Kültür
Giriş Tarihi : 02-06-2019 12:00   Güncelleme : 02-06-2019 12:42

Kapitalizm

İçinde bulunduğumuz zamanın kabul gören sistemi serbest piyasa ekonomisine dayalı kapitalist dünya düzeni… Bu düzen her geçen gün yoksul ile zengin arasındaki gelir makasının açılmasının baş müsebbibi…

Kapitalizm

Elbette, emekten bilgiye kadar ele aldığı her şeyi metalaştıran bu sistem bir anda ortaya çıkıp herkes tarafından kabul görür vaziyete gelmedi; her şeyden evvel şu bilinmelidir ki, kapitalizm olgusu tek başına ele alınabilecek, tarihî ve psikolojik arka planı göz ardı edilerek incelenebilecek bir mefhum değildir.

İnsanlık tarihî boyunca toplumda imtiyaz sahibi olmak ve diğer fertlerden daha yüksek bir statüye erişerek, “sıradan” insanlara hükmetmek isteyen zümreler olmuştur. Hükmetme ihtirası daha fazla zenginliğe ve imkâna sahip olmak için çaba sarf etmek şeklinde kendisini göstermiştir. Temeli ruhun karanlık kutbu nefsi tatmin çabasına dayalı bu histen doğan zihniyet zaman içerisinde belli değişikliklere uğramasına, farklı isimlerle anılmasına mukabil hâkim olma çabasını sürdürmüş, ilahlık iddiasına kadar varmıştır. Firavunlar, Nemrutlar ve daha niceleri…

Bugün kapitalizm, “özel mülkiyetin, üretim araçlarının büyük bölümüne sahip olduğu ve işlettiği; yatırım, gelir dağılımı, üretim, mal ve hizmet fiyatlarının arz ve talebin buluştuğu piyasa ekonomisi tarafından belirlendiği devlet müdahalesi asgarî seviyede tutulmaya çalışılan sosyal ve ekonomik sistem” olarak tanımlansa da, mevzu bahis zihniyetin ürünüdür. Bu dünya görüşü, insanların ihtiyacı olandan daha fazlasını elde etmesine ve hatta elinde bulundurduğu ihtiyaç fazlası zenginliğe başkalarının hakkına tecavüz etmek suretiyle ulaşmayı meşru kabul etmektedir. Modern kapitalizm insan tabiatına aykırı sistemsizliğin ahlâksızlığa dayalı sistemidir.

Maddî fayda üzerine kurulu bu sistemde, her şeye meta olarak bakılmasıyla, maddî olarak bir değer atfedilen her şeyin zenginlik ölçütü olarak kabul görmesine kadar varmıştır. Bugün zenginliğin en önemli ölçütü ise paradır. Aslî mânası mal ve hizmetlerin el değiştirmesinde kullanılan bir araç olan para bu sistemde tıpkı “Samirî’nin buzağısı” meselesinde olduğu gibi putlaştırılmıştır.

Geçmiş toplumlarda, zenginlik ölçütü olarak kabul gören nesneler, toplumun yapısına göre farklılıklar göstermiştir. Kapitalizmin en eski formunun Eski Roma’ya dayandığı tezinden yola çıkarak Roma üzerinden gidecek olursak; zenginlik ölçütünün tarıma dayalı bir ekonomik modelin benimsenmesi sebebiyle toprak, koşum hayvanları ve köleler olduğunu görürüz. Kapitalizmin kökenlerine dair nüvelere rastlayacağımız ilk devlet de Roma’dır.

