Köşe Yazıları
Giriş Tarihi : 23-08-2012 16:01   Güncelleme : 23-08-2012 16:01

Kalbimin en doğusunda severdik birbirimizi dünya birbirini vururken

Acılarımı dindiren sevgili kelimeler, dünya varlığınız üzere dönüyor!   Yazın ve senin dünyamda tükenmediği, yarısını kıştan saydığımız buhranlı bir ağustos akşamında, yazı uğurlayan hüzünlü tınıları seslerine ekleyen cırcır böceklerini izlerken, sana ait siyah-beyaz bir fotoğrafa sığınmış masumiyet yüklü “Z” harfinden gelen barut kokusu, bu dinginlik içinde benim ve senin sessizliğimiz altında yatan bir şiddet olduğu hissi uyandırdı

Kalbimin en doğusunda severdik birbirimizi dünya birbirini vururken
Acılarımı dindiren sevgili kelimeler, dünya varlığınız üzere dönüyor!
 
Yazın ve senin dünyamda tükenmediği, yarısını kıştan saydığımız buhranlı bir ağustos akşamında, yazı uğurlayan hüzünlü tınıları seslerine ekleyen cırcır böceklerini izlerken, sana ait siyah-beyaz bir fotoğrafa sığınmış masumiyet yüklü “Z” harfinden gelen barut kokusu, bu dinginlik içinde benim ve senin sessizliğimiz altında yatan bir şiddet olduğu hissi uyandırdı.
 
Kalplerimizin ve bedenlerimiz doğusunda kanatılan hayatların, katliamlar içinde birer sayıdan fazlası olmadığı günlerde, sen ve ben yine acıyı kader edinmiş coğrafyaların haberleri içinde, savaş ortasında buluştuk ve sen, ve sen savaşı bile güzel kıldın, önce inanamadım, sonra dişlerinden kan süzülen çocuklar için aynı şiddetle ağlarken buluşabildiğimizi gördüm, hiç bilmediğimiz insanların acısıyla ağlayacak, yangınıyla yanacak birini sevmenin güzelliğini tüm bu acı içinde, tüm zerrelerimde hissettim. Dünyada bir sen, bir ben, bir de acı kalsa bile yaşayabileceğime inandım, işte o an olanlar oldu…
 
  Dokunduğun bir kitaba dokundum, döktüğün satırları okudum, çünkü bir tek senin kelimelerini okurken kavuşabiliyordum sana ve bir çocuğun parmak boğumlarını öpüyorum hissi veriyordu bana seni okumak. O hisle kadifeden bir bohça hazırladım, senin kelimelerini, kendi el yazımla bir kâğıda yazdıktan sonra, güzelce içine yerleştirdim, eski ahşap mobilya konsolun sabun ve lavanta kokan çekmecesine senden bana gelen tek somut şeyleri sakladığım bej rengi kadife bohçayı itinayla, duayla, öpe koklaya yerleştirdim, hazinemi buraya sakladıktan sonra çekmecenin hafif pas tutmuş demir anahtarını önce ellerimle sevdim sonra kolyemin ucuna taktım; kalbimin tam doğusuna…
 
  İçimdeki bu huzur ile yavaş yavaş yürüyerek önce kan kokan dünyayı duymamak için penceremi kapattım sonra önündeki turkuaz kadife işlemeli koltuğa oturdum, seni düşlemeye, sana yazacağım en güzel kelimeleri düşünmeye başladım. Ama bir yetmezlik hâsıl oldu düşlerime ve düşüncelerime ne yaparsam yapayım sana hitap edebilecek kadar güzel, sana karşı hissettiklerimi tarif edebilecek kadar güçlü kelimeler bulamadım; işte o zaman anladım, benim için dünyanın en güçlü ve en güzel kelimesi sendin.
 
  Senin kelimelerinle buluşmak üzere kitabın yapraklarını çevirmeye başladıkça inan ölesim geldi, ardından kitap benim yapraklarımı çevirmeye başladı, adının yazılı olduğu satıra gelince yaşayasım…
 
  Tüm bu şiddetli huzur içerisinde, şiddetli ve huzurlu bir rüzgâr kan kokusu üzerine kapattığım pencereyi açtı, huzurlu ve şiddetli bir yağmur camları ıslatmaya koyuldu. Huzur ve şiddet içerisinde, huzurlu evimin, dünyanın evime doğru şiddeti sızdırdığı penceresinin aralığında duygu cereyanına kapıldım; kayboldum.
 
