Köşe Yazıları
Giriş Tarihi : 22-07-2016 09:51   Güncelleme : 22-07-2016 10:15

İstihbarat Zaafı

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ifade ettiği gibi 15 Temmuz 2016 darbesinde büyük bir istihbarat açığı bulunmaktadır. Bu konuda 1 yıl öncesinden onlarca yazı yazarak muhtemel bir Fetullahçı darbeden haber verdim.

İstihbarat Zaafı

Bu yazılar çeşitli gazete ve internet sitelerinde defalarca yayınlanmasına rağmen hükümet ilgililerinin dikkatini çekmemiş. Sorumluluk sahibi bürokrat ve askerler uyumuş kalmış. 250'ye yakın şehit verilmesinde bu konuda elinin üstüne yatan ve gerekli tedbirleri almayan asker, polis, istihbaratçı ve bürokratın da payı bulunmaktadır.

Madem olağanüstü hal ilan edildi ve gerçekten de olağanüstü bir durum mevcut. O halde buna sebebiyet verenler kadar görevinin gereği olarak tedbir almayanlar hakkında da gerekli soruşturmalar açılmalıdır.

Böylesine ülkenin hatta İslam aleminin kaderine etki eden bir olay hakkında önceden tedbir alınmasını söyleyen benim gibi kişilere madalya verilsin istemiyorum lakin yıllarca silahlı kuvvetlerde görev yapmış asker arkadaşlarımdan bilgi istenmesi ve bizlerin görüşlerine baş vurulması devlet yetkililerinin boynuna borçtur.

Darbenin başarısız kalacağını düşündüğümden dolayı buna bir “Kamikaze Fetullahçı Darbe” adını koymuştum. Fakat şunu da itiraf etmeliyim ki bu kadar kanlı olacağını tahmin edememiştim. Ben sadece ekonominin alt üst olacağını düşünmüştüm. Zaten darbenin azmettiricisi olan ABD’nin asıl amacının Türkiye’nin hızlı yükselişinin önüne geçmek için onar yıllık aralıklarla yapıldığı gibi bir darbe olacağını bekliyordum.

Gelişmeler tam tersi oldu. Ekonomi ülke alt üst olmasına rağmen çok az etkilendi. Fakat yüzlerce insan şehit oldu ve binlerce yaralı vatandaşımız var.

Her ne ise… Bir internet sitesinde bu konu ile ilgili olarak yayınlanan bir yazıyı arz ediyorum. Bu yazıda “Kamikaze Fetullahçı Darbe” makalesi konulmamış çünkü 5 ay önce yayınlanmıştı. Bunu da ilave ediyorum.

Kamikaze Fetullahçı Darbe

Halkımızın bilmesi gereken çok önemli bir darbe planı var. Her ne kadar bu darbe başarısız kalmaya mahkum olsa da ülkemize vereceği zarar pek büyüktür. Bu yüzden “kamikaze” diyorum zira bir daha kolay kolay belimizi doğrultamayız. Zaten Amerikan kökenli darbelerin asıl amacı da budur. Onlar Fetullah’ın karakaşlarını sevdikleri için değil, güçlü ve büyük bir Türkiye’yi istemedikleri için darbeleri desteklemektedirler. Bunu izah etmeye çalışacağım ki işin vahameti anlaşılıp gerekli önlemler alınabilsin.

Güzel vatanımızın ayağa kalkmasını insanların barış ve huzur içinde yaşamasını istemeyen içte ve dışta bir çok düşmanımızın her daim kullandığı çok fena bir adeti vardır. Ülke ne zaman beli üstüne doğrulsa güzel gelişmeler meydana gelse hemen askeri darbe yaparlar. 15-20 yıl ülkemiz geri gider tekrar gayrete geliriz yaralarımızı sarmaya başladığımız bir anda yeniden darbe olur.

Bu gidişat Cumhuriyet kurulalı beri değil Osmanlı’nın yükselme devrine kadar gider. Taa Yavuz Sultan Selim Han’dan bu yana “istemezüük” diyen bir yaban sürüsü ordunun itaatini kırıp isyan eder. Nasıl olsa elinde silah var karşı gelenleri alt etmenin yolu kolaydır. Ancak tecrübeli ve güçlü liderler bunu anlayıp gerekli tedbirleri alarak yılanın başını küçükken ezebilirse darbeler ve isyanlar olmaz.

İşte Cumhuriyet döneminde odunun darbe yapmaya hazırlandığını bir subay haber verir fakat Başbakan Menderes olayı ciddiye almaz. İşte bu çok büyük bir hata idi. Kuleli Askeri Lisesi’ni birincilikle bitiren ve 1949 yılında Harp Akademisinden Kurmay Yüzbaşı olarak mezun olan Samet Kuşçu, Türk Silahlı Kuvvetleri’nde istihbarat subayı olarak görev yapmış ve tarihte “9 Subay Olayı” adı ile geçmiştir.

NATO’ya giden ilk subaylardan olan Kuşçu, Milli Savunma Bakanlığı’nın İstanbul Temsil Bürosu Başkanlığı’nı yürütürken 9 subay olayı patlak vermişti. O dönemde yarbay olan, sonradan tümgeneralliğe yükselecek Faruk Güventürk’ün önderlik ettiği, Menderes hükümetini yıkmayı planlayan bir cunta hareketi kurulmuştu. Cuntanın içindeki isimlerden biri olduğu belirtilen Kuşçu, bilinmeyen bir nedenle darbe planlarını hükümete bildirdi. Dokuz subay Askeri Mahkeme’ye çıktı, sekizi beraat etti. Yalnızca Samet Kuşçu “orduyu isyana teşvik” ve “asılsız ihbarda bulunmak” suçuyla mahkûm oldu ve ordudan ihraç edildi.

