Kültür
Giriş Tarihi : 26-05-2019 11:30   Güncelleme : 26-05-2019 11:30

Kendi Kuyruğunu Yiyen Yılan: Tüketim Toplumu

​İnsan faaliyetlerini belirleyen nihai unsurlardan biri de maddi ihtiyaçların dışında, insanın maddeyle olan ilişkilerini düzenleyen ve etkileşimiyle toplumsal varlığa “şekil” veren ruha bağlı yönüdür.

Kendi Kuyruğunu Yiyen Yılan: Tüketim Toplumu

Bu konuda tüketimi incelerken tüketime yön veren iç ve dış dinamiklerin, hem insan hem de toplum açısından zaruri bir ihtiyaç olmasının ötesinde, ruha etki eden yönleriyle incelenmesi gerektiğini düşünüyorum.

Jean Baudrillard, bu kitabında tüketim toplumunu anlamlandırırken tıpkı heykeltıraşın eserine şekil vermek için ihtiyacı olan çekiç darbelerine ve içinde htiği duygulara benzer bir yaklaşımda bulunuyor.

Tüketimi ihtiyacın da üstünde inanç olarak görmesi ve bu noktayı tüketimin insanlara verdiği en büyük zararlardan biri olarak kabul etmesi bu yaklaşımın bir sonucu ve dikkat çekici bir yönüdür.

Özellikle tüketimin yaygınlaşması için kullanılan reklamların, toplum içindeki görevini belirtirken nesnenin kendi değerini arttırmayı değil, onun zaman yolculuğunu kısaltmayı amaçladığı da anlatılmaktadır. Ayrıca kitapta tüketime teşvik eden unsurlardan reklam, basın, kitle iletişim araçları ve diğer unsurlar, gerçekleştireceği hedef doğrultusunda gerçekliğin yok edilmesini ve insanların gerçek dünyadan kopmasını sağlar. Kısacası ortada algıların yönetilmesi konusunda bir tür illüzyon vardır.

Bu illüzyon Baudrillard'a göre, modern toplumda kadın ve erkeğin toplum içinde tüketime ait rolü ve kendilerine biçilen rol model olarak kabul ettirilmeye çalışılan duygular üzerinde etkisini göstermektedir.

İçinde bulunduğumuz yüzyılda, kadın ve erkeğin, mitolojide “ouroboros” (kendi kuyruğunu yiyen yılan) sembolüne benzer şekilde kendi varlığına ait duyguları, narsizm gibi kişilik bozukluğuna yol açacak derecede tüketmesinin yolunu açmaya başlamıştır. Bu durum bize tüketimin hem dış dünyadaki maddeye nüfuz ettiğini hem de insanın iç dünyasına ait duyguları etkisi altına almaya başladığını çok net bir şekilde göstermektedir.   

İnsanın, “tüketim yaptığı ölçüde var olduğunu” düşünmesi ve bunun eksikliğini hmesi, bugün insana kabul ettirilen bir ideolojinin eseridir. Bu düşünce kabul ettirilirken ilk adım, insanın kendi bedeninin bir araç olarak kullanmasıyla başlar ve daha sonra bu doğrultuda güzelliğe mutlak güç ve sahip olmadığı bir kutsallık atfedilmektedir.

İşte bu noktada Baudrillard, kadının eskiden cinsiyet olarak köleleştirilirken günümüzde cinsiyet olarak “özgürleştiğini(!)”  ifade etmektedir. Kadın ve erkeğin özgürleşme sürecini de sadece beden ve cinsellik fikrinde sınırlandırarak insanın gerçek ve üstün vasıflarını ortadan kaldırmaya ve yıkmaya çalışmaktadır.

Hakikati örtmenin bir başka şeklini gördüğümüz tüketimin toplum üzerindeki etkilerini bu kitapta derinlemesine ve geniş bir perspektifle görmenin mümkün olduğunu düşünüyorum. Gerçekten sosyolojik olarak toplumun tüketime ait ruh haritasını gözler önüne serdiğini söyleyebilirim. Ara ara tercümeden dolayı okumakta ve anlamakta zorlandığım yerler oldu; ama beğeniyle okudum.

Selçuk Arslan

Aylık Dergisi 164. Sayı

 

adminadmin