Kapitalizmin Kökeni ve Roma Düzeni

Roma’yı incelediğimizde sosyal ve iktisadî veçheden, kapitalizmin en eski formunun varlığını hissederiz. Günümüzde vahşet olgusu, düşünme tarzı sebebiyle maddî temellere dayandırılarak bedene yapılan eziyet şeklinde algılandığından Roma sistemi kapitalizmin en “vahşi” formu olarak addedilebilir. Buraya bir mim koyalım…

Bir kabile toplumu üzerine bina edilen Roma’da toplumsal sınıfların oluşumunu ve bu toplumsal sınıfların siyasî, iktisadî ve içtimaî hayata müdahalesini ele alalım. Üç kabileden müteşekkil erken Roma’da köleler ve hür vatandaşlar olmak suretiyle iki toplumsal sınıfın varlığından söz edebiliriz. Hür vatandaşlar da kendi aralarında iki ayrı sınıfa ayrılmaktadır. Bunlar şecerelerini devletin kurucularına dayandırarak toplumda imtiyaz sahibi olan patriciler ve sıradan vatandaşlar olan pleblerdir. Kabile toplumlarının eşitlikçi yapısı, içtimaî ve iktisadî hayata sirayet etmiştir. Her vatandaşa devlet tarafından özel mülk statüsünde toprak tahsis edilmiştir, devletin elindeki diğer topraklar ise kamu arazisi niteliğindedir. Vatandaşlar bu toprakları belli bir vergi karşılığında işlemektedir. Zaman içerisinde devlet, kamuya ait toprakları cüzi ücretler karşılığında vatandaşlarına satmıştır.

Siyasî iradeyi tahakkümü altında bulunduran imtiyazlı bir zümre olan patriciler, siyasî güçlerini kullanarak zaman içerisinde eşitlikçi yapının deforme olmasına sebep olmuştur. Yani tepeden tabana yönelik bir dizayn gerçekleştirmişlerdir. Yönetimde söz sahibi olan patriciler, devletin satışa çıkardığı toprakları alarak zenginleşmeye başlamıştır. Tarım üzerine bina edilen ekonomik yapı ve tarım üretiminin köleler üzerine kurulu olması, toprakların ve köle arzının artırılmasını gerekli kılmıştır. Bu sebeple Roma geniş coğrafyalara yayılan bir işgal politikası benimsemiştir. Bu politikanın benimsenmesinde de patricilerin payı fazlasıyla mevcuttur. Herhangi bir savaş durumunda vatandaşların ordu mensubu olarak sefere çıkması zorunluydu. Ayrıca her vatandaş, savaş teçhizatlarına kadar tüm masrafları kendileri karşılamakla yükümlüydü. Bu durum küçük toprak sahibi vatandaşları zor duruma düşürüyordu. Bu dönemleri aşabilmek adına, devlet topraklarını satın almaya başlayan particilerden borç alıyorlar, sefer dönüşü borçlarını ödeyemediklerinden ellerindeki bir avuç toprağı da bu imtiyazlı zümreye kaptırıyorlardı. Ellerindeki toprakları kaybeden plebler devlet tarafından şehirlere yerleştiriliyor, hayatlarını idame ettirebilmek adına ihtiyaç duydukları barınma ve beslenme iaşeleri particilerden alınan vergiler vasıtasıyla yine devlet tarafından karşılanıyordu. Plebler, siyasî meselelerde sorun çıkarmamaları adına festivaller ve eğlence günleri vasıtasıyla uyuşturuluyordu. Böylece asalak bir toplumsal sınıfının oluşumu ve imtiyazlı zümrelerin rahatça at koşturabildikleri bir siyasî yapının mevcudiyeti de sağlanmış oluyordu.

Büyük çiftlik sahipleri, böylece zenginliklerine zenginlik katmış ve tüketmek için üretmek yerine ticaret için üretmeye başlamışlardı. Bu durum zaman içerisinde, şehirlerde yaşayan plebler arasından yeni bir toplumsal sınıfın doğmasını tetikledi. Ticaretle uğraşan bu toplumsal sınıf devlet içerisinde güç sahibi olmaya başladı. Equestruslar olarak adlandırılan bu sınıf devletin askerî kanadında güç sahibi olurken siyasî sahada da patricilerin hâkimiyetini tehdit ediyordu. Patriciler, equestrusların bu yükselişini cumhuriyeti ilân ederek durdurdular. Senatoyu elinde bulunduran patriciler, equestrusların gücünü törpüleyerek tarım ve ticarî faaliyetleri birlikte yürütmeye başladılar.