Kuşçu’nun ‘darbe yapacaklar’ dediği 8 subay ise 27 Mayıs darbesini yapan Milli Birlik Komitesi’nde yer aldı. 1958 ve 59 yıllarını hapiste geçiren Samet Kuşçu’nun hapiste tırnakları sökülerek işkence gördüğü bizzat kızı tarafından açıklanmıştır. Samet Kuşçu’nun ihbarını dikkate almayan Demokrat Parti Hükümeti’nin Başbakanı ve iki bakanı ise darbe mahkemesinde yargılanarak idam edilmiştir. İşte devlet yönetmek ve güçlü bir lider olmak böyle bir iştir. Gerekli önlemleri alamazsan darbe yapıp adamı asarlar.

Şimdi Anayasa Mahkemesi apaçık “vatana hıyanet suçunu” işlemiş Can Dündar’ı serbest bıraktı. Darbe yapan ve yenisini planlamış olan Fetullah Terör Örgütü ile açıktan işbirliği yapan ve gazeteci kimliği arkasına saklanan Dündar’ın siciline bir bakalım ne haltlar yemiş görmekte yarar var. Yoksa balık hafızalı insanlar bazı gerçekleri görmekten uzaktır:

1. Can Dündar 17 Aralık 2013 darbesini biliyor ve şunları söylüyordu. “Amerikan rüzgarı bu, belli mi olur, gün gelir esintiyi Pennsylvania’dan yana döndürür. Ankara’daki ampulleri söndürür” Demek ki ABD destekli bir darbeden Dündar’ın haberi vardı ve önce bazı bakanları “yolsuzluk” adı altında tutuklayıp sonrasında da Erdoğan’ın kapısına dayanacaklarını umut ediyordu.

2. Bilal Erdoğan adı üzerinden yapılan 25 Aralık 2013 operasyonundan bir gün önce de şunları söylüyordu “Piyonlar devrildi sıra Şah’lara geliyor” diyerek darbe planlarında nasıl aktif bir rol üstlendiğini kendi kendisini deşifre ederek göstermiş.

3. Hatay’da üç tır FETÖ örgütünün organizasyonu ile 19 Ocak 2014 tarihinde durduruldu. MİT Mensuplarına silah çekildi ve “Türkiye, teröre yardım ediyor yaygarası” çıkarıldı. “Başbakan Erdoğan’ı Lahey’de yargılatacağız” sloganları ile yeni bir darbenin taşları döşenmeye başlandı. Tırları durduran kişiler hakkında “askeri casusluk” davası açılmış ve gizlilik kararı alınmıştı. Buna rağmen devletin kanunlarını takmayan Cumhuriyet Gazetesi seçimler bir hafta kala bu tırları tekrar haber yaptı. Üstelik boy boy resimlerle gazetesine manşet atmış “MİT’in IŞID’a bomba ve eleman taşıdığını belgeledik” diyerek kendisini masum göstermeye çalışmıştı. Batılı devletler böyle adamları hemen kodese atıp dut yemiş bülbüle döndürürlerdi. Lakin Dündar kahraman ilan edildi. Çünkü FETÖ ve darbe destekçisi güruh işbirliği içerisindeydi.

Şimdi halkımızın aklı ile alay edip Dündar’ı “masum gazeteci” kimliğine sokmak isteyen darbecilerin planlarına bir göz atmak gerekiyor. Eğer fotoğrafa yukarıdan bakılırsa her şey ayan beyan ortaya çıkıyor. Bizde öyle bakmaya çalışalım.

Öncelikle FETÖ’nün darbe planını görelim. Bunun için 30 hatta 40 yıldır emek veriliyor. Bu maksatla öncelikle askeri okullara öğrenciler sokuldu. Özel hazırlanmış kurslarda bazen sorular da temin edilerek binlerce öğrenci askeri okula alındı. Bu öğrencilerin namaz kılması oruç tutması yasaktı. İçki içmeleri ve dindarlar aleyhinde konuşmaları isteniyordu.

Fetullah’ın arka bahçelerinde yani dershanelerde yetişen fakat asker olmak istemeyen gençler polis okullarına oraya da gitmek istemezler ise hukuk fakültelerine yönlendirildi. Amaç darbe yapıldığında devletin kontrol mekanizmasını elde tutmaktı. Bu sayede “tereyağından kıl çeker” gibi darbe yapmayı düşündüler.

Bu arada ordunun kaymak tabakasını yetiştiren askeri akademi soruları çalındı ve bu elemanlar “kurmay subay” olarak ordu saflarında görev yapmaya başladılar. Kurallara uymayanlar derhal darbe heyetince kovuluyorlardı. Örneğin eşleri başörtülü olan veya içki içmeyen subaylara kesinlikle tahammül edilemezdi. Hatta bunlardan bir kısmı benim sınf arkadaşımdı ve içki içmekten alkolik olmuştu.

