Analiz
Giriş Tarihi : 17-05-2019 15:35   Güncelleme : 17-05-2019 15:35

Kendi Ninnimizi Söylemek Üzerine

​Eğitimin hem statik toplumlarda hem de değişen toplumlarda temel işlev ve misyona sahip olduğu genel kabul görmüş bir doğrudur.

Kendi Ninnimizi Söylemek Üzerine

Eğitim, statik toplumlarda kültürel mirası yeni nesillere aktarmak gibi temel işlev ve misyonu üstlenirken değişen toplumlarda bunun yanında yeni nesilleri, değişimlere karşı yetiştirmek gibi bir işlev ve misyonu üstlenmektedir.

Eğitimin birbirine zıt yönde ilerleyen ama birbirini tamamlayan iki vektörü, iki çizgisi vardır,  bunlar; kültürel değerleri koruyup devam ettirmek ile bireysel, ulusal ve küresel boyutlarda sürekli bir gelişim ve değişim ve gelişmeleri sağlamak ve bu şekilde nesilleri geleceğe hazırlamak. Bu çizgilerden birincisi; yani, kültürel değerleri koruyup devam ettirmek, bir kültürel varlığı elinde tutmak değil, toplumun devamlılığını ve sürekliliğini sağlamak için elzemken, ikinci çizgi yani gelişmeleri ve yenilikleri sağlamak ve bu şekilde nesilleri geleceğe hazırlamak ise toplumsal değişim için elzemdir. Elbette eğitim bu ikinci çizgiyi tek başına gerçekleştiremez. Ama o değişimi gerçekleştiren aktörlerin en önemlilerinden biridir. Bu anlamda eğitim, toplumsal değişimin dinamosudur. İşte eğitimin karmaşıklığı, kısa vadede çözüm ortaya koymaktaki acizliği bu özel durumdan kaynaklanmaktadır. Çünkü eğitim; bir yanıyla tamamen konservatif bir durumda iken diğer yanıyla ise son derece değişken bir duruma sahiptir.

Bir bütün olarak ele alındığında eğitim, insanın gerek bireysel anlamda gerek sosyal anlamda hakkaniyet, adalet, sosyal adalet, dayanışma, kardeşine yardım ve insanlığa hizmet ideallerine erişmesinde en temel araç olduğunu ifade etmek mümkündür.

Eğitimin bu özellikleri,  zamanla yetersizliklere neden olmakta ve sıklıkla eğitim politikalarında amaç ve uygulama, eğitim kurumlarında yapı ve işlev, eğitim programlarında yenilik, değişim ve dönüşümleri ihtiyaç haline getirmektedir. Bu ihtiyaçlarda zaman içinde toplumsal varlığın teminatı haline gelmektedir.

Eğitimin toplumsal anlamda bu gücünü ve toplumsal varlığımızın temel teminatı olduğunu bilen bir eğitimcinin feryadını, çığlığını, haykırışını yazmak istiyorum. Sevgili dostum, Memiş Okuyucu, “Maarifimiz ve Geleceğimiz’’ isimli kitabıyla bir feryad, bir çığlık, bir haykırış destanı kaleme almış. Eserin başlığına ve içine sinen ‘maarif’ kavramı hayal hanemize ayrı bir zenginlik katmakta. Kitap Arası Yayınları’ndan çıkan bu güzel eser, geçtiğimiz birkaç gün içinde okuyucusunun önce eline sonra yüreğine yerleşmiş durumda. Takdim yazısını, eğitim, dil, batılılaşma gibi toplumsal sorunlara yarım asırdan daha fazla bir zamandır göz nuru döken, Türkiye’de büyük bir kesimin evine Türkçe Sözlük’le konuk olmuş bir fikir insanı ve Türkiye Yazarlar Birliği Onursal Başkanı D.Mehmet Doğan’ın yazdığı kitap; bir yanıyla Türkiye’nin Eğitim serencamını anlatırken diğer yandan eğitim sistemimizin nasıl olması gerektiğini açık açık ortaya koyuyor. 

Memiş Okuyucu, “Maarifimiz ve Geleceğimiz” isimli bu çok değerli eserinde önce tespitler yapıyor. “Bilginin değerli olanı, irfânî ve hikmetli olanıdır. Maarifin hedefi, insanımızı irfânî bilgiye ulaştırmak, hikmete doğru, çabaya ve aşka dayalı bir yolculuk yaptırabilmektir. Medeniyetimizin kültür temelleri, insanın kendini bilmesi esasına dayanır.” diyerek önce eğitimin tabanı olan bilginin epistemolojisini  ifade ediyor sonra da: “Batıdan ithal, intikal metodoloji ve yöntemler ile günümüze kadar gelen eğitim sistemimiz, küresel tüketim düzeni karşısında kimlik değerlerimizi muhafaza etmekte zorlanmakta, yeni bilgi üretiminde ise oldukça kifayetsiz, verimsiz kalmaktadır.” diyerek güzel bir tespit yapıyor.

Memiş Okuyucu’nun kendine has uslûbuyla ve son derece şiirsel ve akıcı bir dille yazılmış olan bu eseri okurken, zaman zaman konuşan rahmetli Nurettin Topçu hocayla, zaman zaman da feryad eden  rahmetli Akif’le karşılaşacaksınız. Bazen bir Arif Nihat Asya edası, bazen de Osman Nuri Ergin titizliği sizi bekliyor bu güzel kitabın satırlarında.