Milattan önce 1. yüzyılda yapılan bir nüfus sayımına göre Roma’da 900 bin pleb, 10 bin equestrus ve 2 bin patrici nüfusu bulunmaktaydı. Köle nüfusu ise şaşırtıcı boyutlara ulaşmıştı. Sadece Batı Roma’da 21 milyon köle bulunmaktaydı. Pleblerin kölelere sahip olmadığını düşünerek kabaca bir hesap yaparsak kişi başına hemen hemen 2 bin kölenin düştüğünü görürüz ki; bu sayı Roma’nın nasıl bir düzeni olduğunu anlatmaya yeter de artar bile... Kölelere hayvanlardan farksız davranılıyor, insanî ihtiyaçları bile asgarî düzeyde karşılanıyordu. Belli bir süre tek idealleri özgürlüklerine kavuşmak olan köleler bu ümitlerini de kaybedince ölüyorlardı. Ortalama hayat süreleri 25 yıldan ibaretti.

İşgal edilen her yeni bölge, yeni köleler ve yeni tarım arazileri anlamına geliyordu. Köle nüfusu arttıkça köle fiyatları düşüyordu.  Sıradan vatandaşların ticaret ile alakasının yok denilecek kadar az olduğu Roma’da, tüccarlık sadece imtiyazlı zümreler arasında hayat buluyordu. Yönetimde söz sahibi olan bu oligarşik yapının, imparatorluk döneminde imtiyazlarını ellerinden almak isteyen imparatorlar ortaya çıkmıştı. Büyük toprak sahiplerinin ellerinden topraklarının bir kısmını alıp küçük toprak sahiplerine vermek isteyen imparatorlara suikastlar dahi düzenlediler.

Feodalitenin Doğuşu

Bu süreçte devletin ihracat kalemleri tarım ürünleri olmasına mukabil ithalat kalemleri zenginlerin lükse olan düşkünlüğü sebebiyle piyasada daha değerli (ziynet, süs eşyaları vs.) bir yeri olan lüks mallardan müteşekkildi. Bu durum, devletin sürekli dış ticaret açığı vermesine sebep oldu. İmparatorluk döneminde Roma doğal sınırlarına ulaştı. Akabinde işgal edecek bölge de bulamamaya başlayınca köle arzı düşmeye ve fiyatları yükselmeye başladı. Bu durum köle emeğine dayalı tarım ekonomisi sisteminde çatlakların oluşmasına sebep oldu. Köle arzının düşüşü patricilerin refahını tehdit ediyordu. Yapmış oldukları harcamalardan dolayı devletin dış ticaret açığı vermesini hiç önemsemezken, köle arzı düşüp kendi menfaatleri zarar görmeye başlayınca yeni bir iktisadî model arayışına girdiler.

Devletin düştüğü darboğazdan çıkmanın yolu olarak vergileri artırmayı seçmesi, ağır vergilere muhatap kalan ve bunalan küçük toprak sahiplerini büyük çiftlik sahiplerine sığınarak belli pay almak suretiyle onların topraklarını işlemeye yöneltti. Köleler de azledilerek üretimden cüzi bir miktar pay almak karşılığında toprakları işliyorlardı. Kölelik sisteminde, kölelerin ürettiklerinden herhangi bir kazanç elde edemeyeceklerini bilerek üretime dâhil olmaları verimliliği de düşürüyordu. Bu yeni sistemle beraber köle verimliliği de artırıldı. Böylece feodalitenin temelleri de atılmış oldu.

Roma’nın içten çürümeye başlaması ve Cermen kavimlerinin akınları neticesinde yıkılmasıyla doğan siyasî otorite boşluğu da feodalizmin ortaya çıkışına en çok tesir eden hususlardan biri oldu. Dünya iktisadî sisteminin evrim geçirdiği her süreç öncesinde güvenlik problemleri baş göstermiştir. O dönemin en büyük güvenlik problemi mevzu bahis Cermen kavimlerin akınlarıydı. Zaman içerisinde taarruzlara karşı inşa edilen muhkem duvarlar, siyasî otorite boşluğu büyük çiftlik sahiplerinin kendi başlarına buyruk bir sistem oluşturmasını ve hâkim olmasını sağladı. “Süzeren-vassal” ilişkisine dayalı içtimaî bir yapı ortaya çıktı.

