Analiz
Giriş Tarihi : 24-11-2018 10:25   Güncelleme : 24-11-2018 10:25

İşte kutuplaşmanın perde arkası

​Her ne öğretiliyor ise birer “mutlak doğru” olarak öğretiliyor, çocuk ve gençlerimiz, doğruların tek ve sadece kendilerine belletilenlerden ibaret olduğu yolunda bir “şartlandırılmaya” tabi tutuluyor.

İşte kutuplaşmanın perde arkası

Mevcut müfredat ve eğitim “Doğruların” müfredat adı altında “merkezden” belirlendiği ülkemizde oluşturulan şablona göre tek tip insan yetiştirilmeye çalışılmaktadır.
Ülkemizde kamplara ayrılmanın altında yatan temel neden budur. Teste dayalı eğitim daha küçük yaşlardan itibaren çocuklarımız zihni formatlanmaktadır.

İnsanımız kolayca senden yana ve bana karşı kesimler haline bölünebiliyor, keskin mi keskin karşı gruplar olarak karşı kamplara ayrılabiliyorsa altında yatan temel bir neden bulunmalıdır. İnsanımızın sınırlı kavramlara ait değer yargılarının kurbanı haline geliyor ve hayatı ve olayları at gözlüğü ile (neredeyse açısız) seyretmeye başlamışsa, sürekli şikâyet konusu olan bu olgunun araştırılması gereken öncelikli bir konu olduğu kanaatindeyim. 

Gayet açıktır ki insanın düşünce sistemi alınan eğitimin bir sonucu olarak teşekkül eder. Eğer eğitim yanlış varsayımlar üzerine kurulmuşsa elbette ki hayatı doğru yaşamamız mümkün olmayacaktır. Eğitim yaratılışa, beyin ve öğrenme gerçeklerine ters bir durum sergiliyorsa eğitimden amaçlananlar oluşmayacaktır. 

Hiç düşündük mü acaba temel karakteristiği soru sormayan, verileni yenileyen, sınavlarda başarılı olmaya odaklayan bir eğitim hangi ürünleri oluşturacaktır? 

Mevcut eğitim yapısını isterseniz hep birlikte analiz edelim.

Eğitim adına yapılanlara bakalım: Öğrenci oturduğu yerden ders dinliyor, kitap okuyor ama bizzat tecrübe ederek öğrenebilme imkânı bulamıyor. Gözleme ve deneye bağlı bilimsel çalışma yerine şifahi ve kâğıtta kalan bilgilerle yetinir haldedir. Kendi başına düşünmeye, yorumlamaya, okuduğunu ve söyleneni anlama imkânı elde edememektedir. Ya da bu imkân çok sınırlı kalmaktadır.

Hocanın anlatıp öğrencinin kafa salladığı bu yapıda bilgi beyne kalıplar halinde gelmektedir. Sonuçta “Bilgi”nin, akıl ve mantık süzgecinden geçirilmeden, sorgulama yapmadan kabullenmesi onun “değişmez mutlak doğrular” olarak, yerleşmesine sebep olmaktadır.

Şimdi bu eğitimin hangi “Öğrenme Yöntemine” dayandığını anlamaya çalışalım.

Şartlanmaya (tepkisel) öğrenmenin bilimsel temeli

Kendisinden isteneni yapması durumunda bir ödül, bir haz sağlanması, itaatsizlik durumunda ise cezalandırılması, yani bir elemle karşısına çıkılması sonucu çocuğun kendisinden beklenen eğitsel ve ahlaksal davranışları gerçekleştireceği çok önceleri biliniyor ve uygulanıyordu. Aradığı hazza kavuşmak ya da karşısına çıkarılabilecek cezanın eleminden kaçmak isteyen çocuk eğitsel buyurulara uyuyor ve pek çok kez talim ettikten sonra kendisinden beklenen davranışları otomatik olarak görülmeye başlıyordu.

Örneğin ayı yavrusu alttan kızdırılan bir saç üzerine zorla çıkarılıyor ve her an havada inmeyi bekleyen, gerektiğinde de inen kırbaç darbeleriyle bulunduğu yerden ayrılması önleniyordu. Sacın sıcaklığı hayvanın pençelerini yakar, hayvan da arka ayakları üzerinde dikilerek kıpırdanabileceği daracık alanda daha serin bir yer bulmaya çabalar, bu çabası da kendisini seyredenler üzerinde bir oyun izlenimi uyandırır. Sonunda ayının saç levhadan inmesine izin verilir, çabasını ödüllendirmek için de kendisine nefis bir yiyecek sunulur. Bu egzersizler yeteri kadar tekrarlanır, derken iş o duruma vardırılır ki, hayvan terbiyecisi daha kırbacı havaya kaldırıp nefis yiyeceği gösterir göstermez ayı oynamaya başlar. Bundan böyle kızgın saca gerek kalmaz. Şartlı refleks yoluyla hayvan o düzeye getirilir ki, kendisini işkenceyle yetiştirmiş terbiyecisinin belli bir işaretini alır almaz oynamaya başlar; böylece, yavru ayı oyun oynayan ayıya dönüştürülür ve seyircilerin karşısına çıkarılıp onları eğlendirmeye hazır duruma getirilir.