Bu darbe yapacak subayların önünü açmak için benim gibi dindar olan bütün subay ve astsubayları ordudan attılar. Kendileri gibi faşist olan generallere göre eşleri başörtülü olan subaylara itimat edilemezdi. Bunlar darbe yapılınca halktan taraf olabilirlerdi. Behemehâl ordudan atılmalıydı. Bu yüzden on binlerce asker gözünün yaşına bakılmadan ordudan atıldı. Numunelik olarak bir iki tane Fetullahçıyı da ordudan atmışlardı. Zaten onlar emir dinlemiyor namaz falan kılıp eşlerinin başlarını açmıyordu. Temizlenmesi gerekiyordu.

Şimdi sıra darbeye gelmişti. Fakat acele ettiler. 17-25 Aralık 2013 Operasyonlarını Siyonist güçler ve ABD istemişti ve beklemek istemiyordu. Fetullah, acele olmasına rağmen “okey” kararını verdi. Çünkü biliyordu ki darbe başarısız dahi olsa sayısı yüzü aşkın general ve amiral emri altındaydı. Bir o kadar yüksek rütbeli subayı kontrol edebilirdi.

17-25 Aralık Operasyonları başarısız kalınca “B Planını” devreye soktular. Fakat bu sefer işi daha fazla ciddiye alıyorlardı. Birçok gazeteyi, solcular, Kürtçüleri herkesi emir altına aldılar. Hatta Fetullah’a karşı yıllarca karşı durmuş bir dindar gazeteyi de operasyon çekerek ele geçirdiler. Bu gazetenin başyazarına payeler vererek tv ve gazetelerde kendilerince yücelttiler. Yetmedi darbe ile her zaman işbirliği yapmış CHP içinde de operasyon yapıp zayıf bir kişiliği olan genel başkanlarının zafiyetlerinden istifade ederek bu partiyi büyük ölçüde ele geçirdiler.

PKK’yı ellerinde bulundurduğu medya organları ile teşvik ederek terör olaylarında başarılı olması için gayret gösterdiler. Bu sayede darbe kılıfı da hazırdı.

Şimdi önlerinde sadece AK Parti teşkilatı vardı. Burada başarılı olmak için biraz daha zamana ihtiyaçları vardı. Eski Cumhurbaşkanı Gül’in zafiyetlerinden istifade ederek hem onu hem de bazı partinin ileri gelenlerini ele geçirmeye çalıştılar. Bunda ne derece başarılı oldular bilmiyorum. Lakin Arınç’ın hükümete düşmanlığı aleniyete çıkmış TV kanalında boy göstermesi ve darbecilerin hoşuna gidecek açıklamalarda bulunması oldukça başarılı olduklarını gösteriyor.

Evet, Dündar’ın serbest bırakılması bu noktadan ele alındığında basit bir olay olmayıp Fetullahçı darbenin bir adımıdır. Eğer Menderes’in Samet Kuşçu olayından ders çıkaramaması gibi bir zafiyet gösterilirse Rabbim başımıza gelecek felaketlerden hepimizi korusun. İnşallah Cumhurbaşkanı Erdoğan ve başbakan Davudoğlu gerekli dersleri çıkararak olması muhtemel “Kamikaze Fetullahçı Darbeyi” önlerler. Bu işin şakası olmaz, vesselam…

Yazarımız Vehbi Kara'nın, sitemizdeki köşesinde yazdığı, Paralel Yapı'nın ordu içindeki yapılanma ve tezgahlarını ortaya koyan yazılarını toplu olarak değerli okuyucularımızın nazarına arz arz ediyoruz. Ayrıca bu bağlantıyı açarak bir önceki yazıyı okumanızı da tavsiye ederiz: 

http://kastamonur.com/index.php/article/127-yazarlar/vehbi-kara/2534-darbeyi-5-ay-once-haber-vermistim-vehbi-kara

Paralel Yapının Silahlı Kuvvetlerdeki Tezgahları

 

Fetullah Gülen’in başında olduğu Terör Örgütü yaklaşık 50 seneden beri faaliyetlerini sürdürüyor. Paralel Devlet Yapılanması-PDY, girdiği her yerde “amaca ulaşmak için her yol mubahtır” diyerek akıl almaz derecede tahribat yapmaktadır. Tahrip kolay olduğu için ülkemize ve hatta dine verdiği zarar büyüktür. Bunu kelimelerle ifade etmek zor olup sadece bir köşesinden tutarak izah etmeye çalışacağım.

 

Paralel yapının “Yargı-Emniyet-Ticaret” üçlüsü ortak hareket ederek kamu otoritesinin de imkânlarını kullanarak dev bir canavar gibi tahribat yapmaktadır. Eğer bir iş kolunda faaliyet gösterirken paralel yapı ile menfaatleriniz veya ticaretiniz kesiştiği takdirde başınıza gelmedik felaket kalmaz. Yalan ve uydurma delillerle bir sabah ansızın kapınıza dayanıp Paralel Yapının yargı ve emniyet mensupları aracılığı ile ağır cezalara çarptırılabilirsiniz. Bu acı gerçek kısmen MİT Müsteşarının tutuklama girişimi ve asıl olarak da 17-25 Aralık 2013 darbe girişimleri sayesinde görünür hale geldi. Fakat daha tam olarak bilinmiyor. Bunu nasıl yaptıkları konusunda ciddi araştırmalar yapılmalıdır. Zira vatan ve İslam aleminin selameti açısından bu gayret ve çalışmalar vaciptir, zorunludur.

