşulların değişmesiyle bu yapı da değişmektedir. Ancak bölgemizde olan savaşta, uzun yıllar yapılan olumsuz propaganda nedeniyle savaşlar temelde Sünni ve Şii eksenli analiz edilmektedir. Her ikisi de İslam'ın farklı yorumu olmakla birlikte, gerek kendi içsel dinamikleri gerekse iki kardeş arasındaki düşmanlığı körükleyen emperyalist ve bölücü güçler, bu çatışmaları teşvik etmektedirler. Böylece enerji kaynakları ve taşıma hatlarını da kontrol altında tutmaktadırlar. Savaşta yer alan, birbirlerine kaşı kırdırılan tarafların mezhep düzeyinde tanımlanması, savaşın ana karakterini oluşturmaktadır. Kışkırtıcıların yaptığı yönlendirme çalışmalarının sonucunda enerji savaşının içeriği birden değişmekte, İslami amaçla yürütülen bir savaş şekline dönüştürülmektedir. Medya ve komplo teorileri ile beyni iğdiş edilen, kendi dinini ve kaynaklarını bilmeden karşı mezhebe savaş açan Müslümanlar, bu savaşın temel tetikçileri olmaktadırlar. Bir müddet sonra, çatışmalar geri dönülemez noktaya kitleleri taşımakta, bir kör dövüşü halinde devam etmektedir. Savaşın taraftarları ise kendi dinsel kaynaklarından getirdiği delillerle karşı tarafın kafir ve sapık olduğunu kanıtlamaya çalışmaktadırlar. Böylece İslam aleminde meşruiyet kazanarak haklı konuma geçmek istemektedirler. Ölen ve öldürülenin Müslüman olması bu aşamada hiçbir anlam ifade etmemekte, mezhebi farklılıktan kaynaklanan bağnazlıkla, kendi egemenliklerine engel olmaya çalışan kafir uşağı gibi nitelenmesine neden olmaktadır. Oysa karşılıklı olarak kaynaklar incelendiğinde her iki ekolün de haklı ve haksız olduğu noktalar görülecektir. Mezhepleri din edinmenin insanı getirdiği nokta budur. Önemli olan dinin özünü kavramak ve farklılıklara tahammül gösterebilmektir. Ortak kaderi ve coğrafyayı paylaşmanın verdiği sorumluluk bunu gerektirmektedir. Vahdete giden yol ayrılıkları değil, aynılıkları geliştirerek gerçekleşecektir. Ne yazık ki emperyalist güçler ve onların bilinçli/bilinçsiz işbirlikçisi durumundaki Müslümanlar bir türlü bu noktaya gelememektedir. Herkes kendi cemaat/tarikat/mezhebin haklılığını ve üstünlüğünü kanıtlama derdine düşmektedir. Bu arada emperyalistler de tereyağından kıl çeker gibi enerji kaynaklarına konmaktadır. Savaşılan bölgedeki mezhebi karmaşanın ve can güvenliğinin olmaması, bölge insanlarında büyük bir travmaya neden olmaktadır. Bu durum onların yaptığı yanlışları da anlamamıza engel olabilmektedir. Savaş bölgesi dışında olan ve olayları uzaktan rahat koltuklarında izlemekle yetinen ülkemizde de durum içler acısıdır. Bu savaşlarda tarafsız görünüp emperyalistler tarafında yer alan cemaat/tarikat/mezhep gibi yapılar da, "Bizler adam olsak Allah bunlar başımıza musallat etmezdi!" gibi kader anlayışından yola çıkarak ve "Ululemre itaat farzdır." gibi çarpıtılmış bir görüşe dayanarak Müslümanlara zulmedilmesine seyirci kalmayı yeğlemektedirler. Gizlice, bu tarafsızlığın bedeli olarak emperyalist güçlerden kendi payına düşecek olan rantı beklemektedirler. Genellikle de ranttan paylarını almakta, Müslüman kanı kokan bu rantı da Allah yolunda kullandığını düşünerek mutlu olmaktadırlar. Dünyevi egemenliği sağlamlaştırmak için elde ettikleri rant karşılığında ölümüne göz yumdukları insanların kul hakkını hiç düşünmemektedirler. Bunlar Allah'ı ve dinini kullanan seküler yapılı dindar görünümlü şeytanlardır. Müslümanların bölgemizde yapılan ayrılıkçılığı ve mezhepçiliği keskinleştiren bu savaşta taraf olmaktan ziyade vahdeti geliştirecek yaklaşım ve organizasyonlar yapmaları şarttır. Bunun da ilk adımı, cemaat/tarikat/mezhebini öne çıkarmadan tamamen dinsel endişelerle hareket edilmesidir. Kardeşlik hukukunu geliştirecek, Müslümanların küfre karşı birlik olmalarını teşvik edecek yaklaşımlarda bulunulmalıdır. Her bir Müslüman Sünni veya Şii olduğunu öne sürmeden ve