Köşe Yazıları
Giriş Tarihi : 07-01-2017 10:44   Güncelleme : 07-01-2017 10:44

Kozmik oda’ya niçin girildi?

Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç'a yönelik bir suikast planı iddiasıyla 19 Aralık 2009 tarihinde Türkiye’nin en gizli odası sayılabilecek yere yani “Kozmik Oda” adı verilen yere ABD girmişti. Bu işi de Feto denilen bir hain sayesinde başarmıştı. Peki, niçin böyle bir şeye ihtiyaç hissetmişti?

Kozmik oda’ya niçin girildi?

Zaten her türlü bilgi ve belgeye Feto’cu ve Siyonistlere uşaklık eden generaller sayesinde erişebilme imkânları vardı. İşte bu makalede bu soruya cevap aranmaktadır. Verilen bilgiler internet sayfalarında dolaştığı için “gizli” ve sır olmaktan çıkmıştır. Gerçi internette geçen yazılarda “Türkiye’nin atom bombası var mı?” sorusu cevaplanmaya çalışılmaktadır. Fakat ben bundan daha önemli olan soruya yani Türkiye’nin en dip köşesine kadar sızmış olan ABD’nin kozmik odada ne işi olduğunu anlamaya çalışıyorum.

Yargı safhası yakında başlayacak olan bu konuda oldukça ikna edici bilgiler mevcut. Fakat bir çok insan “bunlar spekülasyondur, aldatmacadır vs. diyebilir. Zaten bu maksatla bazı teknik bilgiler kasıtlı olarak eksik ve hatalı verilmiş olabilir. Yeter ki iş ciddiye binip ülkeler arasında büyük sorunlara yol açmasın. Zaten yeteri kadar derdimiz var. Terör örgütleri ile yurt içinde ve dışında boğuştuğumuz yetmiyormuş gibi bir de bu “atom bombası” gibi netameli ve milli sır olarak nitelendirilecek bir konuda ülkemizin sıkıntıya sokulmaması istenebilir. Bu gayet doğaldır. Fakat taşları yerli yerine koyunca bizim asıl aradığımız sorunun cevabını belki bu sayede bulabiliriz. Biz kozmik odaya niçin girildiğini öğrenmek istiyoruz.

Yazının doğruluğuna inanıyorum zira bu teknik bilgiyle böylesine bir kurguyu harmanlayacak kapasitede ve dönemin siyasi, uluslar arası, askeri konjonktürüne hakim olabilecek bir senaristimiz yoktur. Eğer bilgiler gerçek değil ise dahi böylesine gerçekçi bir yazıdan dolayı senaristi kutlamak boynumuzun borcudur.

Yazıda bulunabilecek sadece bir teknik hata görünüyor. O husus da Plotonyumun kritik kütlesi ile ilgilidir. 26 Kg’lık bir madde ile 5 Atom bomba imal edilmesi çok zordur. Belki de kasıtlı olarak bu yanlışlık yapıldı ki ülkemizi sıkıntıya sokacak bir meselede “işte bakın bu bilgi uydurma” denilsin diye düşünülmüş olabilir. Çünkü bu bilgileri sosyal medyada paylaşmanın tutarlı bir izahı olamaz.

Emin Arı adlı gazeteci ile esrarengiz bir adamın konuşması esnasında şu bilgiler paylaşılıyor:

  1. Türkiye de Küçükçekmece'deki nükleer santralin sadece araştırma amaçlı ve çok küçük kapasiteli olması TAEK isimli kuruluşun ise daha çok radyasyon güvenliği ile ilgili olması nedeniyle nükleer silah yapabilme kapasitesi çok sınırlıdır. Fakat Sovyetler Birliğinin dağılması sayesinde ortaya çıkan boşluktan yararlanılarak böyle bir çalışmanın başarılı bir şekilde yapılmış olabileceği anlatılmaktadır.
  2. Dünyada nükleer silaha sahip ülke sayısı çok azdır. Bunlar ABD, Rusya, Çin, Fransa, Hindistan, Pakistan, Güney Afrika ve İsrail olarak bilinmektedir. Bu ülkelerin atom ya da hidrojen bombasına sahip olduğunda kimsenin şüphesi yoktur.
  3. Türkiye’nin eskiden bir nükleer silahı olmamıştı lakin ABD’nin soğuk savaş sırasında Türkiye’ye yerleştirdikleri Atlas füzelerinde nükleer başlık bulunuyordu. Küba krizinde Ruslarla yapılan pazarlıkta, Küba’dakilere karşılık bunların kaldırılması anlaşma ile kabul edildi. Daha sonra Sovyetler bu konuda çok hassas davranarak burunlarının dibinde, onları üç dakika içinde vurabilecek bir nükleer silah istemediler. Amerikalılar da zaten böyle bir şeye yeltenmediler. Fakat yine de başta İncirlik olmak üzere birkaç Üs’de nükleer silah yüklü uçaklar bazen bulunmuştur.
  4. Nükleer bombalar Türkiye’de bulunsa bile kontrolü başka ülkenin elinde olan atom bombalarıydı. Yani pratikte Türkiye’ye ait değildi.
  5. İsrail'in atom bombası yapmasından sonra başta Araplar olmak üzere tüm bölge ülkeleri ve Türkiye de dâhil olarak tedirgin olmuştu. İsrail’in köşeye sıkışırsa bu bombaları patlatacağı endişesi ile İran ve Irak buna karşılık atom bombası çalışmalarına hız verdiler. Fakat Irak’ın bomba yapmak amacıyla kurduğu nükleer reaktörü İsrail vurdu. Özellikle Irak çok uğraşmıştı lakin bombayı yapmayı bir türlü becerememişti. Bu konuda teknik yapıyı kurmak için sadece bilgisayarlara 370 milyon dolar harcadığı iddia edilmektedir.
  6. Türkiye de, diğer bütün ülkeler gibi atom bombasına sahip olmak istiyordu  fakat bunu yapması çok güçtü.  Zira en temel malzeme olan zenginleştirilmiş uranyum ve plütonyuma sahip değildi. Her ne kadar toryum ve uranyum yatakları olsa da bu pek işe yaramıyordu. Çünkü hem bunlar çok az miktarda hem de zenginleştirmek için gerekli tesis ya da atık malzemesini kullanabileceğiniz bir nükleer santral bulunmuyordu. Küçükçekmece'deki nükleer santral ise sadece araştırma amaçlı ve çok küçük kapasiteli idi.
  7. Türkiye’de özellikle askerler nükleer silah konusunda çok istekliydi. Bu nedenle çok eski tarihlerde de Akkuyu 'da yapılacak bir nükleer santral için ihale bile açılmış fakat bu ihale kapalı kapılar arkasında bu engellenmişti.
  8. Teknik alt yapı olarak, Türkiye bir atom bombası yapabilecek kapasitede olduğu halde zenginleştirilmiş nükleer malzemeden yoksunluk çekiyordu. Kritik kütle oluşturacak kadar zenginleştirilmiş nükleer malzemeyi iki ya da daha fazla parçaya bölünerek bir patlayıcı yardımıyla hızla bir araya getirip, zincirleme reaksiyon oluşturmak gerekiyordu. Basit olarak bir atom bombası böyle çalışır. Eğer Uranyum 235 kullanıyorsa kritik kütleyi ikiye ayrılır, Plütonyum 239 kullanıyorsa 32 parçaya ayırmak gereklidir. Bir parçayı diğerinin üstüne kurşun gibi gönderilenlere (ki Hiroşima’ya atılan "şişman çocuk" bu tiptendi)  "tabanca tipi" denilir diğerlerinde ise kritik kütle bir merkezde birleşecek şekilde küresel olarak dağıtılır. Bunlar da implosion tipidir. Bunun dışında patlamayı daha etkili hale getirmek için yapay nötron kaynağı, dış katmanı saracak Uranyum-238, ateşleme zamanını belirleyecek hassas tetikleme mekanizması ve daha güçlü olmasını sağlamak için bazı berilyum gibi.

nükleer maddelere ihtiyaç vardır.