 

Kendi hesabıma askerlik konusunda yapılan fecaatin bir kısmını anlatabilirim. Zira 15 yıllık askerlik hayatımda bu insanların nasıl kumpas kurdukları, zavallı asker arkadaşlarımı nasıl avlayıp örgüte soktuklarını gayet iyi biliyorum. Diğer konularda yani yargı, emniyet ve iş çevrelerinde yapılan cinayetler ise saymakla bitmez. Bunlar ciddiyetle ele alınarak ortaya çıkarılmalı ve sorumluları hakkında kanuni işlem yapılmalıdır. Nedamet edip aldatıldığını ve oyuna getirildiğini itiraf edenlere ise katkıları oranında yardım edilmesi devletin boynuna borçtur. Çünkü bu faaliyetler yürütülür iken devlet vardı. İşin kötüsü devletin bazı yöneticileri bu terör örgütü yapılanmasını destekliyordu. Bu nedenle itirafçı ve nedamet edenleri devlet kucaklamak onları şefkatle bağırlarına basmak insanlık adına bir borçtur. Buna mukabil ortaya çıkan bunca fesat ve günah meydanda durur iken hala Paralel Yapıyı müdafaa eden olursa onlara da hiç acımamalıdır.

 

Örneğin CNN’de çıkıp Paralel yapı ve onun işbirlikçisi medya grubuna medhiyeler düzen Bülent Arınç gibi siyasetçilere akılını başına alması için uyarılmalı yaptığı hatanın boyutları hatırlatılmalıdır. Ben kendi hesabıma askeriyede yapılan fenalıkları anlatayım da belki ders çıkarılır ve hesap sorulur.

 

Paralel yapı ilk faaliyetlerine 1980’li yıllarda başladı. O yıllarda darbe yapmak moda olduğu için hedef olarak askeri lise ve Harp Okulları hedef seçildi. Darbe yolu ile kısa yoldan devleti ele geçirmek amaçlandı. Bu okullara önce öğrenci sokuldu ve bu öğrenciler vasıtası ile askeri okul öğrencilerini aldatarak kendi saflarına çekmeye başladılar.

 

Zemin tam da onların istediği gibi idi ve bu Paralel Devlet Yapılanması için çok müsaitti. Zira darbeciler dini konularda pek acımasız davranıyor namaz kılan öğrencilere ağır baskılar yapıyordu. Darbeci Kenan Evren kendisini Cumhurbaşkanı olarak seçtirdiği yetmiyormuş gibi sık sık milletin huzuruna çıkıyor irtica ve din namına aklına gelen her türlü safsatayı söylemekten çekinmiyordu.  Sanki anarşi ve terörü dindar insanlar çıkarmış gibi komünistlere verdiği sıkıntı kadar belki daha fazlasını dindar insanlara veriyordu. O yıllarda askeri okul öğrencisi olduğum için yediği herzeleri bugün gün gibi hatırlıyorum. Askeri okullarda dindar öğrenci kalmayacağına dair mücadele edeceğine adeta yemin etmişti.  Darbe yaptıran Amerikalı amcaları demek ki öyle istiyordu. Toprağı bol olsun ona yardım eden de hatırı sayılır bir insan kitlesi vardı.

 

İşte fırsat bu fırsat diyerek Fetullahçı Terör Örgütü, askeri okul öğrencilerine “asla namaz kılmamaları” konusunda uyarılarda bulundular. Çünkü günde beş vakit farz olan namaz kılındığı takdirde irticacı oldukları ortaya çıkacak bu nedenle okulu bitiremeden atılarak ciddi bir borç senedi imzalatıldığı için zor duruma düşeceklerdi.

 

O günleri daha dün gibi hatırlıyorum. İma ile namaz adı altında uydurma bir hareketle namazı tağyir ettiler. (Tağyir dini bir emri bozma, ortadan kaldırma demektir) Dinin direği olan namazı tağyir eden fitne örgütü daha başka ne yapmaz ki? Bunlar din adına ne kadar emir ve yasak varsa hepsini akıl almaz usul ve yöntemlerle ortadan kaldırdılar.

 

Bu konuda dindar askerlere aman vermemekle övünen generaller Fetullahçıların dine verdikleri zarar karşısında sevinç duyuyor, tepeden baktıkları Türk halkına dini konularda vicdansızca işkence etmekten ayrı bir zevk alıyorlardı. Namaz kılarken ve dinimi yaşamaya çalışmak isterken karşılaştığım zorlukların bir kısmını anlattığım “Bahriye’de 15 Yıl” isimli kitapta dindar insanlara yapılan zorluklara bir parça olsa da değindiğim ve bunu dile getirdiğim için ferahlık duyuyorum. Yoksa bu çekilen çile ve yapılan zulümler öyle kelimelerle anlatılan cinsten değildir.

 

Fetullahçı yapılanmanın birinci basamağı olarak yani Fetullahçı gençler orduya alınmış sayı olarak hızla artış sağlanmıştı. Üniversiteye hazırlık kurslarına giden öğrencileri özel kurslara sokmak ve soru çalarak okullara sokmak en başarılı oldukları yöntemlerden birisi idi. Asker olmak istemeyen öğrenciler emniyet teşkilatına ve hukuk fakültelerine yönlendiriliyordu.  Bu konuda dershaneler Fetullahçı yapılanmanın arka bahçesi olmuştu.

