Fikir
Giriş Tarihi : 15-05-2020 12:57   Güncelleme : 15-05-2020 12:57

Koronaya Ve Modernizme Karşı Şiir…

Tanrısız modernizmin sinsi kolu koronavirüs insanlığı çökertmeye çalışıyor. Kalbimizi Allah’ın âyetlerinden, Peygamber Efendimiz’in nurundan uzaklaştırmamışsak korkuya ve telaşa gerek yok. Kalbi ve gönlü bir şiir bizi güçlü kılacaktır. Bendeniz de, kalbini çocuklara, kuşlara yuva yapan şair ve hikâyeci Hasan Ejderha’nın “Bakışların kuş olsun çocuk” şiirini okuyarak başlıyorum dirençli olmaya…

Koronaya Ve Modernizme Karşı Şiir…

“Bakışların kuş olsun çocuk”                                           

“Yanıma gel dost yüzlü çocuk /Öpücüklerin bakışlarına sinmiş/ Kimmiş bakalım,  oynayan / Dinle / Seninle kuşları konuşalım / Ben küçükken yavrum / Çok kuş yuvası bozdum / Bu yüzden konuşalım seninle / Bak dinle / Seninle kuşları konuşalım / Koşalım sonra dağ-taş / Yavaş yavaş yapalım / Yuvalarını kuşların / Bakışların kuş / Yuva olsun kaşların / Çocukların cümlesine / Kuş diyelim seninle / Belki de kuş olur / kanatlanır bütün çocuklar / Biz de arkalarından bakar /  “Saklar isterse Allah / Ya Allah bismillah / Allahu ekber / Der kanatlanırız”

 

Ve ardından bu şairin şehirlerin bütün mekânlarına pankart olarak asmayı düşündüğüm “Yüreğimin bir parçasıdır kuş / Çocuklar ülkesidir bir yanım / Bir yanım kuşlar ormanı…”  mısralarını okuyarak kalbimi merhamet ve sevgiyle donatmaya çalışıyorum.                                                                                             

 

“Çocuk ey çocuk”                                                                                            

Korona kâbusu ve modernizmin kalp ve gönülleri karartışı fakîri yıldırmıyor. Çünkü kalbe, insana, çocuğa, sevgiye dair şiirler okumaya devam ediyorum. Hem de en cezbelisinden. İsmail Göktürk’ün “Çocuk Ey Çocuk” şirini okuyorum. Bu şiiri okuyan, çocuk ve aile düşmanı, kalpsiz, merhametsiz ve homoekonomikus olmaz, olamaz:                                                                                                                          

 

“Ay yansıyacak bir âlem arıyor / Gümüş alnını aya sunsana çocuk / Ay gümüş sofralarda çocukları ağırlıyor /  Bizim yüzümüz eskidi, ay ihtiyarlıyor /Ay öpüyor seni yanaklarından / Aya bir kez dokunsana çocuk / Sen bir paratonersin, bilmezsin / Kötülüğü nasıl izâle ettiğini / Sen bir fenersin ıssız koylarda / Uzak ilhamlardan yüreğime / Bir görünür bir sönersin / Sen bir gümüş paratonersin / Bilemezsin gücünün nelere yettiğini / Ay ihtiyarlamış, apak saçlarını tarıyor / Çocuk, gümüş tuğlu ordular sende gücünü arıyor / Karanlığın göğsüne yaslanmışsın / Gümüş bakışlarının yalazı titrek / Çocuk, bu gün sen ağlamış ıslanmışsın / Uzat ellerini semâya, bize ellerin gerek / Ay düşüyor, ayı tutsana çocuk / Biz ağlamaklı olduk, avutsana çocuk”
 

“Yakıştım ben aşka”

İrfanî değerlerin hercümerç olduğu, nefislerin galebe çaldığı, gönül aynasını kaybederek, kırık aynalarda kendi yüzlerini seyredenlerin piyasayı doldurduğu ve dahi hazreti insanın revaçta olmadığı bu zamanda yüreğinizi ancak yürekli bir şiir âbad eder. Bu şiir şair Memduh Atalay’ınYakıştım ben aşka” şiiridir. Okuyunca anlıyor insan ne olması gerektiğini:                                                           

