Kültür
Giriş Tarihi : 17-11-2019 09:00   Güncelleme : 16-11-2019 15:18

Komşu: Çok yakın, fazla uzak

“Bütün ahlaksızlıkların kaynağında komşunun ıstırabının meşrulaştırılması yatar,” demişti Levinas. Bana sorulmamış olsa da, benden yardım dilenmemiş olsa da ötekinden, komşumdan sorumluyum. Komşunun yüzü beni ahlaka çağırır ve ahlak, incindiğim yerde başlar. Onun açlığı ve yoksunluğu beni de incittiğinde başlar. Kutlu sözü hatırlayalım: “Komşusu açken tok yatan kimse, gerçek anlamda inanmış olamaz.” Bizim medeniyetimiz “komşuyu neredeyse komşuya varis kılacak kadar” komşuluk ahlakını vurgular.

Komşu: Çok yakın, fazla uzak

Ruhbilimde çocuklukla ilgili yaraların ihlal ve ihmalden kaynaklandığı söylenir. Çocuğa bizzat zarar vermek (ihlal) ve başkasının verdiği zararı dindirmek için harekete geçmemek (ihmal). Komşuluk için de aynı düsturu dile getirebiliriz: Komşu hakkının ihlal ve ihmali ırkçılıktan yabancı düşmanlığına, yoksulluktan eşitsizliğe dek bir dizi toplumsal sorunun temelinde yatar. Kurbanın kendi kaderini hak ettiğini düşünen ve kötülüğü akla uydurarak meşrulaştıranlar, yani haksızlık karşısında sesini çıkarmayan ve komşusunun ıstırabına sırtını dönenler, kötülüğü icra edenler kadar mücrimdir. Çünkü kötülük ancak onların sessiz kalmaları kaydıyla hükmünü icra etmektedir.

Oysa her insan birbirine komşudur ve her insan birbirinden sorumludur, ben herkesten daha fazla sorumluyum. Komşumun acısını kendimin bilmekle ona bu dünyada yalnız olmadığını hissettiririm. Onun acısına bu dünyada bir yer açar ve ona bir anlam vermesine yardım ederim. Onun acısını dindirmek için eyleme geçtiğimde, hem kendi dünyamı hem de onun dünyasını genişletirim. Daha metafizik bir düzlemde konuşacak olursam, merhamet seçmekle değil seçilmekle ilgilidir ve merhamet eden, seçilmiştir. Bütün varlıklara bir çekim ve bağlılık duyarız, çürümekte olan bir çiçeğin yerini değiştirir, yaralı bir hayvanı tedavi etmek isteriz. Varlık bize komşudur. Kendimizi başkalarına yardıma ne kadar hasredersek, onlarla meşguliyete ne kadar adarsak kendimizi, o ölçüde bencilliğimizden arınırız. İncelik, nezaket ve merhamet bizi günübirlik hayatın endişe ve tasalarından uzağa, komşumuzun kalbine taşır.

İçinde yaşadığımız dünyanın bize ödettiği bedellerden biri de giderek azalan ve içi boşalan komşuluk ilişkilerimiz. Hızlı yaşam kültürü içinde evlerimiz ve işyerlerimiz arasında mekik dokuyor, önümüze çıkan dost, akraba ve komşularımızı görmezden geliyoruz. Yakınlara ayırdığımız zamanın giderek azalması ‘samimiyetin ölümü’nü getiriyor beraberinde. İnsanlar arasındaki mesafe giderek artar, öyle ki her sabah aynı kapıdan çıktığımız, aynı sokaktan geçtiğimiz, aynı otobüs durağında beklediğimiz komşularımızı bile tanımaz hale geliriz. Bir film repliğinde söylendiği gibi (revolutionary road), ‘bazen en uzak mesafe iki insanın arasındaki kadardır’.

Oysa bir selam yalnızlığımızı alır, dostça bir merhaba endişemizi yatıştırır. Nasıl öfkeli bir söz günlerce ruhumuzu kemirirse, güzel söz ve davranış da ötekine şifadır. Bir yeri sevip oraya ait hissedebilmemiz, orada lezzetine vardığımız insan sıcaklığı ve alakasıyla mümkün. Günlük hayatın dokusuna nüfuz edebilen bir nezaket, hayatı kolaylaştırır ve dünyayı daha tekin bir yer kılar. ‘Sadece ben!’ diyen bir dikkat açlığı, kendi nevrozlarımızı, duygusal telaş ve hamlığımızı ötekine boca etmemize yol açıyor. Herkesin birbirine zoraki komşu olduğu sosyal medya ağlarında kabalık, küfür ve linç adeta norm kabul ediliyor. Kamusal alana aktarılan narsisizm o kadar öfkeli ve saldırgan ki her birimiz kendi mevzilerimizde, kendimize benzeyen insanlarla rahat edebileceğimizi düşünüyor ve konuşma adabını yok ediyoruz.