Bahriyede ise örgüt mensuplarının okul bittikten sonra savaş gemilerinde uyması gereken kurallar çoğalmıştı. Bunların başında içki içmek gibi haysiyetsiz bir davranış geliyordu. (İçki, kebair yani büyük günahlardandır) Ayrıca Fetullahçılar asla başı örtülü bir kızla evlenemezdi. Olur ki bir hata yapıp evlenmişse eşinin başını açmak zorunda kalacaktı. Bu nedenle ağlayıp sızlayan hatta ruhsal çöküntüye girip aklını kaybeden kadınlarımızı bilirim. Bu fenalık öyle basit bir şey değildir. Çocukluğundan itibaren başörtüsüne alışmış bir kızın başını açması adeta soyunup sokağa çıkmak kadar zor bir iştir. Bunu bilen bilir…

 

Ramazanlarda oruç tutmamak, dini konularda konuşmamak konuşmak gerektiğinde ise irticayı kınamak bu Fettullahçıların en önemli vasıflarından bir tanesiydi. 15 Yıllık Bahriye hayatımda komünistler kadar bu zavallı Fetullahçılarla mücadele ettim. Komünistlerle kavga etmek daha kolaydı. Zira karşımdaki adamın tavrı netti. Dine ve dindarlara olanca gücü ile düşmanlık etseler dahi karşılığını vermek zor olmuyordu. Lakin bu iki yüzlü Fetullahçıların nasıl ve ne biçim bir tepki verecekleri meçhuldü. Yalan söylemek, gizli ve sinsi hareket etmek bu örgütün en bariz vasfıydı.

 

Yıllar geçtikten sonra bu Paralel Yapı mensupları Harp Akademilerine de sızdılar. Sızdıktan sonra burada da soru çalmak ve sınavlara özel bir şekilde hazırlamak en önemli vazife idi. Benim gibi namaz kılan ve içki içmeyen üstelik eşi de başörtülü olan bir subayın sınavları geçip Kurmay sınıfına geçmesi imkansızdı. Beni sınavlara dahi sokmadılar. Elbette Fetullahçı örgüt mensupları bu sayece değerli ve dindar subayları baştan elemine etmişler önleri açılmıştı. Fakat Kemalist ve devrimci subaylar ki onlar da benzer yöntemleri kullanmış ve silahlı kuvvetlerin yöneticiliğini ele geçirmişler, bunlara fırsat vermiyorlardı.

Bu sefer yargıyı kullanarak kumpas kurarak bunları da saf dışı ettiler. Uydurma delil ve iftiralar ile başarılı askerlerin önü tıkandı. Hatta bir kısmını hapse attırmaktan dahi çekinmediler. Bu konu çok vicdan sızlatıcıdır zira sonunda çok kötü hukuk cinayetlerine şahit olduk. Balyoz davasında açık açık darbe planını yürürlüğe koyan Çetin Doğan gibi darbeci genaraller, Fetullahçı örgüt kumpasının anlaşılması sayesinde beraat etti, İyi mi!.

Yahu bu Balyozcu generaller öyle küstah ve kendinden emin idiler ki Balyoz isimli Harp Oyununda darbe planlarını açıkça kayda dahi almıştı. Yazdıkları günlük ve kitaplarında darbe planlarını açık açık söylüyorlardı. Ergenekon davası ile birlikte bunlar da aradan sıyrıldılar. Aynı fenalık şimdi 28 Şubat davasında da görülüyor. Apaçık post modern darbe yapan generaller bu davada aklanırsa şaşmayın!...

İşte girdiği her yeri bataklığa çeviren bu Fetullahçı örgüt silahlı kuvvetlerdeki bir çok güzel hasleti dahi tahrip etti. Liyakat ve kabiliyetin yerini örgüt sadakati aldı. Halihazırda generallerin % 40’ının Fetullahçı olduğuna dair ciddi bilgiler bulunuyor. İşin kötüsü silahlı kuvvetlerde bu yapı ile ilgili hiçbir temizlik yapılmadı. Lakin iş dindar subaylara gelince arslan kesilen komutanlar, Fetullahçı Paralel Yapılanma karşısında çok utangaç ve sessiz duruyorlar. Peki, bunun hesabı sorulmayacak mı?Vehbi Kara

Silahlı Kuvvetlerdeki Fetullahçı Yapılanma

Darbeciler tarafından bin yıl süreceği iddia edilen fakat on yılda sona eren 28 Şubat Sürecinin kahramanları şimdi yargılanıyorlar. O tarihlerde kibir ve enaniyetin zirvesini yakalamış olan bu generaller şimdi utanmadan yaptıkları post modern darbeyi ve söylediklerini inkâr ediyorlar. Fakat nafile bir uğraş zira yapılan bütün eylemler medya tarafından yazılıp çizilmiş hatta kitaplar halinde yayınlanmış durumda. Şimdi tek umutları Balyoz ve Ergenekon sanıkları gibi FETÖ kumpasına geldikleri palavrası.

Fetullah Terör Örgütünün yeraltına inmesi ve palazlanıp büyümesi 12 Eylül ve 28 Şubat darbecileri sayesinde olmuştur. Zira Fetullahçılar dindar insanlara baskı yapıldığı için yeraltına inmek zorunda kaldıklarını söyleyerek masum bir çok insanı kandırmaya muvaffak olmuşlardır. Kısaca Fetullah Terör Örgütünün mimarı da yine darbecilerdir. Bu darbeci alçaklar; Fetullahçı ve Siyonist örgütlerle işbirliği yaparak Türk Silahlı Kuvvetlerinden on binlerce dindar askerin atılmasına sebep olmuşlardır. Sadece eşi başörtülü olduğu için ordudan atılan benim gibi binlerce insan var.