 

“Ben bir yalnızlığa yakışıyorum, bir korkuya / Ben bir türküye yakışıyorum, bir yola / Ben bir küskün ve kırgın ırmağa akıyorum / Ben bir… / Sana/ Ben bir çaresizliğe yakışıyorum bir küsmüşe / Ben umut diyarından kaç kez dönmüşe / Geceye yakışıyorum en çok, kül olan cana / Ben bir… / Kurbana / Ben bir talana yakışıyorum savaş sonrası / Ben bir ölüme yakışıyorum, bir zindana / Ben bir şehir körebesi, bir itiraz tekkesi / Ben bir… / Dağa / Ben bir yine mi kız diyen babanın dudağına / Ben bir askerin tabutuna yakışıyorum / Ucu telli mektuplara, saçak altlarına / Ben bir… / Eski zamana / Ben bir barakaya yakışıyorum, bir gecekonduya / Ben bir sürgüne yakışıyorum bir yokluğa / Trenlere ve kamyon kasalarına / Ben bir… / Tahta bavula / Ben bir muratsız giden yiğitlere / Babasız bayram eden çocuklara yakışıyorum / Ben bir hüzün bulutuna yakışıyorum, bir dolunaya / Ben bir… / Rüyaya / Ben bir Maraş’a yakışıyorum, bir Bitlis’te beş minareye / Ben Erzurum’a yakışıyorum, Sivas’ın ayazına / Ben bir gençlik ölümüne yakışıyorum / Ben bir… / Celal Oğlan’a / Ben bir Kerbela’ya yakışıyorum bir Yemen türküsüne / Ben bir sevdaya yakışıyorum Türk İslâm ülküsüne / Hıra Dağı’nın çakıl taşlarına yakışıyorum, Tanrı Dağı’nın eteklerine / Ben bir… / Ölümlerin en önüne.”                                                                        

 

Kapı Önünde”                                                                                                   

İçi ve dış gurbetlerde gurbetzede olan şair dostum Mehmet Narlı’nın yaralı kalbime dokunan şiirleri iyi geliyor, dirençli oluyorum. “Kapı önünde” yi okuyorum önce :                                                                                                  

“Gurbetin odasında yatmayan / Ne bilir günlerin upuzun / Ve fakat ömrün kısa olduğun / Dilini ateşte tutmayan / Canıyla atladığı her gölgenin içinden / Nasıl düşer kuyulara ne bilir insan / Kaçarken yalnızlığın köpeklerinden.”

Ardından “Gece kapısı” nı okuyorum: “Evimin içi yok / yatışkın kâbuslar oteli / cennetim boş yanıyorum / olsun / cehennemim boş üşüyorum / olsun / istediğiniz gibi olsun / sarmalım / hangi kapıdan girdin içime / hangi kapım ya da teşne / yapışkan ve sırnaşık/ bu zehirli iklime”                                               

 

“Babamın teknesi”                                                               

Modern-postmodern (hiç farketmez) kapitalizmin ruhsuz ve samimiyetsizliğiyle malul olan çevrelerin çiğlik ve bencilliklerinden olacak ki, şu mübarek Ramazan günlerinde helâlinden kazanan kanaatkâr, mütevekkil ve gönlü mutmain derviş meşrep Müslüman emekçiler düşüyor yüreğimin ortasına. Sızımı, derûnumu, siz biraz da isyan deyin buna, şiirlerle avutarak sâkin bir limana çekiyorum. Böyle ânlarda içimi teskin eden, karşı tarafa isyanımı anlatan şiirleri tercih eder ve evvela türküdar ve şair Fazlı Bayram’ın “Babamın teknesi” adlı şiirini okurum:                                                                                                                         