karşısındakini ötekileştirmeden sahiplenmeli, gerekirse karşısındakinin özgürlüğü ve varlığı için her şeyini feda edebilmelidir. Müslümanlar zulüm yapma özgürlüğüne sahip olmadıkları gibi, nerede zulüm varsa niteliğine bakmadan zulme engel olup adaleti tesis etmekle sorumludurlar. İslam düşmanlarına dahi olmayan keskinlikte, Sünni ve Şii kesimin birbirinin tarihsel yanılgılarını öne sürmesi de düşmanlığı körüklemektedir. Öte taraftan dinine tamamen karşı olup hasmane davrananlara ise aynı sertlikte karşılık vermemektedirler. Kuran'ı değiştirdiler, sahabeye hakaret ettiler gibi bir takım gerekçelerle ayrılığı körüklemek, birbirlerinin ibadethanelerine saldırmak, kendi gibi inanmaya ve olmaya zorlamak sadece vahdeti engellememekte, İslam düşmanlarının da ekmeğine yağ sürmektedir. Hele halkı Müslüman olan ülke devletlerinin uygulamalarından yola çıkarak bir halkı veya mezhebi mahkum ve mağdur etmek hiç adil değildir. Son yıllarda ise yeni tipler türemiştir. Bunlar da sahip oldukları ideoloji ile halka bir şey verememiş, bugüne kadar halkı hep aşağılamış Jakoben düşünceli sol yapıdır. Kendini beğenmişlik ile yaşamlarında dine ait hiçbir argümanı bulundurmamaya özen göstermekte, geleneksel ve ilkel putperest anlayışın İslam dinine karışmış olan bir kaç uygulamasını yaparak Müslüman görüntüsü vermeyi de ihmal etmemektedirler. İslami ibadetlerle hiç işi olmayan bu tipler son yıllarda ideolojik var olma mücadelesi vermektedirler. İdeolojik yenilenmeyi ve çağa uyarlamayı gerçekleştirememiş olmaları nedeniyle başarısız olan, ancak halkına karşı yükseklik kompleksine sahip bu kişiler, İslami terminolojiyi kullanarak kendilerini ifade etmeye çalışmaktadırlar. Artı değer, emek sömürü ilişkisi, ekonomi politik gibi konularda iki dakikalık konuşamayacak ve üç satır yazamayacak olan sol düşünce taraftar kitlesi, ana hatlarıyla oldukça rahat bir yaşam sürmektedir. Ülkenin en rahat kentlerinde ve tuzu kuru semtlerinde yaşayarak, sömürülen halkın haklarını savunmaktadırlar. Bu nedenle de inandırıcılıkları bulunmamaktadır. Hiçbir şey yapamamanın verdiği eziklikle, ülkemiz ve Ortadoğu politikaları üzerine emperyalist güçlerce öne sürülen komplo teorilerini konuşmaya ve yaymaya çalışmaktadırlar. Kendilerine özgü uygulanabilir bir çözüm üretmemekte, İslam'ın farklı mezheplerinin birbiriyle savaşında her gün taraf değiştirip güne göre tavır almaktadırlar. Dezenformasyon kapsamında piyasaya sürülen ve kendilerinin de sahip çıktığı film, resim ve benzeri şeyleri gerçekliğini sorgulamadan sırf muhalefet etme güdüsüyle paylaşmaktadırlar. Sünni ve Şii kelimeleri arasındaki fark üzerine, internet ortamında süzgeçten geçmemiş ve kendi tarafından özümsenmemiş beş dakika bile süremeyecek bilgiyle konuşmaktadırlar. Ayetleri ve hadisleri kendi ideolojilerini destekler mahiyette kullanmaktan çekinmeyen bu grup, öldürülenlerin de derdinde değildir. Birkaç istisna dışında herhangi bir insani yardım teşkilatında görev almamaları da bunun en önemli göstergesidir. Ömrü boyunca bir fakirin derdine derman olmayanlar, sanki dertleriymiş gibi ezilenlere sahip çıkmaktadırlar. İslami argümanları gözümüzün içine soka soka kullanarak vahşet uygulayanları öne sürerek Müslümanlara saldıran bu tipler, yarın da öldürülen kişinin yanına geçerek "Müslümanlara bu yapılırken niçin sessiz kalınıyor." derken görülmektedirler. Ertesi gün de "Pislikler birbirini temizliyor. Hadi gelsin Allah'ınız sizi kurtarsın şimdi!" diyecek kadar da terbiyesizleşmektedirler. Sonuçta bu grup gelecekte olası kurmak istedikleri rejim için, şu anda etkin olanları birbirine kırdırmak istemektedir. İslam Dünyasındaki kaos ve sonuçlarının da bu açıdan değeri vardır. Ülke içinde olası bir değişimi nasıl başlatır ve rantını yiyebilirimin derdindedirler. Bunun için de bir gün ayak izine kurşun sıktığı kesimle