Köşe Yazıları
Giriş Tarihi : 12-10-2017 12:36   Güncelleme : 12-10-2017 21:55

Kaybediş – Bir Medeniyetin Durdurulması

Kaybediş, son mektubu andırır. Cevap yazmak istedikçe tükenirsin. Sert bir rüzgâr gezinir ara ara hatıranda. Sana dair olanı deşmek için çabalar ama sen müsaade etmezsin! Kaybettiğin yeri korumak istersin… Korursun da. Belki insan olmanın en zor hallerini yaşarız bu anlarda ve mücadele dediğimiz güç noktası elimizi tutar sıkıca. Taçlandırdığımız huzur kanadı erir ve kırılganlığın en naif halini yaşarız. Bir çıranın yanışına bakar gibi gözlerimiz, kaybın sahibini arar. Zayıftır insanoğlu, inkâr etse de zayıftır. Hüzünden alevlerin içinde çırpınıp, dururuz…

Kaybediş – Bir Medeniyetin Durdurulması

Bazen öyle olur ki, art arda yaşarız kaybedişi. Kaç defa dünya duracak gibi oldu kim bilir hayatımızda?  O anlar, içimizdeki boşluk alarm çalmaya başlar ve o tiz sesi, susturamayız bir türlü. Kaybediş, güveni de yok eder. Sarılmaya çalıştığımız ne varsa onların bizden kopacağını sanırız, hatta bekleriz. Çünkü ruhumuz yaralıdır.  Cahit Sıtkı'nin dediği gibi ‘hatırası bile yabancı gelir’. Alışırız kaybedişe… İnsan olmak böyle bir şey işte! Unutmanın kabuğuna sarılır ve oradaki hiddeti de anlayamaz kimse. Anlatılmaz ki, bir yara da o zaman açılır ve kelimelerin bitmeyen yolcuğu başlar.

Derdi olmak en kutlu yolculuktur.

Kaybetmek istemeyenler, kolaylıkla her şekle girerler ve dengeyi bozmak için sürekli hamleler yaparlar. Kaybetmeye verdikleri tepki de çok serttir. Aslında bu bilinçli bir kaybetme korkusudur. Teoride farklı algı yaratıp, pratikte hamle yapmak, yeni bir statü oyunu da değildir. Tarihsel kavgaları incelediğimizde, karşımıza çıkan üçgenin her iki tarafında da aynı ataklar vardır. Yok etmek için, gürültü şarttır. Bu basit oyun,  yıllarca karmaşık problemlere gebe kalmıştır. Kendini kaybeden zihniyet, insanlığın ezilişine seyirci kalıp, bir asır sonrasının cetvel ölçümlerini yapmaktadır. Ülkenin sosyolojik yapısı temel alınarak hareket edilir. Her şey kontrol sistemi içinde gelişir.

Kaybetme korkusu, ortak bir sancıdır ve insanlığın uçurumu bu noktada başlar. Savunulan insan hakları iflas etmiştir. Suriye kaybetmeyi dibine kadar yaşayan bir millettir.   Evini yakınların, ülkesini kaybeden Suriyelilerin, objektiflere yansıyan görüntüleri, hafızalarda hep diri kalacaktır. Bebek cesetleri, enkazlar ve ölüm eşiğinde olan canlar.   Bu coğrafyadaki istilanın yönü, merkeziyetçi sistemin alım gücüdür. Sivil halkın gördüğü zarara, dünya seyircidir.  Yok edilişe şahit olan bir nesil olmak, çok zor.

Bir milletin kayboluşu demek, bir medeniyetin durdurulması demektir. Yakın tarihimizde bunun en canlı örneklerini yaşadık. Bugün  Osmanlı ya ait arşivler yurt dışındaki müzelerde sergilenmektedir. Louvre müzesini, Osmanlı arşivleri için, ziyaret eden tarihçilerimiz bu acı gerçeği yaşayanlardır. Kendi geçmişinin izlerini yabancı ülkelerde gören, bu millet elbette hesap soracaktı. Bugün bizi canlı tutan, en bağlayıcı duygudur milli şuur ve birlikteliğimiz.

Dillendirmekten imtina ettiğimiz bir gerçeğimiz var; kendi medeniyetimizi tam olarak çözemeyen bir nesiliz.  Bir o kadar da medeniyetimizin izinden ayrılmamak için direniyor, tavizler veriyor ve kaybettiklerimize kavuşmanın hazzını yaşıyoruz. Kendi medeniyetine, hâkim olamayan bir nesil olduğumuzu inkâr edemediğimiz gibi bu yarayı da sabitleyemedik.  Doku kaybına uğramanın verdiği hüznü, bugünkü gençliğimiz ortadan kaldıracaktır. Dil, zenginliğinin farkına varamayanların, hep bir tarafı eksiktir. Bugün Arapça, Osmanlıca, Farsça öğrenmek için, gayret eden kesimdeki artış takdire şayandır. Kendi mezar taşlarını okuyamayan bir millet, tarihinin içsel şeritlinden ne kadar haberdar olabilir ki. Bu yitirişin acısından filizleneceği, kimin aklına gelebilirdi ki… Bu noktada gençliğe yön veriş daha parlak projeler ile hayata geçirilmeli… Dil öğrenimi, yaygınlaştırılmalı.

Kaybetmek istemeyenler,  kişilik sorunları yaşarlar. 

Olaylara verdikleri ağır tepki ne konumlarını ne de karakterlerini temsil eder. Dinden, ahlaktan, toplum bilincinden dem vurur, ahlaki değerleri çiğneyip;  insanlığını,  onurunu yok eder. Meşrulaşan yanlışlar, doğruluk çizelgesini sıfıra indirger.  Bu sefil benliklerin acınası halleri, sonradan ibret tablosuna mutlaka eklenir… Kendilerini yönetemeyen topluluklar, yönetilen toplulukların temel sorunu maddeye-kapitalizme olan bağlılıklarıdır.

George Orwell, “Bağlılık, düşünmemek demektir; düşünmeye gerek duymamak demektir. Bağlılık bilinçsizliktir” der.

Dijital çağın iç sorunu gizlenmeye çalışılsa da,  materyalist toplum anlayışı saflarda değişik minvallerde yerini almaktadır. Oluşturulan açık pazarlarda, rant kavgası başlamıştır.  Özverilerin yok olduğu, samimiyetin silikleştiği bir ortam oluşuyor.  İsteklere cevap, anında veriliyor. Hızlı tüketim, hırsı da beraberinde sürüklüyor ve maddeyi ilk plana alan toplum ağları oluşturuluyor.   Özünden kopan insan, direncini kaybeder. İnsan ilişkisini baz alarak, yaşamını maddi çıkarlara göre ayarlıyor. Eğer önlem alınmasa toplum, materyalist bir iskelet sistemi üzerinden işlev görecektir.

Tüm bunların ana gövdesinde tek bir şey var;   düşünememek. Toplum olarak birçok şeye hızlı geçiş yaptık.  Dünün yarasını kapatalım derken bugüne yara açtık. Menfaate koordinatlı ilişkiler üzerinden hareket ediyoruz

Rahat yaşam için, öz güvenimizi kaybettik.  Daha iyisi için savaşırken,  kimlik sorunu ile karşı karşıya geldik. Değerlendirme yapamayacak kadar uzaklaştık kendimizden. Biz, kaybetme korkusunu da kaybettik aslında.

Ümit Zeynep KAYABAŞ

adminadmin