“İpek gömlek giymezdi babam / bilirdi haramdı / sabah seccadelerinin / yorgun bekçisiydi / rızkımızı helal sağardı geceden / hamuru döverdi vakit girmeden / namaz sonrası yakardı ocağımızı / bilirdik hamurumuz yoğrulmuş / bilirdik babamız yorulmuş / lokma lokma dökerdi hüznünü / kızgın yağın içine türküler eşliğinde / ‘zülüf dökülmüş yüze aman’ / bir yangın yeriydi babamın yüreği / marifetli ellerinden dökülen lokmalar / tekkede pişer ve olgunlaşır / sonra şerbete kavuşurdu / şerbet kevser tadında / şerbet cennetten bir ırmak / kahvaltı sırası babamın şimdi / biz okul çantası sırtta / harçlıklar cepte güle oynaya / her şeyimiz tas tamam çıkarken evden / babam hüznüyle kalırdı sofrada / sonra çarşı pazar / benim babam helal ekmek savaşçısı / yatsı okunurken eşikte görünen kahraman.”
 

Kan Çerağı”                                                                                                               

Sahur ulvî tebessümüyle görünmeye başlarken bir şiir düşüyor önüme. Ümraniye Belediyesi 2020 Hikâye ve Şiir Yarışması” nın şiir dalında Türkiye birincisi olan “Kan çerağı” adlı şiiri okuyorum. Kelimelerin en nariniyle şiir yazan Yasin Mortaş’ın kalbinden damıttığı bu şiir yarama, yüreğime, hüznüme merhem oluyor gece ikinci yarısı:                                                                                                    