aynı yerde bulunabilmektedir. Hatta bir zamanlar yıkmak için savaştıkları ideolojiye ve liderine, bir tanrıya yapılacak hürmet ve itaat ile biat derecesinde bağlanabilmektedirler. İktidara gelebilmek için dinsel ve mezhebi argümanları kullanmaktan kaçınmayan bu kesim, Ortadoğu'daki çatışmalarda birleştirici düşünceler sahipmiş gibi hareket ederken ülke içinde alevi kesimi elinde tutmak için jargon geliştirmektedir. Son yıllarda ise Sünni kesimi de kuşatıcı çabaya girişmiştir. Bu konuda kendisine güven noktasında sicili bozuk olduğu için oldukça zorlanmakta, söylemlerinde dinsel tema ve içerik sırıtmaktadır. Vitrine dinsel kimliği ve ünvanı olan kişileri koymakla ne sol ideolojiden vazgeçilir, ne de sol ideolojiye kan kazandırılır. Sonuç ancak şimdiki gibi olur. Dinin sırtından geçinerek ranttan biraz daha pay almaya çalışmak. Alamayınca da aynı argümanlarla saldırmaya devam etmek. Bölgemizi ve kardeş ülkelerimizi kan gölüne çeviren politikaları üreten, bizleri birbirine kırdıran devletlerin Batı olarak nitelediğimiz Hıristiyan devletler olduğunu da gözden kaçırmamak gerekir. İslam'ın sırtından geçinmek amacıyla kışkırtma, yalan söyleme, öldürme, yağma, talan gibi her türlü iğrenç ve sinsi taktikleri uygulamaktan kaçınmamaktadırlar. Dünyanın rantının önemli bir kısmını kendi halkını rahatlatmak ve sömürgeci ruhlarını tatmin etmek için kullanmaktadırlar. Kendi içlerinde bu savaşlara karşı çıkan grupların olması da yanıltıcıdır. Bireysel gösterilen tepkiler dışında hepsi bu ölümlerden elde edilen rantlardan sağlanan kaynakla yaşamlarını sürdürmektedirler. Onların muhalefeti benzinleri ya da gıdaları kesilene kadardır. Kendi rahatlıklarının temelinde Bölgemizde ölen insanların kanının olduğunu anlamaları o nedenle fazla bir zaman almaz. Dünyadaki fok balığı ölümlerine duyarlı oldukları kadar Müslüman ölümlerine duyarlı olamazlar. Ölenlerin Müslüman olması zaten ölmeleri için yeterli sebeptir onlar için. Batı, ölüm ve bela kendilerine gelmediği müddetçe her zaman seyirci olmayı yeğlemiştir. Sanki bu savaşın sebebi ve başlatıcısı kendileri değilmiş gibi analiz ve öneri sunmayı da hiçbir zaman ihmal etmezler. Ülkemiz aydınları da onların bu ikiyüzlülüğünü görmezden gelerek onların ağızlarının içine bakarak keramet içeren söz söylemelerini beklerler. Onların söyledikleri sözleri de temel alarak kendi halkına akıl vermeyi, yol göstermeyi erdem olarak algılarlar. Dünyada gelinen son noktada her şeyin değeri parayla ölçüldüğünden dinin değeri de aynı durumdadır. Dinine samimi bir şekilde sahiplenen ve bu dünyayı öte dünyanın tarlası gören ihlaslı Müslümanları devre dışı tutarsak, dinin sırtından geçinerek dünyevi egemenlik kurmak isteyenlerin varlığı bir vakıadır. Dine inanmadığı halde İslam dinini siyasetine ve söylemine alet etmek isteyenlerin varlığı da. Bu kesimlerin de dahil olduğu çok taraflı, ancak din ve ekonomi temelli savaşlar her zaman olacaktır. İkiyüzlülüğün zirve yaptığı günümüzde ranttan pay alım savaşında her zaman gariban insanlar ezilecek veya ölecektir. Ancak sözüm ona aydın geçinenler ve her zaman rantın yanında olanlar, mezardaki bu insanların sırtından hayatını devam ettireceklerdir. Ve bu sömürgen canlıların sesi en fazla çıkacaktır. Doğanın kuralı bu çünkü... Zayıflar avlanır ve ölüleri dahi birilerinin yaşaması için besin sağlar. İnsanların dünyasında ise ölenler besin olamadığı için, rantın bir argümanı olarak kullanılırlar. Kardeşlik duygusuyla ve acziyetinin ifadesi olarak ağlayanlar hariç, herkes bu ölümlerden ne rant elde edebilirim diye hesap etmektedir. Halkına ve dinine yabancı, aydın geçinen hakaret makinelerinin bu kirli savaşta dinsel argümanları kullanarak akıl veriyor olması, samimiyetlerinin değil, dinin sırtından nasıl rant elde edebilirimin yansımasından başka bir şey değildir.  
adminadmin