Yüksek Askeri Şura Kararlarının yargı denetimine alınması ile birlikte artık irtica suçlaması ile ordudan atılan asker yok. Anayasa değişikliğinin 12 Eylül 2010 yılında referanduma götürülmesi ile bu ahlaksız uygulama yürürlükten kaldırıldı. Lakin Fetullahçı ve din düşmanı bütün örgütler zaten amacına ulaşmıştır. Orduda 28 Şubat Süreci başta olmak üzere o kadar çok operasyon yaptılar ki namazını açıktan kılma cesareti kalan çok az sayıda asker kaldı. Bunun yerine her türlü gizliliğe önem veren hatta ibadetlerini yapmadığı gibi dindar insanlar hakkında atıp tutan binlerce zibidi türedi. Her fırsatta dini inançlara sövmeyi adet edinen bu insanlar hayasızlıklarını kendilerine teşne olan medya grupları vasıtası ile dillendirmeye devam ediyorlar.

Fetullah Gülen “başörtüsü fürüattır” diyerek kendine bağlanmış olan müritlerini başörtülü olmaktan men etmiştir. Hatta emrini dinlemeyen askerleri örgütten kovmuş kendine has usullerle yaptırım uygulamıştır. Daha sonra Balyoz kumpası ile rakip olarak gördüğü kurmay subayları ordudan attırmış meydan kendisine kalmıştır. Şimdi sayıları yüzleri bulan Fetullahçı general ve amiral ordu saflarında yer almaktadır. Soru çalarak ve daha nice usulsüzlüklerle askeri okullara ve silahlı kuvvetler akademisine giren Fetullah Terör Örgütüne mensup subayların sayısı ise binleri bulmaktadır. Bunlar irticacı denilmesin diye her türlü gizliliği yapmaktan çekinmeyen, içki içen, tesettürlü hanımlarla evlenmeyen örgüt üyeleri fırsatını bulduğu anda darbe yapmaktan çekinmeyecek kadar haindir, alçaktır.

PKK’nın terör eylemlerini destekleyen FETÖ, buradan nasıl darbe fırsatı yakalayacak bilemiyorum. Lakin ülkenin karışması için elinden geleni ardına koymayacağı açıktır. Bu nedenle FETÖ’nün eylemleri basite alınmamalı inlerine girilerek ülkemize, vatanımıza ve dindar insanlara verdiği zarar biran önce önlenmelidir. Bu işin şakaya gelir yanı yoktur, vesselam…Vehbi Kara

Fetullah Gülen bu duruma nasıl geldi?

Finans, uluslararası ticaret, uluslararası eğitim, uluslararası sanayi, uluslararası diplomasi, medya, istihbarat ve daha birçok uzmanlık gerektiren alanda belli bir standardın üzerinde yapılanma gerçekleştiren Fetullah’ın örgütü bu "uluslararası holding" kültürünü nereden alıyor? Bunun cevabını hemen baştan verelim. ABD ve Siyonist güçlerden...

Zaten bunu inkar etmezler sorduğun zaman "Fetullah Amerikalıları ve Siyonistleri kullanıyor" derler. Allah akıl fikir versin ne diyelim...

Hiç kimse, bu kültürün Fetullah Gülen tarafından üretildiğini, yönetildiğini, yönlendirildiğini iddia etmesin! Zira İzmir’de bir vaaz hocası iken dünya çapında bir örgüt haline gelmek Fetullah’ın tek başına yapabileceği bir iş değildir.

Peki, etrafındaki seçkin bir ekip ile yapabilir mi? Bu da mümkün değil zira Fetullah Gülen’in mahiyetini anlayıp ayrılan insanların durumu az çok bellidir. Dünya çapında bir örgütü kurup yönetecek kabiliyette bir insan kitlesi veya süper yönetici asistanları pek görülmedi. Çünkü, bu ekip, yerel alışkanlıkları olan insanlardan meydana geliyor. 

Bu düzeyde bir finansal hareketi, finansal gücü, diplomasi lobi faaliyetlerini, istihbarat yönlendirmelerini, halkla ilişkilerini bu insanların kendi başlarına yapması mümkün değildir. Perde gerisinde, duvarın arkasında, bizim hiç görmediğimiz ve göremeyeceğimiz bir yerde, bir büyük ekip bu Uluslararası Holding'in bütün dünyadaki açık ve kapalı, açık ve gizli bütün işlerini koordine ediyor, konseptini tasarlıyor, bazı mühim ayrıntılara varıncaya kadar her aşamayı denetleyip ve güncellenmiş yönergeler veriyor. Başka türlüsü, bu çapta bir adam için mümkün değildir.

Bu konuda sadece fikir vermesi açısından bir örnekleme yapalım: Bazı geleneksel iş kollarında, çıraklık, kalfalık, ustalık süreçleri en az 10-15 yıl sürer. Bu süre boyunca, iştigal edilen iş alanının ustası olan zanaatkâr ve sanatkâr ustanın yanında, onun her istediğini yaparak, aslında işin doğası kavranır, işin incelikleri öğrenilir, o işin iyice aşama aşama içine girilir. Bu sayede zaman içerisinde kişi olgunlaşır, işi öğrenir, eli aşinalık geliştirir. Bazen bu mesleği öğrenmek için ebeveynler ustaların yanına çocuklarını verdikleri vakit parasını dahi verirler. Yeter ki mesleki tecrübesi artsın bir altın bilezik elde etsin. Bu süreç sonunda eğer istidadı varsa, o kişi kalfalık, ustalık seviyesine yükselir.

