Kültür
Giriş Tarihi : 16-06-2019 11:00   Güncelleme : 16-06-2019 11:00

Kadınların Modern Köleye Dönüştürülmesi

​Batıda sanayi devrimiyle birlikte üretim alabildiğine artmış, tüketim artmadığı için stoklar çoğalmıştır. Tüketimi artırarak stokları eritmek için de kadını istismar etmiş, adeta tüketim aracı haline getirmişlerdir. Feminizmi de kadına bir takım haklar vermek için değil, tüketim aracı olarak kullanılmaya elverişli hale getirmek için üretmişlerdir.

Kadınların Modern Köleye Dönüştürülmesi

Feminizm Avrupa’da kendilerine göre bazı haklı sebeplerle Fransız devriminden sonra ortaya çıkmıştır. Avrupa’da 1830’lara kadar beyaz kadın ticareti yapılıyordu. Kadınlara hiç bir değer verilmemesi, insan olarak sayılmaması gibi haklı sebeplerle ortaya çıkan ve felsefî bir hareket olan feminizm, daha sonra amacından saparak ahlâkî ve sosyal yıkıma yol açmıştır. O zamanların fikir cereyanı olarak sosyalizm ve Siyonizm güdümüne girmiştir. Feminist hareketten istifade etmesini bilen kapitalist sistem ise kadını ekonomik ve ahlâkî olarak alabildiğine istismar etmiştir. Özgürlük maskesi altında kozmetik, moda vs. alanlarla kadınları metalaştırmıştır.

Kadını modern hayata karıştırma ve yeni bir kimlik verme hedeflenerek kadın üzerinden sürdürülen bir modernlik anlayışı vardır. Çocuklarını erdemli, ahlâklı yetiştiren annelerin önemi oldukça azaltılmış, para kazanan anne modeli önemli bir noktaya taşınmıştır. Annelik ve ev hanımlığı değersizleştirilerek, kadınların cinsel kimliğiyle ön plana çıkması için çaba sarfedilmektedir. Billboardlarda, tv-dizi reklamlarında bu yönde kadın profilleri yansıtılmaktadır. Bütün bunlar kadınların zamanla evin içindeki rollerini unutup kendilerini iş hayatına ve kariyerlerine kaptırmaları sonucunu doğurur. Ev ve çocuk, iş hayatı ve kariyer önündeki engeller olarak algılanır.

Halbuki kadın, halihazırdaki toplumsal yapının temel taşıyıcısı olan aileyi biçimlendiren, etkileyen, temel unsur olmakla kalmayıp, kültürel mirasın geçişinin anahtarı ve gelecek nesillerin hazırlayıcısı rolünü her çağda üstlenen bir konuma sahip olmuştur.
Devlet, piyasa ve profesyonellerin ürettikleri “annelik ideolojisi” çocukların, kırılgan, kusurlu olması ve bağımlılaştırılması anlayışını da beslemektedir. Yeni ve modern zamanların bağımsızlık adına bağımlılaştırdığı ilişkiler, roller ve durumlar meydana getirdiğini görmemek mümkün değildir. “Disiplinli yetişme”, “başarıya dayalı yaşam biçimi”, özellikle orta sınıf aileleri “Mutlak Değerler” içinde kavramayı unutan birer bencillik abidesine çevirmektedir. Her türlü reklamda aileler, çocuklarına “en özel” varlıklar olarak davranacak şekilde tüketime kışkırtılmaktadır. Kadına hak ve özgürlük aldatmacasıyla kadını modern köle haline getirmektedirler.

Postmodern çağın kadın kimliği de, sürekli olarak bir türlü yakalayamadığı daha güzel, daha şık, daha başarılı, daha becerikli, daha beğenilen ve daha çok onaylanan birisi olma hayalinin peşinden gitmektedir. Bu beklenti ise tüketim kültürünün her seferinde daha ağır dozlarla pompaladığı genç kalmak, sağlıklı olmak, iyi görünmek temalarıyla daha da ulaşılmaz olmaktadır. Kozmetikler, başlama yaşı çok aşağılara inen estetik-cerrahi operasyonlar, moda sektörü, diyet kürleri hep kadının “beğeniliyorsam değerliyim” yanılsaması üzerinden beslenmektedir. Bütün bunlar kadını köleleştirerek tüketici “modern köle” haline dönüştürmektedir.

Postmodern kapitalist çağ, kadının bozulan aile ve eş ilişkileri sonucunda, açılan derin yaralarından çıkardığı dokuyu, kadına çare diye pazarlamaktadır. Azalan özgüven ve umutsuzca peşinden koşulan çaresizlik ve belirsizlik duygularını doğurmaktadır. Belirsizlik ve çaresizlik duygularının örtük biçimde ve uzun süre yaşanması sonucu da kaygı bozukluklarının kadınlarda her daim daha fazla yaşandığını görmek mümkündür.

Demokrasilerdeki tüketim kültürünün esir aldığı aile sürekli daha fazlasını talep ettiği için, daha çok çalışmak ve daha fazla taksit ödemek zorunda kalan babalar artık evde değillerdir. Babalar için ev, yorgun argın gelince, dinlenilecek, uyunacak bir yerdir. Anne ise her zaman meşgul ve memnuniyetsizdir. Ev ait olunan “yuva” olma özelliğini yitirmiştir. Aileler çocukları için de bir yarış ve kendini sergileme, beğeni kazanma alanı olduğunu düşünür ve çocuklarını bu düşünceye uygun davranmaları koşuluyla destekler. Kendilerinin düştüğü modern kölelik çukuruna farkında olmadan çocukları da çekerler.