  1. Rusya’nın oluşturduğu nükleer tehdit, soğuk savaş sırasında NATO şemsiyesinin altında karşılanabiliyordu. Fakat ne zaman ne yapacağı belli olmayan İsrail 'in atom bombasına sahip olması Türkiye’yi tedirgin etmişti. Zaten çok sonra Sovyetlerin dağılması ile NATO işlerliğini kaybetmişti. Bu durumda gizli bir araştırma başlatılarak başta Türkiye Atom Enerjisi Kurumu, Tubitak ve üniversiteler dâhil olmak üzere pek çok kurumdan gelen uzmanlarla oluşturulan bir ekip meydana getirilmişti. TAEK ise Eskişehir yolu üzerindeki çok büyük binalarla ev sahipliği yapıyordu.
  2. Askerlerin, uzmanların önüne konulan soru yani "eldeki imkânlarla bir atom bombası yapabilir miyiz?" Rusya ve İsrail ile bir nükleer denge oluşturabilmek için bir atom bombası olmalı diye düşünülüyordu. Bu bomba muhtemelen hiçbir zaman kullanılmayacaktı ama varlığı, başka ülkelerin Türkiye üzerinde bir bomba patlatmasına engel olacaktı. Böyle bir basit bir denge hesabı yapılıyordu.
  3. Ekip çok gizli bir şekilde bunu araştırdı fakat sonuç "hayır" oldu. Çünkü nükleer malzeme şarttı ve bir nükleer santral kurulmadan ya da zenginleştirme tesisi olmadan bu imkânsızdı. Eldeki uranyum yatakları da porselen yapımı dışında bir işe yaramıyordu. Sonuçta rapor ile atom bombası yapma isteği rafa kaldırıldı. MTA’daki bürokratlara uranyum yatakları bulmak için "daha çok çalışılması” talimatı verildi.
  4. Rapor rafa kaldırıldıktan dört yıl sonra, ilginç bir gelişme oldu ve yıkılmaz sanılan Sovyetler imparatorluğu yıkıldı. Ruslar tekrar direksiyona geçene kadar bir kaos dönemi yaşanıyordu. Ekonomileri berbattı ve her şeylerini satmaya başlamışlardı. Rus pazarlarında eski madalyalarını satacak kadar onur kırıcı bir durum yaşanıyordu. Hatta daha açgözlü ve cesur olanları piyasaya savaş uçakları bile sürmeye başlamışlardı, Başta Ukraynalılar. Rus ağabeylerinin her şeyleri sattıklarını ve hızlı bir şekilde kapitalizmi öğrendiklerini gören diğer eski ve ufak Sovyetler Birliği ülkeleri de bu piyasaya girdiler. O anda üstlerinde bir kontrol yoktu. Moskova’daki büyük abi artık patron değildi. Alıcılar ellerinde yeşil dolarları sallayarak hazır bekliyorlardı.
  5. Silah piyasasına giren bu acemi tüccarları Ruslar 'dan çok Amerikalılar takip ediyordu. Uyduruk muz cumhuriyetlerine satılan savaş uçakları Amerikalıların umurunda değildi. Onlar en büyük kâbusları olan nükleer silahların satılmasından korkuyorlardı. Özellikle de ufak çaplı taktik atom bombalardan.  Bunlar bir yolcu valizine girebilecek kadar küçük idi. Sadece nükleer silahlar değil, nükleer silah yapmaya yarayacak her şey, zenginleştirilmiş uranyum, nükleer reaktör atığı plütonyum, teknik bilgi, diğer malzemenin çılgın ellere geçmesinden korkuyorlardı. Çünkü bu imkâna sahip olunca gözünü kırpmadan gözünü kırpmadan ortalığı kana bulayacak teröristler meydana getirilmişti.
  6. ABD, özellikle teröristlerle iş yapmayı seven satıcıları yakın takibe almıştı. Neredeyse aldıkları nefesleri bile takip ediyorlardı. Sızıntı olmasını istemiyorlardı. Hatta hiç ihtiyaçları olmadığı halde Kazaklardan 1994 yılında 50 kilo plütonyum oksit satın almışlardı. Başka ellere geçmesin ve piyasayı kontrol etmek için.
  7. Piyasanın epey bir hareketli olduğu o günlerde Bakü 'de Türk büyükelçiliğine bir telefon gelmiş ve yetkili bir kişi ile görüşmek istediğini söylemişti. Uzun uğraşılardan sonra askeri ataşe ile görüşme sağlanmıştı. Sonunda uzun görüşmeler yapılıp 26 kg, birinci kalite, işlenmiş plütonyum oksit satmak istediklerini ve alıcı aradıklarını eklemişler.
  8.  O dönemde Amerika’nın baskısı yüzünden piyasada doğru dürüst alıcı kalmamış fiyatlar da bu yüzden düşmüştü. Askeri ataşe, çift kitap metoduyla raporunu şifreleyip Ankara’ya gönderiyor. Kriptolu mesaj doğrudan Genelkurmay ikinci başkanına gönderilmiş ve bu kozmik şifreyi, bizzat Genelkurmay İkinci Başkanı yardımcısı ile birlikte çözüyor. Okuyunca tabi çok şaşırıyor. Bakü’ye "ikinci bir emre kadar beklemede kalın ve hiçbir şey yapmayın, kimseye bir şey söylemeyin" diye kriptolu cevap mesajı çekip Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Genelkurmay başkanının olduğu bir toplantı talep ediyorlar
  9. Genelkurmay başkanı lafı uzatmadan Bakü 'den gelen teklifi anlatıyor ve daha sonra neden bir atom bombasına sahip olmamız gerektiği konusunda kısa bir brifing veriyor. Önceden hazırlanmış komisyon raporunu ve ordunun bu konu hakkındaki görüşünü belirtir milli siyaset belgesini gösteriyor. 15 milyon doları bu iş için örtülü ödenekten karşılayıp teslimatı yapıyorlar.
  10.  Genelkurmay'daki bir tümgeneral askeri uçakla Bakü’ye uçuyor. tümgeneralin gönderilme amacı olarak, Azerbaycan genelkurmay başkanını Türkiye’ye bizzat davet etmek olarak belirtiliyor.  Plütonyum oksit, Gürbulak sınır kapısının Türk tarafına geçiriliyor. Plütonyum 239 gibi tehlikeli bir kurşun bloklarla korunmuş olan Ayaş tünelindeki, tali bir tünele götürülüyor.  Türkiye’nin bu çapta bir nükleer malzemesi olmadığı için radyasyon güvenliği ile ilgili az tecrübesi  nedeniyle bir sorun olması durumunda tünelin iki tarafı kapatılıp sızıntı kolaylıkla engellenmek istenmişti. Ayrıca tünelin içindeki bir radyoaktif maddenin uydular ile fark edilmesi önlenmek istenmişti.
  11. Uzmanlar bulunarak nükleer fizikçi, kimyager, mühendislerlerden oluşan 63 kişilik bir ekip kuruluyor. Pakistan’da teknoloji konusunda yardım almak için 10 uzman Karachi’ye gönderiliyor. Sonuçta, atom bombası yapmaya yarayacak tüm bilgi ve Pakistan’dan Türkiye’ye getiriliyor.
  12. Nükleer silah yapım aşamasına geçilerek bir askeri kışla araştırma merkezine çevriliyor. Araştırmalar başlatılıyor ve daha önceden yapılan bir alış veriş listesine uygun olarak donanım alınıp yaklaşık 800 milyon dolarlık bir fon ayrılıyor. Tank modernizasyonu adı altında tasarım ve simülasyon için büyük bilgisayar sistemleri, plütonyumun işlenmesi için cnc makine tezgahları, ve dış manto için uranyum 238, berilyum, radyoaktif güvenlik malzemeleri, orta çaplı bir laboratuvar kuracak kadar toplam 2436 kalem kimyasal madde ve analiz cihazı alınıyor.
  13. Bombada kullanılan bazı parçalar Vestel ve Aselsan’da başka isimler adı altında imal ediliyor. Yüksek kalitedeki özel çelikten imal edilen tank parçası üretiminden bahsedilerek bu işlemler yapılıyordu.
  14. Nihayet uykusuz geceler, bol çalışmalardan sonra beş tane atom bombası yapılıyor. Her biri 30 kilotonluk olduğu söylenen bu bombalarla ilgili bilgiler biraz uydurma da olsa bunlardan bir tanesi yer altında patlatılıyor. Kullanılmayan bir maden ocağında. gece yarısı saat 4:16'da deprem şeklinde ilan ediliyor. Çünkü bir atom bombasının patlatılması sonucu oluşacak ısıyı ve radyasyonu fark edilmemesi için yerin altında yapılıyor.