Yazar Okuyucu; cesurca çarpıcı tespitler ortaya koymuş: “Millî ve yerli bir eğitim sisteminden beklenen; geleceğini emanet edeceği, dil ve kültür alanında yetişmiş, kendini ve dünyayı tanıma kapasitesine sahip, ilim metodolojisini bilen, ilim ideali ve şuuru ile donanımlı nesiller yetiştirmektir. Türkiye’de şu an mevcut sistemin ürettiği insan modeline bakılacak olursa, olumlu ifadeler kullanmanın çok mümkün olmadığı görülecektir.”

Maarif sistemimizin; ana dilimizi talim ve terbiye, kültür ve kimlik donanımı,  ülkenin insan kaynağını karşılamak/oluşturmak ve bilimsel katkı, kavram ve değer üretmek, şeklinde dört temel görevi olması gerektiğini yazan Okuyucu, eğitim sistemimizin ıslahı ve geleceği için teklif ve önerilerini: Hak Kavramı,  Mefkûre Birliği, Türkçe, Aile Değerlerini Yeniden İnşa ve İhya Etmek, Girişimcilik Kültürü, Girişimcilik Kültürünün Düşmanları, Kültür ve Kimlik İnşası, Tuba Ağacı Nazariyesi’nden Bambu Ağacı Nazariyesi’ne, İklim ve İnsan İklimi, Yönlendirme Deyince Ne Anlaşılmalıdır?  Müfredat, Maarif Televizyonu, Öğretmen, Okul Tedrisat Kademeleri ve Hedef Plânlaması  ve Öğrenci Kim Olmalı? başlıkları altında toplamış ve nefis bir uslûpla, tane tane okuyucuya sunmuş.  Bu başlıkların hepsinin ayrı önemi var şüphesiz ve hepsi ayrı ayrı güzel ama Mefkure Birliği, Kültür ve Kimlik İnşası, Maarif Televizyonu ve Tuba Ağacı Nazariyesi’nden Bambu Ağacı Nazariyesi’ne başlıklı bölümlerinin ağırlığı çok fazla. 

İki yüz kırk sayfa olan kitap, Giriş, Maarifimiz Ve Yerlilik Meselemiz: Eğitimi  Terbiye Etmek, Genel Olarak Maarifimizin Durumu, Maarifimizle İlgili Öneri Ve Hedeflerimiz ve sonuç bölümlerinden oluşuyor. Memiş Okuyucu, baştan sona altı çizilerek okunacak satırlarda: “Maarif, ülke ve millet varlığını sürdürebilmek için olması gereken en temel yapı ve kurumumuzdur” tespitiyle ve son derece edebî ve güzel ifadelerle: “Millî ve yerli bir eğitimin esasları, metotları, dayandığı temelleri, hedefleri, sosyal alanda oluşturduğu davranış modelleri nelerdir? Yerli ve millî kültüre bakışın temel kriterleri neler olmalıdır? Bilim, kültür, sanat, edebiyat, musikî, mimarî alanına yaklaşım ve katkıları ne ölçüdedir? Tarih anlatımı ve yazımında esas alınan perspektif ve vizyonları, hangi medeniyete ve hangi kültüre hizmet etmektedir? Bu eğitim sisteminden yetişen insanların ‘bize’, tarihimize, kültür ve medeniyet değerlerimize bakış açıları, hangi değerleri temsil etmektedir? Bu eğitim, hangi medeniyet esaslarına karşılık gelmektedir? Bu eğitim sisteminden yetişen insanların sosyal, siyasal ve insani meselelere bakış açıları neye karşılık gelmektedir? Kendi ninnilerini söyleyemeyen, manileri ile hissiyatını dile getiremeyen, asırların birikimi atasözlerini gündelik hayatta kullanamayan, türkülerini okuyamayan bir milletin muhayyilesi olabilir mi? Muhayyilesi olmayan bir milletin, muhakemesi olabilir mi? Muhayyilesi ve muhakemesi olmayan bir millet, güçlü bir edebiyat vücuda getirebilir mi? Muhayyilesi ve muhakemesi olmayan bir millet, hangi üstün edebî eserleri ortaya çıkarabilir? Hayalhanesi çalışmayan, güçlü bir edebî külliyat oluşturamayan, mazisini anlayamayan, tarih, kültür ve folklorunu yorumlayamayan, manevi dinamiklerinden mahrum bırakılmış bir millet, ilmî üretim yapabilir, bilim alanında kendi toplumunun ve insanlığın ihtiyacı olan bilgiler ortaya koyabilir mi?”  sorularının cevaplarını yazıyor.   

Kitap yazmamış, Memiş Okuyucu, Türkiye’nin 150-200 yıllık maarif meselesine neşter vurmuş, sorunları ortaya koymuş ve çareler sunmuş. Son sözü, Memiş Okuyucu’nun dilinden yazalım:  “Bilgiyi, hürmeti, saygıyı ve edebi öğreten, içinde İstanbul terbiyesi diye tarihe mal olmuş numune bir ahlakı barındıran, talebenin kabiliyetlerini keşfeden, işleyen; yerli ve millî bir talim-terbiye sistemi kurmak için işe başlayalım. Bu sistemin temeline akleden, fikreden, şükreden, arif bir nesil yetiştirme idealimizi yerleştirelim.  Şimdi yitiklerimizi tekrar keşfetme zamanıdır. Bu değerlerimizi, kelimelerimizi, uykuya bırakılmış anlam dünyamızı, dirilişe en yakın olanları tekrar günlük kullanıma, yazı diline, edebiyatımıza, kültürümüze ve hayatımıza kazandırma vaktidir. İnsanımıza yenidünyanın bütün yollarını açacak yerli ve Millî bir maarife; kafa,  sistem, düşünce ve uygulama olarak tam da geçilecek bir zamandayız. Daha bekleyecek zamanımız, kaybedecek vaktimiz yok!”

Doç. Dr. Mustafa HATİPLER

 

adminadmin