  Rüzgâr, kitabın yapraklarını savurmaya koyuldu, adının geçtiği satırlara gelince kaybolduğum yerden beni buldun. Ne o kapının zilinin çalacağını düşünmüştüm ne de gelenin sen olacağını… Dışarıda kurşunlar kendilerine hedef arıyordu, şiddetli yağmur asfalttaki izleri ustalıkla siliyordu, ben şiddet içinde huzurla seni düşlüyordum.
 
  Beni bulduğunda kaybolduğum yerlerin ne uzak mesafeler olduğunu ve seni ne kadar özlediğimi fark ettim. Gerçi mesafe dediğin, uzak dediğin, hasret dediğin, özlem dediğin, kırgınlık dediğin, kavuşamamak dediğin neydi ki? “Bugün izlediğim tomurcuk karanfillerde gülüşünü gördüm” derdin ve biterdi; o an kavuşurduk işte kavuşmuştuk da.
 
  Çalan zil le birlikte kapıda elinde beyaz zambaklarla belirdiğin an, ahh o an dışarıdaki savaş, benim içimdeki iç savaş, şiddet ve acıya odaklı ne var ne yoksa kayboldu, hepsini unuttum. Nasıl oldu, “Beyrut’un dar sokaklarından birinde tuttuğum pencerelerinden sümbüller sarkan evimi nasıl da bulabildin?” diyemeden gülüşünde beliren tomurcuk karanfiller arasında yeniden kayboldum, hiç bulunmamayı dileyerek.
 
  Her şeye rağmen yeniden buldun beni, kader buydu ki; sende kaybolacaktım ve yine sen beni sen de bulacaktın. Öyle de oldu çünkü sen ve ben Beyrut’ta, Beyrut için, Beyrut gibiydik; namlunun ucunda bekleyen şiddetimiz saklıydı iç savaşımızda, zambakların gölgesinde sessizce severdik birbirimizi dünya birbirini vururken… Dünya birbirini vururken kurşunlar bizi pas geçerdi, dünya birbirini vururken gizliden severdik birbirimizi, karanfilleri koklar gibi… İşte bu yüzden durmazdı tüm hızıyla dönebilirdi dünya, inan sevmesek dururdu.
 
  Ben senden kaçmak için değil beni tekrar tekrar bulman için, iç savaşımın üzerini iç savaşıyla örten Beyrut’a kaçmıştım, yine de beni bulmana şaşmıştım. Sana tekrar tekrar kavuşma hissini tekrar tekrar tadabilmek için kaçmış ve kaybolmuştum. Sen beni bulduğunda Furuğ okuyordum “Kuşlar çoğul maviliği aramaya gitmişler” diyordu, bense beni bulman için, sesindeki maviliği aramaya koşuyorum ayaktan kanatlarımla, her adımıma bir kurşun rastlayacağını bilerek, o kargaşa arasında kararlı bir kurşun gibi hedefini hiç şaşmadan bulabiliyordun beni “kuşlar çoğul maviliği” bulup geri getiriyordu. Ellerinde beyaz zambaklar, tebessümün koyu kırmızı tomurcuk karanfiller, kaybolduğum her yerden, elinle koymuş gibi buluyordun beni, seni bekliyor oluyordum, sessizce sevmek için, beyaz zambakların altında şiddetle vuruşmak için, dünya yeniden dönsün için, bekliyordum. Yolunu şaşmadan geliyordun.
 
  Şimdi yine, şiddetli ve huzurlu yağmurun perde olduğu pencerem önünde, üç çiçeğin, üç ince vazonun arkasına saklanarak bekliyorum, beni bulmanı…
 
  Şiddet ve huzurun perde olduğu penceremin önünde üç çiçeğin (ben, sen ve acı) saklandığı üç ince vazo içerisinde çiçeklerin kokularına saklanarak bekliyorum, beni bulmanı…
adminadmin