Kölelik sisteminin, yine patricilerin-süzerenlerin çıkarları doğrultusunda yeni bir forma büründüğü açıkça görülmektedir. Kölelik, bir insanın başka bir insanın malı olmasıdır. Köle kelimesi köken olarak “kul”dan gelirken, köleye sahip olana da “mevlâ” denilir. Bu durum, ilahlık iddiasını daha rahat görmemizi sağlayabilir.

Buraya kadar toplumsal sınıflar arasındaki çatışmalardan ve belli bir kesimin diğerleri üzerinde hâkimiyet kurmasından doğan tepeden taban yönelik bir dizaynın varlığını rahatça sezebiliyor ve söyleyebiliyoruz. Avrupa’da yüzyıllar boyunca devam eden tarıma dayalı bu sistemin çöküşü de yine bir toplumsal çatışmanın; belki de kökü Eski Roma’daki patrici-equestrus ilişkisine kadar dayanan bir sınıf mücadelesi neticesinde olmuştur.

Her ne kadar feodalitenin çöküşü;

a) Haçlı Seferleri sırasında derebeylerin ölmesi veya ordularını kaybetmesi,

b) Barutun ateşli silahlarda kullanılmaya başlanması,

c) Avrupa’da sürekli orduların kurulması,

d) Yeniçağ başlarında Coğrafi Keşiflerin yapılmasından sonra ticaretin gelişmesi ve tarımsal faaliyetlerin gerilemesi

e) Papa ile krallar arasındaki mücadelenin krallar lehine sonuçlanması

gibi sebeplere bağlansa da, mevzu bahis maddeler sadece feodalitenin ortadan kalkmasına tesir eden hâdiselerdir. Feodalitenin yıkılmasının asıl sebebi ise sınıf çatışması ve yine barutun icadı ile kalelerin yıkılabilmesinin yol açtığı güvenlik problemleridir.

“Vahşi Kapitalizm”

Ortaçağ’ın sonlarına doğru Avrupa’da Yahudilerin başını çektiği tüccar sınıfı yükselişe geçti. Coğrafi keşifler ile beraber diğer coğrafyalardan taşınan ham madde ve bu ham maddenin işlenmesi için girişilen arayış neticesinde gerçekleştirilen Sanayi Devrimi burjuvazinin güç kazanmasını sağladı. Batı’da Ortaçağ’ın ardından hayatın sosyal, siyasî ve iktisadî veçhelerinde gerçekleştirilen revizyonların tümünde, sistem üzerinde hâkimiyet kurarak insan ruhunun karanlık kutbu nefse hizmet eden başka bir güruhun ihtirasları doğrultusunda tepeden tabana doğru bir dizayna giriştiğini görmekteyiz.

Burjuvazinin hâkimiyeti eline almasının, kölelikten feodalizme geçişte olduğu gibi feodalizmden kapitalizme geçişte de köklü değişimlere sebep olduğu düşünülebilir, zira liberalizmin insan görüşü olarak “fertlerin özgürlüğü”nü savunduğunu iddia etmesi de bunu destekler; fakat bu dönüşümün özünde yatan anlayış yine aynı ihtiraslar üzerine kurulu olduğundan kölelik düzeni sadece form olarak önce feodalizme, akabinde ise kapitalizme evrilmiştir. Rönesans, Reform, Coğrafî Keşifler, Fransız İhtilâli, Sanayi Devrimi derken tüm yönleriyle çerçevelenen kapitalist düzen son olarak globalizm ile doruk noktasına ulaşmıştır.