Bu hikâyenin gerçekliği konusunda her şey söylenebilir. Zaten hikâyenin gerçek mi ya da uydurma mı olduğu özellikle muğlak bırakılmıştır. Çünkü Türkiye elinde atom bombası olduğunu resmi olarak açıklamak istemez. Bu açıklanırsa çok toz kalkar ve dış politikada zor durumda kalınabilir. Kuzey Kore olayı gibi bir olaydan veya Uluslararası Atom Enerjisi Ajansının ortalıkta dolaşmasından kimse hoşlanmaz. Fakat gayrı resmi olarak bunun bir şekilde bilinmesi istenir veya bazı mesajlar bu şekilde verilmiş olabilir. Abanın altından sopa göstermek gibi.

Dostlarımız ya da düşmanlarımız bu detaylardan işin gerçek olduğunu anlayacaktır. Fakat resmi olarak sorulduğunda Türk hükümeti bunu kolaylıkla yalanlayabilecektir.

Çok sıkışınca bu hikâyeyi bir yazar kendince uydurmuş diyebilir.”Bizim elimizde atom bombası falan yok, nereden çıkarıyorsunuz bu saçmalıkları" deme imkanı da vardır. Aynı şekilde herhangi bir okur açıp telefonu herhangi bir yere sorsa, "saçmalamayın kardeşim, yok öyle bir şey" deme imkânı da vardır.

Şimdi gelelim bu kozmik oda olayına. İşte ABD’nin kozmik odaya girmek istemesinde en önemli nedenlerden bir tanesi işte bu nükleer silah olayı olabilir. Bu tamamen bir kurgu olsa dahi sosyal medyaya sızdırılması ile ABD’ye mesaj verilmekte ve “Sadece oyuncu olarak sahada sen yoksun. Ben de varım ve beni de ciddiye almak zorundasın” mesajı pekâlâ verilmek istenmiştir, vesselam… 

adminadmin