Ekonomi
Giriş Tarihi : 28-08-2016 11:36   Güncelleme : 28-08-2016 11:36

Kim Haklı

İşveren ve işçi arasında herhangi bir konudan dolayı anlaşmazlık yaşanması geçmişten beri yaşanan ve gelecekte de yaşanması muhtemel olan ihtilaf durumlarıdır. Anlaşmazlığın her iki tarafı da kendilerince sebeplerden dolayı haklılıklarını sonuna kadar savunur ve genellikle kimin haklı olduğu yargının vereceği karara bırakılmaktadır. Sürecin tam da bu noktasında zihinlerde ki tek soru Kim haklı ?

Kim Haklı

Genel olarak iş mevzuatında ve iş mahkemelerinde  işçi lehine yorum ilkesi geçerlidir.  Bu ilke işveren çevrelerince  her zaman bir eleştiri konusu olmuştur. Fakat ilkenin kendine özgü olan bu mantığı  hukukçular tarafından topluma yeterince anlatılamadığından eleştiriler artarak devam etmektedir.  Basit düşünecek olunursa işçi lehine yorum ilkesi, herhangi bir uyuşmazlık konusunda ilgili mevzuatta ve yüksek yargı kararlarında net bir hüküm yoksa uygulanacak bakış açısı şeklinde değerlendirilmesi gerekmektedir. Fakat  uygulamada işçi lehine yorum ilkesinin nerede başlayıp nerede bittiği tam olarak belirlenemediğinden aynı konuda değişik yargı mensupları farklı kararlar verebilmektedir.

Pratikte yargı önüne gelen işçi-işveren arasında ki uyuşmazlıklarda hangi tarafın kötü niyetli olduğu genellikle net bir biçimde anlaşılamamaktadır.  Örneğin uzun zamandır çalıştırdığı personelini herhangi bir tazminat vermeden işten çıkarmak isteyen kötü niyetli işveren, personelini işten çıkarır ve  önceki tarihlerde düzenlenmiş gibi  işe gelmeme yani devamsızlık tutanağı tutup iki adet çalışan personeline de imza ettirip sanki devamsızlıktan dolayı çıkarmış gibi işlem yapabilmektedir. Öte taraftan ise  işe geçerli bir mazereti olmadan gelmeyen personel için de işveren yine aynı tutanağı tutup aynı prosedürle işçinin çıkış işlemlerini gerçekleştirecektir.  Her iki durumda da uyuşmazlık durumunda önüne deliller gelen yargı makamı aynı delil ve tanık ifadeleriyle karşı karşıya kalacaktır.  Birinci durumda işveren ikinci durumda ise işçi kötü niyetli olmasına rağmen dava dosyasında ki deliller birbirinin tıpa tıp aynı olduğundan dolayı yargının önünde ki tek soru yine Kim haklı ?  İşte tamda burada yargı makamı işçi lehine yorum ilkesi sebebiyle mevcut riski zayıf olan işçi üzerine değil  güçlü kabul edilen işveren üzerine bırakmaktadır. Aksine şartlar yoksa işçinin iddialarına ve şahitlerine daha fazla itibar etmektedir.

İşçi lehine yorum ilkesinin  en çok uygulandığı alanlardan biri de genelde para ile işlem yapan personelden alınan  çoğunlukla da açık şekilde düzenlenip işçiye imzalatılan borç senetleridir. Bazen de işçi özel durumlar karşısında işvereninden ücret harici para  alabilmek için  borcuna karşılık senet düzenleyip işverenine verebilmektedir. Senet almaktaki  amaç,örneğin zimmetine para geçirmiş veya borcunu ödemek istemeyen personelden alacağın en kısa sürede en az prosedürle tahsil edilmesidir.  Fakat Yargıtay işverenin alacaklı ve işçinin borçlu olarak göründüğü tüm senetleri  işe başlamadan önce alınan bedelsiz senet olarak kabul etmekte ve bu senetleri geçersiz saymaktadır. Bu durumda ,borç senetleri her ne kadar sebepten mücerret (bir sebebe bağlı olmadan da düzenlenebilen) olsa da, gerçekten senede ilişkin  alacağın bulunduğunun ispat yükü alacaklı işveren üzerine bırakılmıştır. 

Bu nedenle işçilerden işçinin borçlu işverenin ise alacaklı olduğu senet alınmaması, senet alınması zorunlu bir durum varsa borcun varlığına ilişkin  banka dekontu, tediye makbuzu gibi ayrı bir yazılı evrakla birlikte alınması yerinde bir uygulama olacaktır. Örneğin ücret dışında işvereninden para alıp senet düzenlenen işçinin banka  hesabına verilecek olan borç miktarı  “emaneten ödenen para” benzeri açıklamayla yatırılıp  alınacak olan banka dekontu alınan senede dayanak olarak saklanmalıdır.

Sonuç olarak işçi-işveren uyuşmazlıklarının  net hükümlere bağlanmamış  yargısal yorumla çözüme kavuşturulan dava şekilleri olduğunun bilinmesini isterim. Burada siz okuyucularıma önerim Arabuluculuk kurumunun etkin bir şekilde kullanılmasıdır.  Arabuluculuk sistemi diğer hukuk yollarına göre hem daha maliyetsiz  hem de daha hızlıdır.  Temmuz 2016’dan sonra zaten belirli bedellerin altındaki uyuşmazlıklar için arabulucuya başvurma zorunluluğu getirildi. Daha yüksek  meblağlar için de arabulucuya başvurmak adaletin zamanında tecelli etmesine büyük katkı sağlayacaktır kanaatindeyim. Unutmayalım ki; Geç gelen adalet, adalet değildir…

                                                                                                      

         

adminadmin