Çekirdek ailenin giderek çözülüp yerini çok farklı “aile olmayan aile anlayışlarına” (tek ebeveyn, tek çocuklu aileler, evlilik akdi olmaksızın çocuk yapıp aynı evde yaşayanlar vb.) bırakması, baş tacı ettiğimiz aileyi kökten sarsmaktadır.
Demokrasilerde kadının salt cinsel obje (nesne) sayıldığı bir noktaya gelinmiş oldu. Şehirleşmenin artışıyla kadının sosyal konumu ciddi biçimde değişti. Kadın Birinci Dünya Savaşı sonrasında üretime katılmaya çeşitli yollarla zorlanmışsa da, bir süre sonra iş yaşamındaki yerini aktif tüketici konumuyla desteklemesi arzulanan bir role dönüştü.

Artık modern kadın çalışan, üreten, tüketen ve ayrıca başkalarının tüketimini pompalamak için reklam ve destek malzemesi olarak kullanılan bir değere dönüşmüştür. Bu durumla alakalı olarak, kozmetik ve moda sektörü hiçbir dönemde hiçbir ekonomik krizden etkilenmeyen nadir alanlardan biridir.

Kapitalist iş dünyasındaki örtük ve saklanmış formlardaki erkek egemenliği, kadının eşit olmak konusundaki rüyası “demokrasilerde” sömürülmektedir.  Eşit olmak konusundaki uzun vadeli vaatler ve kadının özgüvenini kaybetme üzerine bina edilen takdir ödülleri sayesinde kadınlar, kapitalist iş dünyasındaki kısır döngü halindeki kıyıcı çarkın en önemli malzemesi haline dönüşürler. Çalışan, azimli, entelektüel, eğitimli, bakımlı, başarılı ve hırslı fakat mutsuz, depresif ve yalnız kadınların sayısı günümüzde giderek çoğalmaktadır. Kısacası kadın aldatılarak yaratılış fıtratına aykırı yollara sürüklenmiş, kendi rızasıyla “çağdaş modern köle” haline getirilmiştir.

19. yüzyılın ortalarına doğru ise erkek, evinde bekleyen zevceden de bu yaşamın iç mekanı olan evinden de yoksunlaşmıştır. Karısı artık evi erkeği için bir rahatlama yuvası olarak hazır tutan zevce olmaktan çıkmıştır.

Kadın artık giydikleriyle, takıp takıştırdıklarıyla, evi dayayıp döşemesindeki hüneriyle “erkeğin ev dışı yaşam alanlarındaki başarısının, acımasızlığının, kazanımcılığının seyyar vitrini” olup çıkmıştır.

Sevilmeyi isteyen kadın, zevce olmaktan çıkarak, sevgisini ekonomiye dolaylı yollardan katılmak için bir araç olarak kullanmayı öğrenmiş, çevresinden sevilmeyi değil, hasetle seyredilmeyi bekleyen bir varlık hâline gelmiştir. Böylece yaşamın iç mekanı olan evin içindeyken bile, evin dışındaki dünyanın “Truva atı” olmuştur.

Erkek kendi kurduğu dünyasında kendi elleriyle kadınını yok etmiştir. Kadından korku duyulması, modern dönemde yepyeni bir olgu durumuna gelmeye başlamıştır. Toplumsal hayatta edilgenleşme ve güçsüzleşmeyle birlikte anormal eğilimler edinmenin yaygınlaşması bunlarla ilgilidir.

Yabancılaşmayla başlayan süreçte kimlikle ilgili temel soru, “Ben, ben olduğumu nasıl bilebilirim” haline dönüşmüştür. Bireyin kimliği problem haline dönüşmüştür. Erich Fromm’un dediği gibi “Kapitalizmin gelişmesi ve hakim olmasıyla beraber, özellikle son birkaç kuşakla benlik-kimlik kavramında ‘ben sahip olduğum şeyim’ noktasından ‘ben sizin olmamı istediğiniz şeyim’ noktasına gelinmiştir. Gelinen bu noktada insan maalesef ki kendisini kişilik pazarında bir meta gibi hissetmektedir.”
Batılı emperyalistler ilk önce bizdeki “Mutlak Değerler”den bizi uzaklaştırıp sonra da bizi bize yabancılaştırarak, kendilerine benzetmeye çalışmışlardır. Vahşi kapitalizmin en gelişmiş hali olan “demokrasi” başta olmak üzere kurdukları bütün düzenler insanı yok etmek üzerine kurulu ve insan fıtratına aykırı düzenlerdir. Bizim bu bataklıktan kurtulmamızın tek yolu da Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun bize bıraktığı “Yeni Dünya Düzeni”ni “Başyücelik Devleti”ni hakim kılarak kurmaktır. Bu hem bizi hem de bütün dünyayı kurtaracak tek yoldur.

Nazif Keskin

Baran Dergisi 647. Sayı

adminadmin