Örneğin, kuyumculuk mesleğinin birçok ince işi vardır. Altının bir hammadde olarak işlenmesi, bu değerli hammaddeye nasıl yaklaşılacağı, nasıl korunacağı, hangi ısılarda işlem yapılacağı gibi teknik aşamalar olduğu gibi, altına şekil verme gibi sanat ve tasarım gerektiren aşamaları da vardır. Hiç bir kimse, kuyumculuk işine girdiği ilk 10 gün içinde ustalık makamına çıkamaz! Çünkü bu durum işin doğasına aykırıdır!

Peki, diyelim ki, bir kişi, hiçbir kuyumcunun yanında çalışmadan, çıraklık bile etmeden bir kuyumcu dükkânı açtığını düşünelim. Üstelik bu kuyumcu dükkânı, tam bir marka bilinci ile logosu, amblemi, ambalajları, vitrin düzenlemeleri son derece klas ve birinci sınıf olsun. Bir sürü şubeler açmış olsun. Yerli altın pazarında kısa zamanda sözü geçen bir kişi olsun. Hatta uluslararası altın borsasında mühim bir aktör haline geldiğini görelim...

Ne kadar aykırı bir durum değil mi? Ya, perde gerisinden ona destek veren çok güçlü bir altın sarrafı ustalar grubu, bir pazarlama ekibi, bir araştırma-geliştirme, bir pazar manipülatörü, bir halkla ilişkiler, bir borsa uzmanı kısaca büyük bir ekip olmalıdır. Biz baktığımızda, patron masasında oturan kişiyi görürüz, fakat duvarın arkasında büyük bir ekip patron gibi çalışmaktadır. Ancak böyle mümkün olabilir.

Şimdi şu soruyu sormak icap ediyor. Hiçbir şekilde formel eğitim almayan Fetullah Gülen’in, 160 ülkede okul sahibi olması ve üstelik bu okulların bulundukları ülkenin en iyi eğitim veren kurumları olarak işe başlaması nasıl olur?

Bu konu üzerine ciddi hiçbir çalışma ne yazık ki henüz yapılmamıştır. Bu okulların belli bir süreç içinde, aşama aşama iyi eğitim veren okullar haline gelmediği, işe en başından itibaren iyi eğitim veren okullar olarak başlamış oldukları bir gerçektir.

Sadece eğitim konusunda değil, örneğin meydana getirdikleri gazete, dergi, radyo ve televizyon da belirli bir standardın üzerinde çalışan kurumları görmek mümkündür. Mesela bir gazete, son 10 yılda üç defa uluslararası sayfa tasarımı ödülü aldı. Bu ödüller, dostlar alışverişte görsün kabilinden yalandan yere verilmiş ödüller değildir. Gerçekten de güzel sayfa tasarımları ve yarışmaya katılan diğer büyük gazetelerin güzel sayfaları arasından sıyrılarak, birincilik ödülü alabilmektedir. 

Bu gazetenin önceki dönemlerde gazetecilik ve habercilik açısından kayda değer özellikleri bulunmuyordu. Fakat adeta sihirli bir elin dokunması ile güzel tasarlanmış bir gazete, habercilikte uluslararası standartları tutturan bir dil ve sürekli ödüller olan haber-fotoğrafçıları ile büyük bir sıçrama görülmektedir. Siyonistlerin medyada ne kadar güçlü olduğu dünya çapındaki sahip oldukları medya kuruluşları ve gazetelerden anlaşılabilmektedir. Destek verdikleri çok açıktır.

Ayrıca bu sıçramayı yapan ekip, Türkiye'nin en yetenekli ve en tecrübeli ekibi de değildir. Gazetecilik alanında herkesin yeni gördüğü, daha önce bu işleri yapmamış insanlardan oluşan bir ekip bu başarıyı getirmişti. Halbuki bu tür bir sıçramayı bilinçli bir amaç ile yıllar yılı ilerleyen bir süreç içinde yapmak mümkündür. Tuğla tuğla örülerek, aşama aşama adım atılarak, iyileştirilerek yapılır. Bir anda olması yurt dışından özellikle de ABD kaynaklı ellerin bu işe el atmasından kaynaklandığını anlamak için çok zeki olmak gerekmiyor…

Fetullah Gülen'in gizli ve dünya çapında büyük bir örgütün maşası olduğu son dönemde yapmış olduğu icraatlardan pekala anlaşılabilir. Seçimle devrilemeyeceği ve halkın sevgisini kazanmış bir lideri yani Recep Tayyip Erdoğan’ı alt etmek için bu zavallıyı kullandılar. Şimdi başarısız olduğu için aynı Abdullah Öcalan gibi paketleyip verirlerse şaşmamak gerekir. Zaten Apoyu verdik Gülen’i aldık diyen Amerikan derin güçleri yakında idam fermanını imzalamaktan geri durmaz. Onlar için Gülen sadece bir maşadır veya kullandıktan sonra atılan bir peçetedir…

Son sözüm Allah, kimseyi F. Gülen gibi şaşırtmasın, şaşırtırsa süründürmesin, süründürürse çektirmesin, çektirirse rezil etmesin, rezil ederse perişan etmesin, perişan ederse sersem, âvâre etmesin..