Ülkemizde özellikle büyük şehirlerde baş gösteren derin yalnızlık duygusunun, bir merhamet üssü olan mahallenin dağılmasıyla ilgisi var. Komşuluk ilişkileri azalıyor ve insanları zor zamanlarda destekleyecek sosyal ağlar kayıplara karışıyor. Evde hasta varsa eskiden komşular bizi düşünür ve çorbamızı hazır ederlerdi, değil mi? Kaç çocuk komşunun evinde karnını doyurabiliyor artık? Komşusunun dert ve tasasına kulak kabartan kaç kişi kaldı? Giderek artan depresyon, madde iptilası, intihar salgınları, şiddet ve endişe bozuklukları gibi ruhsal sıkıntılar, dikenlerini ruha batıran kaktüsler halinde, duygusuzluğun çölünde filizleniyor. Bu sebeple her yıl daha çok sayıda insan, sohbet ve duygusal paylaşımı, terapist odalarında aramaya başlıyor. İnsanlar kendilerini işitecek bir kulak, öykülerine yankı verecek bir gönül arıyor. Yankı alamayan insanın haysiyeti zedeleniyor. Komşunun sesi, merhametin olmadığı bir sokakta yankı bulmuyor.

Komşunun sesi nezaket ve merhametin zerrelerine değerek yankı verir. Toplumu odak alan kültürlerde komşular birbirinin evine ve çocuklarına göz kulak olur, çocuklarına ebeveynlik eder, sofralarındaki aşı, hanelerindeki sevinci ve tasayı paylaşırlar. Böylece insanlar ortak bir yaşam modeli oluşturarak kendi varlıklarını ve komşularının varlığını güven altına alırlar. Batı toplumlarında genellikle toplumsal bir felaketin baş göstermesiyle görülen bu yakınlaşma, aslında insanların travmaları daha kolay atlatabilmesini de sağlıyor. Sözgelimi taziye evi geleneği, yas sürecinin daha kolay yaşanmasına ve acının hazmedilmesine hizmet ediyor. Günlük hayatın bir parçası olan hastalık, ekonomik sıkıntı, anlaşmazlık ve hatta ölüm gibi zorluklar komşuluk ilişkileri sayesinde daha rahat atlatılabiliyor.

Komşuluk ilişkileri insan olarak tekamülümüze de hizmet ediyor. Kendi duygu ve düşüncelerini ötekine açabilmek, kendini anlatabilmek ve yaşadıklarını paylaşabilmek kişisel bakış açılarının gelişmesini sağlıyor. Komşu, duygusal paylaşımıyla hem yalnızlığı hem de umutsuzluğu yenebiliyor. Sadece bir adım mesafede olabilen bir dost olarak komşu, yaralarımıza merhem olabiliyor. Kültürümüzde komşuya yapılan vurgunun bir örneği olarak “ev alma, komşu al” sözü, iyilik hissini mekâna değil insana izafe ediyor.

Aynı çevrede yaşamanın getirdiği yakınlık hissi, komşular arasında sadece fiziksel değil, psikolojik mesafenin de azalmasını sağlar. Yapılan araştırmalar sadece aynı ortamda bulunmak sebebiyle dahi diğer insanlara karşı sevgi ve ilgi gibi olumlu duygular geliştirmeye başladığımızı gösteriyor. Bir insanla aynı ortamda yaşadığımız, onun yüzünü gördüğümüz, onunla selamlaştığımız ve onun varlığını hissettiğimiz müddetçe, kendimizi ve varoluşumuzu onun varlığıyla birlikte tanımlamadan duramayız. Bu sebeple gerçek komşuluk, ben ve sen arasındaki suni duvarların aşıldığı, benim sen senin ben haline geldiğimiz bir kaynaşma haliyle zuhur eder.

Bugünün komşusu bize fiziksel olarak çok yakın ama ruhen fazla uzak. Merhamet yoldaşımız olduğunda komşu oluruz, o kalplerimizi yakın kılar ve bizi birleştirir. Bir kez komşu olduğumuzda onun acı çekmesi demek, benim acı çekmem demektir. Ortak yaşam kültürü, bu nedenle “ben”i değil, “biz”i korur. “Kurt bile komşusunu yememiş,” denir. Yüz yüze gelmek insan beyninin ahlakla ilgili özgül bir alanını harekete geçiriyor. Yüz yüze geldiğimiz insana daha zor kötülük yapıyoruz. Aynı sokağı, aynı mahalleyi paylaştığımız komşumuza karşı kendimizi mesul hissederiz. Ama artık küçülen bir dünyada hepimiz birbirimize komşuyuz. Yönetmen Inarritu’nun Babil adlı filminde anlatıldığı gibi, Fas’ta ateşlenen bir kör kurşun hemen akabinde Japonya’da, Meksika’da veya ABD’de başka hayatlara tesir edebilir. Bugünün dünyasında iyilik de kötülük de ışık hızıyla yayılabilmektedir. Biz iyiliği ve merhameti çoğaltan komşular olalım. Yüzümüzü merhamete dönelim, kardeşimizin ve komşumuzun bekçisi olalım.

Mesafeleri aşalım. Komşularımıza gidelim. Bize gelmek isteyen için de hiçbir manimiz yoktur, böyle bilinsin.

Kemal SAYAR

http://www.gercekhayat.com.tr

 

adminadmin