Eğitimin en ilkel biçimi hayvan eğitimi uygulamalı psikoloji ve şartlanmadan başka bir şey değildir. İnsanın zihni fonksiyonları henüz gelişmediği bebeklik döneminde daha ziyade şartlanmaya dayalı (reflekse dayalı)öğrenme ile gelişmeye başlar. Çocuk dünyaya geldiğinde temel ihtiyaçlarını (emme, tutma) ihtiyari olarak değil, refleksif olarak yerine getiriyor. Sonra insiyaki hareketler. Sonra otomatik hale gelmiş itiyatlar (alışkanlıklar) sonra telkinli hareketler ve nihayet iradi şuurlu hareketler. 

Tüm bu hareket (davranış) çeşitleri bir çekirdeğin etrafına sarılır gibi, reflekse dayalı hareketlerin etrafına çocuk büyüdükçe sarılıyor. Tüm bunların hedefi, insanın hareketlerini iradi ve şuurlu bir noktaya taşımak olmalıdır. Şuurlu çabalar veya deneyimlerle edindiğimizi bilgi ve becerileri şartlanmayla pekiştiririz. 

Eğitim adına yapılanı biraz daha yakından analiz edebilir ve insanımızın nasıl “şartlandırıldığını” daha iyi görebiliriz. Bir takım gerçekler ve “şey”lerin adı öğretiliyor; sonra da kendi geliştirdiğimiz testlerle, yüklenilen bilginin ne kadarını aldıklarını değerlendirilip ölçüyoruz. Okullarımızda, özellikle hazırlık kurslarında eğitim adına yapılan adeta düşünmeden ve zahiri bir kaç emareye göre reaksiyon gösterme melekesi kazandırılmaktan başka bir şey değildir.

Bu yetiştirilme tarzını tahlil edelim.

Öğrenci bazen zorlanarak bazen motive edilerek öğrenmek istenilenleri hafızasına depolamaya yönlendirilir. Tekerlemeler yoluyla hatırlayarak belleme, anahtar sözcüklerin bellenip onların çağrışımlarıyla bütünün bellenmesi, benzerlerin bellenmesi (örneğin fen derslerinde sıkça başvurulan örnek problem çözümü) yoluyla bütünün bellenmesi gibi belleme türlerinin hepsi, aslında beynin şartlanmaya açıklığından yararlanır. 

Eğitim diye yaptıklarımızı şu şekilde özetleyebiliriz: Her ne öğretiliyor ise birer “mutlak doğru” olarak öğretiliyor, çocuk ve gençlerimiz, doğruların tek ve sadece kendilerine belletilenlerden ibaret olduğu yolunda bir “şartlandırılmaya” tabi tutuluyor.

İlgilendiği şeyleri sorgulayan ve sorgusunu o şeyin özüne ermeden sonlandırmayan “çocuk aklı”nın merakı şu veya bu nedenle engelleriz sürekli. Dolayısıyla çocuğun dehasını daha işin başında öldürerek “şartlanmanın” zeminin oluştururuz. 

Sonuç olarak, şartlandıran eğitimle öğrenci istenen hareketi yapmak üzeren programlanan “robot” tan bir farkı kalmamaktadır. İnsan zihnini uyutmanın en etkin vasıtası da şartlandırmadır. Çünkü eğitim adı ile müsemma eğip bükme görevi ile bilgiyi kullanan ve üreten özne değil bilgiyle yüklenen nesne konumunda bırakmaktadır.

Bu yapının “ıslah ve uyum” işlevi vardır ve “bütünleştirici” etkiye sahiptir. Otoriteye karşı benzer tepkiler sergileyen; düşünmeden, araştırmadan ön yargı ile hareket eden fertler ortaya çıkmaktadır. Eleştirel bakış yok olmaktadır. Bu eğitimin tezgâhından geçen fertler hipnotize edilmişçesine istenilen yöne kolayca çevrilebilmektedir. Geçmişimize baktığımızda bunun yüzlerce örneğini hatırlayabiliriz. 

Öyle bir insan düşünün ki bu insan, kendi hayatını ve geleceğini kurabiliyor, kendi gözleriyle görebiliyor. Ruh ve kalbi nefis esaretinden kurtarıldığı gibi, açılan tefekkür ve tahkike dayalı eğitim ile de fert kendi dünyasında özerk ve özgür beyinlere sahip oluyor. Sonuçta öğrenmede sathîlikten derinliğe geçiyor. Ezber ve taklit yerine, tahkik ve anlama ön plana çıkıyor.

İşte özlediğimiz eğitim yapısı budur.

MEB’in Yeni Eğitim Vizyonu öncelikle yanlış varsayımlar üzerine kurulu bu eğitim düzenine çözüm sunuyor mu?

Sanıyorum Vizyon Belgesi’nde ilk önce bakacağımız nokta burası olacaktır.

Konuya gelecek yazımızda devam edeceğiz.

Prof. Dr. Osman Çakmak / Diriliş Postası

    

adminadmin