“Haksızlık edenler, neye nasıl dönüşeceklerini yakında görecekler." (Şuarâ) /Siz /kanaması durmayan güle / aşk aşısı yapmaya mı geldiniz / Muhacirim / Puslu bir çağ aynasından bakıyorum / yüzümün haritasına / yüzümde derin işgal izleri /ıssız yollar ve hüzün evleri / Ateşler içinde bakıyorum işte / bakışlarımı delik deşik eden kurşun izlerine / rengimi savuran uğultulu rüzgâra / buruk ırmaklar taşıyan gözlerime / dilimdeki ‘Ano Yemen'dir gülü çemendir' buğusuna / Ah...tutuyor yine beni bir hıçkırık / başlıyorum İdlib sağusuna / Anne, tarandıkça ağarıyor Etiyopya siyahı saçlarım / Evet / bu benim işte muhacir kızı Elif / saçlarım acıyla belik belik / Haydi gelin artık/ kişnesin atlar / çınara düş gösteren atlılar / -O zalimler yüzünden perişan olduk / kuş yuvalı bahçemizde viran olduk- / Ensarım / Saçları acıyla belik belik / beni mi çağırdın Elif / Üzerinde acıyla kurumuş günün / kanlı çamurunu silkeleyen güzel /o / çınlaması geçmeyen çölde / Havva’nın ağladığı o inci saatinde / şarapnel yanığı gözlerinle / beni mi çağırdın / Geldim güzelim / yürüyen bulutların ıslak beyazı / Afrika’nın açlık atlası /elleri Kudüs çiçeğim / Haydi söyle / nereye koydun gözlerinin karasını / ölmüş annenin gözlerine mi / yıkılmış babanın yüreğine mi / Somali türküsünün derinliğine mi / Şöyle mi demiştin: annemi cennette görecek miyim baba / Allah beni ne zaman yanına alacak / anne olmadan ölecek miyim / Korkma gözlerinin karasında kaybolan Elifim / bir Peygamber şefkati koydum yüreğime / bir Ebubekir ışığı saklıyorum sana / Bosna sokaklarına bırakıyorum izzetimi / Fırat’ın gözyaşını taşıyorum gözlerimde / Ömer terazisi göğsümde / Hamza kaviliği ellerimde / Türkiye tebessümüyle geliyorum sana / Biliyorum şöyle demiştin: baba bak / hilâl gibi keskin / yıldız savuran atlılar geliyor / Nemrut'un gözlerine ok gibi saplanıyor onlar / içime gül serinliği tüveyçleri savruluyor / Beni mi çağırdın Elif / saçları hüzünle belik belik / Doğu tartılırken Türkistan güneşiyle / bu zilzal anlatmadı mı zalimlere / yerin göğün sarsıldığını / içlerin içe çöktüğünü / insanlığın hallaç pamuğu gibi savrulduğunu / yalnızlığa bölük bölük dağıldığını / Ah canım/ şöyle mi demiştin: / babacığım içimdeki bu ağırlığı taşıyamaz oldum / yoruldum dışarı atamadığım acılardan / baba, anne yokluğunun enkazında kaldım / gördün mü dünyanın üzerime yıkılışını / Saçları acıdan belik belik / bana mı seslendin Elif: -Buralar kalabalık ama bilinç keskinliği değil / bu betonlar ama gülizar değil / bu coşmalar ama ırmak değil / bir kuyu derinliği ama serazat değil / Karabağ ama asma bahçesi değil- / Ama gördüm demiştin babacığım / İşte çağırıyorum aşk arkasındaki yankılarımı / yanıklarımı soğutuyorum kartal telekleriyle / bir Yusuf serinliği başlıyor Züleyha gözlerimde / İşte / yağmurlar içiyorum su kasidesinden / İsmail’in dudağında damıttığı zemzemden / tutuyorum Asım’ın gül teri ellerinden / artık Türkçe rüyalar görüyorum baba / bak/ görüyor musun /süvariler suda çıngılar sıçratıyor / ufkun kızıllığını topluyorlar eteklerime / altın elmalar soyuyorlar bana / İçimdeki kızgın kumları savuruyorlar rüzgârlarıyla / hıçkırığımı toplayıp koyuyorlar terkilerine / nallarında çıngı hiyerarşisi / yüzlerinde silinmez Fatih siması / Elifim korkma gel diyorlar / Arakan resimleri çiz göğsümüze / Keşmir tebessümleri sür dudağımıza / gel: lal'e bükülüşünü öğretelim sana / gel: suya dudağını öğretelim / gel: yüreğine gök sürelim / gel: rüzgârına denizi ezberletelim / gel: aşkı damıtalım sabırla / gel: toprağı alnına açalım / ve gel de giyin diyorlar sık örülmüş merhametimizden / Anadolu yufkası gibi zamanlar açıyorlar önüme / ağlamalarımı sarıyorum Somalili kızın çeyizine / müsterih bir yağmur oluyorum Anadolu’nun gözlerinde / Baba / elimde bir Anadolu aynası / taranıp uyuyorum Bedir’e karşı.”                  

Hâsılı, modernizme karşı dirençsiz düşen kalplere ve korona korkusuna birebirdir iyi şiir…                                                                            

Hece Taşları                                                                           

Yayın Müdürlüğünü şair Tayyib Atmaca’nın yaptığı Hece Taşları Aylık Şiir Dergisi Mayıs 2020 / 63. sayısıyla gelenekli hece şiiri dosyasıyla yoluna devam ediyor. Bu sayıda yazanlar şiire âşina isimler:Tacettin Şimşek / Vefa Perdesi, Osman Fermanoğlu / Deyişme Məni, Metin Özarslan / Deyişme Beni, Şenel Korkut / Er Meydanı,  Aslan Avşarbey / Baharı Sordum, Ertan Özdemir / Kalmışım, Ali Emre / Şiir ve Gelenek Üzerine Konaşmalar 25,  Mustafa Sarı / Gazel, Metin Mert / Gizli Dil, Abdullah Gülcemal / Ağustosta Yüreğime Kar Düşer, Bünyamin Durali / Heveslilerine Mektuplar, Şiir İşi İşlerden Herhangi Bir İş Değildir, Hatice Ayşe Hasan / Yeşil Gözlerin, Fatih Kandemir / Neyleyim, Tayyib Atmaca / dOkunan Şiirler18, Mustafa Sade / Bir Hicran Senfonisi

Recep YAZGANRecep YAZGAN