Kültür
Giriş Tarihi : 07-07-2019 13:00   Güncelleme : 08-07-2019 07:45

Kişiliğimiz ve ahlakımız markamız olsun!

Yaşadığımız postmodern zamanlarda, kimlik sürekli inşa edilecek bir şey gibi görülüyor; hayat kullanılıp atılabilecek nesnelerle dolu konteynır gibi algılanıyor. Bu yüzden psikanalist Erik Erikson’un on yıllar önce sağlıklı kimlik için sözünü ettiği “aynılık ve süreklilik duygusu” tanımı, artık pek geçerli değil.

Kişiliğimiz ve ahlakımız markamız olsun!

Zira “aynılık ve süreklilik”, istenen bir duygu olmaktan çıkıyor. Bunun yerine insanlar, bir giysi gibi benimsenebilen ve çıkarılıp atılabilen kimlikleri tercih ediyorlar. Kimse bağlayıcı bir seçim yapmıyor. Zamanımızı en güzel biçimde “iğretilik” sözü karakterize ediyor. Her şey üzerimizde iğreti duruyor; taşıdığımız kişilik özelliklerimizin bile modası geçecek, beğenilemeyecek diye ödümüz patlıyor. Marka işte tam da bu akış içinde, firmanın ürününü moda yapma isteğine karşılık geliyor. Marka kavramının anlamı ve içeriği giderek moda kavramına yaklaşıyor.

Sürekli olarak bizi kuşatan imajlar dünyasına bakıp duruyoruz, neyin rayiçte, neyin popüler olduğunu anlamaya, kendimizi ona uydurmaya çalışıyoruz. Seçeceğimiz bu imajlar hem ürünler hem kişisel özelliklerle ilgili olabiliyor. Bırakın marka tutkunluğunu bizzat kendimizin marka olmamız isteniyor. Sürekli “Kendini bir şirket veya vitrindeki bir ürün gibi gör ve öyle göster. Ne olmak, hangi özelliklerini satışa sunmak istediğini planla, buna uygun bir sunuş ve davranış stratejisi geliştir!” deniyor. Öz-çekim bu yüzden icat edildi, fotolardan müteşekkil medyalar bu yüzden icat edildi. Kendimizi göstermemiz için sosyal medyada işlem, çoktan “tamam” oldu. Orada epeydir, kendi geçeğimizden koptuk, vitrindeki bir ürün gibiyiz. Biz de tıpkı bir üretim firması, satış departmanı gibi kendi markamızı moda haline getirmeye çalışıyoruz. Sosyal medyadaki TT (trend topic) olma hali, bu anlatmaya çalıştıklarımızın özeti gibi...

Kendi kimliğini, sürekli yenilemek ve geliştirmek adeta kendisini de bir marka gibi sunmak zorunda olan günümüz insanı için marka, bir yanıyla gerçek bir sığınak. Mütemadiyen kendisini farklı biçimlerde göstermek durumunda olan bir kimseye “Şu reklamdaki gibi giyiniyorum” ya da “Şu firmanın internet kataloğunda görünen malını kullanıyorum”, “saçlarım şuradan görüp bu hale getirdim” diyebilmenin, sosyal medyadaki bir güzel sözü, manzarayı paylaşmanın akışkan kimlikte sağlayacağı rahatlığı bir düşünsenize... Spor takımı, siyasetçi ve sanatçı fanatiği olmanın, fanlığın psikolojisini de bu akıştaki sabiteler olarak ele alabilirsiniz. Kimlik sorunu yaşayan gençlerimizin kolay fanatizme düşmeleri gibi marka meraklarını da bu şekilde anlayabiliriz.

Sağlıklı bireyler ve toplumsal ilişki ağından yana olanların tüm bu olup bitenden rahatsızlık duymaması imkansız. Zira imaja dayalı bir kimlik çabasından, hiçbir şekilde bir “yaşam ustalığı ve bilgeliği” elde edilemez. Eğer “yaşam ustalığı ve bilgeliği” yoksa izlenecek her türlü imaj stratejisi, insanın metalaşmasına ve yabancılaşmasına hizmet eder. Bunlar da insanı mutlu etmez.

Gerek genetik mirasımız ve yaşam ortamımız, gerek yaşantılarımız ve bu yaşantılar sırasında oluşan idealler nedeniyle tüm diğer insanlardan ve hatta ikizimizden bile tamamen farklı ve “biricik” bir insan tekiyiz. Nasıl her insan yalnızca kendi ölümünü ölür ise, herkes kendi acısını, kendi sevincini, kendi açlığını, tokluğunu kendisi yaşıyor. Bu nedenle insan olarak temel bir görevle karşı karşıyayız: Hayatın önümüze çıkardığı sayısız yaşam alternatifleri içinden en uygun olanlarını seçme... Bu nedenle “İnsan, seçim yapan varlıktır” denir. Seçimlerimizin bize ait oluşu, kendi yaşam sorumluluklarımızı üstlenme metaneti gösterebilmemiz, gerekirse yalnız da olsa yürümeyi göze alabilecek cesarette oluşumuz, bizim markamızdır. Yaşamımızı ve ideallerimizi, her önümüze çıkan yaşantı sonrası yeniden gözden geçirmek, kendi yaşam dünyamızı “Evet işte bunu ben, böyle yaptım!” diyerek ama bir yandan da hayat karşısında inanılmaz çaresizliğimizi bilerek tekrar tekrar kurmak zorundayız. Ama insnaın seçim yapan varlık olmasının, moda markalar içinden birilerini seçmesiyle alakası yok. İnsan varoluşunda seçim yapılan yer, hayatın karşımıza çıkardığı ihtimallerdir, ki insan içinden kendi kişilik gelişimine, ahlaki olgunlaşmasına onlar içinden bir seçim yapabilsin. Böyle yaptığında, kendi kişiliği, ahlakı onun hakiki markası olsun.

Tamam, kapitalist sistemde yaşıyoruz, üretim ilişkilerine, üretici güçlere doğrudan müdahil olamıyoruz, kurallarını dayatan egemen sistemi bütünüyle hayatımızdan çıkarıp atamıyoruz. Ama bu sistemin insanı ve ahlakı önemsemeyen, inancımıza tümüyle aykırı tüketim ideolojisini reddetmememiz için hiçbir sebep yok. Hatta sistemden ve onun unsuru olan firmalardan, bizim hakiki markamız olan kimliğimize ve kişiliğimize saygı duymalarını, bizim kimliğimizi ve kişiliğimizi değiştirmeye, manipüle etmeye kalkan ürünlerde değil, kullanma ömrü uzun, kaliteli ürünlerde yarışmalarını talep etmemizde de... İsteyenin bir yüzü...

Erol Göka / Yeni Şafak

adminadmin