Sistem, Batılıların ham maddeyi diğer coğrafyalardan Batı’ya taşıması, taşıdığı ham maddeyi işlemesi ve işlediği ham maddeleri kaynaklarına işlenmiş bir vaziyette tekrar pazarlaması şeklinde revize edilmiştir. Böylece ham maddeyi işlemek için insanların harcadığı emek karşılığında verilen ücretler, elde edilen ürünlerin burjuvazi tarafından yeniden insanlara pazarlanması neticesinde ilk çıktığı cebe geri dönmektedir. Yani, köleler özgürlüklerini kazanmak için çabalarken aslında efendileri de boş durmamış, onlara kendilerini özgür hissedecekleri bir ortam hazırlayarak emeğinden faydalanmaya devam etmişlerdir.

Bugün kapitalizmin hem en doruk noktasında, hem de en çok tartışıldığı dönemdeyiz. Unutmamak gerekir ki başta da söylediğimiz gibi kapitalizm bir zihniyetin ürünüdür.

Daha evvel mim koyduğumuz yere dönersek; kölelik düzeninin aksine bugünkü kapitalist anlayış insanların bedenlerine değil ruhlarına ipotek koymaktadır. İnsana yapılabilecek en büyük işkence, bedenine yapılandan ziyade, ruhuna yönelik gerçekleştirilen taarruzdur. İnsanın farkında olmadan kapitalizmin her şeyi metalaştıran idrak zemininden hâdiselere yaklaşması ve ferdin parayı putlaştırmasına sebep olmaktadır. İdealsiz ve ümitsizliğin pençesine düşen kölelerin hayatlarını kaybetmesinin aksine kapitalizmin insanı maddî kazanç elde etmeyi ideal hâline getirmektedir. Böylece ruhu yaşayabileceği en büyük ıstıraplara muhatap kalmaktadır. Bu pencereden baktığımızda, hâli hazırda içinde yaşadığımız düzenin, ilkel köle düzeninden daha “vahşi” bir form olduğunu anlarız.

Sonuç

Bugünkü kapitalizm tartışmalarına gelirsek; kapitalist ekonomik sistem, artık sömüre sömüre patlama noktasına gelmiştir. Kapitalizme iman eden sermaye grupları arasında ortaya çıkan mücadelenin had safhaya ulaşması ve sömürülen halkların nihayet sömürüldüklerinin farkına varmaya başlaması güvenlik problemlerinin doğmasına sebep olmuştur. Bugün kapitalizmin sona ermesi gerektiği yönündeki samimiyetsiz beyanların arka planında, burjuvazinin, sömürüyü, adı kapitalizm olmayan başka bir metodla devam ettirmeyi arzulamasıdır. Bunun için yine tepeden bir dizayn çabasına girişilecektir.

Bugüne kadar bina edilen tüm sistemler bu tepeden inme dizaynlar neticesinde zuhur etmiştir. Yalnız, verdiğimiz misallerin kötü olanı tesis etmeleri dolayısıyla tepeden gerçekleşen dizaynların tümünün yanlış olacağı mânası çıkmaz. İyi, doğru ve güzel olanı hedefledikten sonra toplumun bu yönde tepeden dizayn edilmesinde hiçbir mahsur yoktur. Burada mesele bu dizaynın insanlığa sadece sömürdükleri için değil; hakikî değerini verecekler tarafından gerçekleştirilmesidir. Öz kaynakları ellerinden alınmak suretiyle sömürülen tüm milletlerin, kendi öz kaynaklarını kendi menfaatleri için kullanabilecekleri düzen de, yine yukarıdan aşağıya doğru; fakat halkı da bünyesinde eritip, ideal toplumu ortaya çıkararak tesis edilecektir.

Yararlanılan Kaynaklar:

Feodalite ve Osmanlı Toplumu, Murat Özyüksel, Derin Yayınları, 2. Basım

Siyasi Tarih (İlkçağlardan 1918’e), Oral Sander, İmge Kitabevi, 28. Basım

Faruk Hanedar

Aylık Dergisi, 135. Sayı, Aralık 2015

adminadmin