Köşe Yazıları
Giriş Tarihi : 16-12-2017 08:45   Güncelleme : 16-12-2017 08:45

Kimi Kötü, Kimi İyi

"Sen de en az benim kadar kötüsün" dedi. En derin manalardan birine kavuşmuş bir filozof, sahilde kulübe balıkçısı, cumhuriyet meydanının ortasındaki dört yoldaki kokoreçci gibi yineledi. Durakladı, nefeslendi ve tekrar söyledi: "Sen de en az benim kadar kötüsün. Benimle aynı cinsten bir kötüsün."

Kimi Kötü, Kimi İyi

Az önce tretuvarın kıyısında bir rögar kapağının üzerine attığı sigara paketini almak için bakındı. O bilge adam nasıl olsa döndüğünde, olması gereken yerde onu bekliyor olacaktı. Daha demin sigarayı bırakmıştı ama böyle durumlarda kesinlikle sigara içilmeliydi. Biraz önce geçtiği kaldırımlardan, aynı çizgilere basmaya çalışarak ters istikamette yeniden geçti ve rögar kapağının aşağıya düşmekle düşmemek arası tutunulabilinen kısmında sigara paketini düşsem mi, düşmesem mi diyemeyecek kadar yorgun argın sallanırken yakaladı. O şanslı paketi tekrar paltosunun cebine katarak aynı yolu üçüncü, aynı istikameti ikinci kez, aynı karoların köşelerine, çizgilerine basacak kadar üstün bir dikkati bürünerek kat etti. Başka bir kültüre ait, ama kesinlikle çok daha karizmatik bir çeşit derinliğe sahip bir kültürün belki de ilahi bir isimden, neredeyse perdesiz sızan, dökülen, akan, inen, bir ihtimal indirilen müziğini kulaksız, beynindeki işitme merkezsiz duymaya başladı. Biraz önceki bilge yerinde yoktu. İşte burası yaşıyor olmanın en kötü halini barındıran bir hikaye. Orada olması gereken şeyler her zaman orada olmuyorlardı. O müzik, o şarkı, o parça, o notalar, o isimlendirilemeyen şey içini kapladı. Bu işte bir iş vardı. O hırpani kılıklı adamı, o poşetli bilgeyi bulmalıydı.

Nereye varacağını hesaplamadan yürümeye koyuldu. Hemen önünden bir kara kedi geçti. Kara kedinin ardından bir siyam kedisi geçti. Bir yerlerde bir düğmeye basılmış gibi ıpıssızlaşan sokağın ve bitişiğindeki belki de tüm sokakların ortasından kediler geçmeye başladı. Üçüncü kedi de geçti, dördüncüsü de. Beşinci kedi, tüyleri göz alabildiğine ufukları kaplayan bir İran kedisiydi. Bu kedi tevazu içinde "miyav" dedi. Bu miyav, deminden beri kesintisiz başa alıp alıp kendini tekrar eden o şarkıya karıştı. Şarkının hakim rengi bu oldu. Her çalışta yeni bir şarkı oluyordu. Her çalışta yeni bir sokak açılıyordu. Yürümeye devam etti.

"Ben neden kötü oluyormuşum" diye bir düşünce içini kızdırdı. Ruhunu, asabını kızdıran bu düşünce... Eskiden şarapçıların işgalindeki şimdi ıpıssız sokaklarda çingene şarkıcı kılıklı, yırtık pırtık paltolu, sigaradan kararmış sesiyle neymiş, "sen en az benim kadar kötüsün", neymiş, "sen benimle aynı cinsten bir kötüsün" diyesiymiş.

Homurdana homurdana onlarca sokak tüketti. Bacaklarında derman, yüreğinde cesaret kalmayıncaya kadar yürüdü. Bir şeyler çok tuhaftı ama neler neler...

Sonra Allah rızası için bir yeşil hüzme halinde ney sesi mevzuya katıldı. Bir oyuk, bir saçak, bir mağaradan gelmekte olduğunu (bilmeden) bildiği bu ses onu o kadar acıktırdı ki. Dünyevi ve haliyle çok basit meşgalelerle kaybedilecek mekan-vakit yoktu. Tahammül ötesine ulaşana kadar yürümeliydi.

Kendi içine döndü. İçinde yürümeye başladı. Bu bir gitar sesi miydi? Ezan mı okunuyordu? Rögar kapaklarından sokaklara sigara dumanları üflenmeye başladı. Bir sürü yeraltı cücesi ağız dolusu filtreli, filtresiz sigaralar yakmış, yerüstüne üflüyordu. Pis bir iblisin iğrenç kahkahası duyuldu. İnan olsun hiç korkmadı. Korkunun ancak bir tek varlığa karşı makul karşılandığı bir makama gelmiş olmalıydı. Bütün dünyadan, dünyanın altındaki, içindeki, üstündeki ve ortasındaki hiç bir yaratılmıştan korkmuyordu. O, sadece yürüyordu.

Bulunamayan bir bilginin peşinde, ne söylediğini anlamak için ancak o olunursa bir gerçeğe ulaşılacak türden bir bilgenin arayışında uzun uzun yürümeye devam etti. Bir fabrikanın işbaşı sireni öttü. Ipıssız sokaklara açılan yapayalnız evlerin kapıları açıldı ve binlerce işçi, memur, köylü, emekli işe yetişen vızır vızır karıncalar oldu, hepsi kalabalık bir sel oldu. O kalabalığa isteyerek yahut istemeyerek karıştı. Bu kalabalık içinde kendi içinde daha da kalabalıklaşarak ne aradığını asla unutmamaya yemin ederek günlük hayata karıştı; tuhaf bir hikaye, çoğunun anlamayacağı bir efsane oldu. Bir eski zaman tevbesi oldu, sade ve tiz bir nota oldu ve tek bir hücresi bile anlamsız olmayan bir boşluğa karıştı. "Hepsinden geriye kupkuru, ıssız bir yer kaldı."

Ahmet Kubilay

adminadmin