Fetullah Gülen’in foyası yıllar önce çıkmıştı

F. Gülen'in fenalıkları saymakla bitmez. Bunu aşikâre yapmaya devam ettiği için onu deşifre etmek hali pür melalini göstermek benim gibi adamların boynunu borcudur. Zira bu zat ve avanesi girdiği her kurumu berbat etmekte adeta bataklığa çevirmektedir. Dürüstlük, ahlaklı ve faziletli olmak yerine amaca ulaşmak için her yolu mübah gören bu güruhu namaz konusundaki kabul edilmez tavırları ile tam 33 yıl önce tanıdım. İbret almak için okunmasını tavsiye ederim.

F. Gülen denilen şahsın içyüzü askeri okulda okurken ortaya çıkmıştı. Zira imandan sonra en mühim hakikat olan namaz terk ettirilmeye çalışılıyordu. İma ile namaz adı altında kandırdıkları öğrencileri avuçlarına alıp fitne ve fesada bulaştırmışlardır.

1980’li yıllarda benim gibi namazlarını kılan gençler Harp Okuluna girdiklerinde oldukça büyük güçlükler ile karşılaşıyorlardı. Yüzlerce hatta binlerce öğrenci Darbeci Kenan Evren’in kışkırtması ile okuldan atılmıştır. Bu durumu fırsata çeviren Fetullah, askeri öğrencilere namazlarınızı ima ile kılın diyerek onları dinden diyanetten uzaklaştırmaya başlamıştır.

Bu ima ile namaz konusunu biraz izah edeyim. Öncelikle namazın farzları konusunda bütün İslam alimleri müttefiktir. Bir tek bu Fetullah denilen azgınlaşmış şahıs hariç. Çünkü sağlıklı olan her Müslümanın kılması farz-ayn olan namazı, kitap okurken, yatıp uzanırken kılabilirsiniz diyerek tağyir etmeye kalkışmıştır. Güya kendisini gizleyecek askeri okuldan atılmaktan kurtulacak…

Namaz kılan birisi olarak Deniz Harp Okulunda geçirdiğim ilk günler bu konuda oldukça heyecanlı olmuştu. Gizli gizli namazlarımı kılmaya çalışıyordum. Lakin namaz günde beş defa kılınması farz olan bir ibadettir. Ne kadar gizlenebilir ki? Nitekim hemen nasihatler başlamıştı. Namazını evde kıl okulda kılma diye. O yıllarda dini kitapları çok okurdum. Namaz konusunda hiçbir yerde “evde kılın” diye bir şey yazmıyordu. Bilakis namazı vaktinde kılma konusunda ne derece önemli olduğuna dair bilgiler veriliyordu.

Bu konuda bazı öğrenciler ile tartışmaya başladım. En sonunda bana “ima ile kılmak hiç kılmamaktan daha iyi değil mi?” diye sordular. Bende “evet hiç kılmasan daha iyi” dedim. Çünkü namazını kılamayan birisi, Allah’a yönelip af dileyebilir fakat kıldığını zanneden bir insan hatasını kabul etmezdi.

Sonunda benim namaz konusunda taviz vermeyen tarzım karşısında bazı öğrenciler panik oldu. Çünkü birçok öğrenci bana aldanarak yoldan çıkabilirdi. Hakkımda inatçı, yobaz, gerici vs. diyerek çok fena propaganda yaptılar. Benim burnum sürtmeli hatta okuldan atılmalıydım. Bu sayede” bak bizim dediğimiz gibi yapmadı, başına neler geldi” demek istiyorlardı.

Eksik olmasın Harp Okulu komutanları da bu dehşetli çetenin ekmeğine yağ sürüyordu. Dindar öğrenciler baskı altına alınıyor adeta Fetullahçıların kucağına itiliyordu. Benden de namaz konusunda hesap sordular. Bölük komutanımız odasına çağırdığında benim tavizsiz halimi görünce bir şey yapamayacağını anladı fakat verilen izinsizlik cezaları daha da artmaya başladı.

Fetullahçılar, benim askeri okuldan mezun olmamdan rahatsız olmuşlardı. Zira onların tezine göre benim subay çıkmam mümkün değildi. İşin daha kötüsü; alkollü içki içmeme ve oruç tutma konusunda da hayal kırıklığına uğramışlardı. Sonunda 28 Şubat 1997 süreci devreye girdi de mutlu oldular. Başbakana "içki yok mu?" diyerek dışarıdan rakı getirecek kadar küstahlaşan Deniz Kuvvetleri Komutanı Güven Erkaya, benim gibi eşi başörtülü olan binlerce askeri ordudan attı. “Hah! Bak bizim dediğimiz oldu. Namaz kılan oruç tutanların başlarına geleni gördünüz işte” diyerek zehirlerini yaymaya daha güçlü bir şekilde devam ettiler. Şimdi sosyal medyada “zina yapabilirsiniz fakat zevk almayın!” diye Fetullah’ın fetva verdiği söyleniyor. Buna inanırım zira Peygamber Efendimizin (asm) “dinin direğidir” dediği namazı tağyir edecek kadar alçaklaşan bu insanlar zinayı da serbest bırakabilirler. Tıyneti bozulmuş bu insanlardan her fenalık beklenir… 

 

adminadmin