Kültür
Giriş Tarihi : 18-02-2018 09:00   Güncelleme : 18-02-2018 09:00

Kubbeyi Yere Koymamak

Kubbeyi Yere Koymamak isimli eserde, Osmanlı şehirciliği, İslam kültürü, Türkiye’de cami mimarisi, ev ve konut farkı, yatay ve dikey mimarî, şehrin nasıl korunması gerektiği, habibat ve çevre ile mimaride estetik gibi meseleler ele alınıyor.

Kubbeyi Yere Koymamak

Mimarinin toplum ve medeniyet açısından ehemmiyeti aşikâr. Her medeniyetin kendine has mimarisi vardır ve biz şehirleri mimari hususiyetlerine göre tanımlayabiliriz. Tabiî olarak her medeniyet ve memleket kendi kültürünü mimarisine yansıtmıştır. Selçuklu mimarisi, Osmanlı mimarisi, Çin ve Japon mimarileri kendine has hususiyetler taşır, farklı üslub ve tarza sahiplerdir.

Elbette “dünyanın bir köy” hâlini aldığı zamanımızda, kültür ve medeniyetlerin birbirinden etkilenmesinin neticesi mimarîde de akis bulmuştur. Bilhassa, Batı’nın kültürel bir hegemonya kurduğu son asırlarda, dünyanın hemen hemen tüm toplumları ve bu toplumların oluşturduğu devletler Batı’nın tesirine maruz kalmış, dolayısıyla mimarî sahada da kayıplar yaşayarak hususiyetlerini kaybetmeye başlamışlardır. Bu hususta en çok zarar gören ülkelerden biri de Türkiye’dir. Her sahada olduğu gibi mimarîde dahi kendini gösteren maymunvari taklitçilik, toplumun kendi rengini ve kendi üslubunu inşa ettiği yapılara yansıtamamasına sebep olmuştur.

Bu mesele etrafında bir takım çalışmalara rastlamak mümkün; Turgut Cansever’in “Kubbeyi Yere Koymamak” isimli eseri de bu sahadaki önemli çalışmalardan birisi. Mimarîye dâir problemlerimize tarihî, kültürel ve estetik açıdan yaklaşmış ve çözümler aramıştır. Şehir ve mimarî üzerine düşünmüş ve İstanbul’un güzelliğinin kaybolmaması için alternatifler sunmaya çalışmıştır.

İlk baskısı 1997’de yapılan ve 2016’da 8. baskıyla okuyucularıyla buluşan “Kubbeyi Yere Koymamak” isimli eser, Turgut Cansever’in 1970’lerden günümüze kadar kendisiyle yapılan röportajlardan oluşuyor. 400 sayfalık kitapta Osmanlı mimarisinin örnek bir mimari olduğunu savunan Cansever, şehir hayatının değişen mimariyle de bozulduğunu belirtiyor. Cansever, bozuluşumuzu, “20. asır başında -bu temayül bizde çok acı bir şekilde Tanzimat’tan sonra gelişti- yeni binalar yaparak, Fransız taklidi dev binalar vücuda getirerek şehirlerimizi güzelleştireceğimiz zannına kapıldık. Bu yanlış zanla şehirlerimizin tarihi ve insani boyutunu ve ilahi emrin icabına uygun şehir içi yapılar arası hiyerarşiyi tahrip ederek şehirlerimizi yıkıp yeniden inşa etmeye başladık” diye aktarıyor.

Tabiata uygun davranılmadığına da temas ediyor Cansever. Sanayileşmenin getirdiği felaketi konut şartları ile aşmak isterken yeşilliğin yok edildiğini ve vahşi mahallelerin meydana getirildiğini dile getiriyor. 1970’lerde bu meselenin ehemmiyeti gündeme getirilmesine rağmen, ilgilenilmemiş ve topoğrafyaya uygun gerekli planlama yapılamamış. Binaların birbirine olan yakınlığının büyük bir sorun olduğuna da vurgu yapan Cansever, “Bizim gecekondu oluşumumuz son derece etkili. Gecekonduları güzel yapan faktör de komşuyu rahatsız etmemektir” diyor. Buna da Osmanlı evlerinin kalıp ve tarzını örnek gösteriyor.

Cansever, bir ülkenin mimarisini mahvetmenin yolunun mahalle teşkilâtının lağvedilmesinden geçtiğini savunuyor. Buna misal olarak da Arnavutluk’u gösteriyor. Osmanlı mahalle teşkilâtının yok olmadığı tek ülke Arnavutluk. Enver Hoca Arnavutluk’a hakim olunca Stalin yasalarını kabul etmeyerek mimarîsini korumuştur.

Üzülerek söylemek gerekiyor ki, kitabın ilk baskısını yaptığı 1970’lerden bugüne, mevzu bahis alanda gözle görülür bir aşama kaydedebilmiş değiliz. Hâlâ estetik kaygısının güdülmediğini gözlemleyebiliyoruz. Cansever, “Öyle bir şey yapayım ki, yaptıktan sonra  benim başka bir iş almama imkan versin” diye sadece işin maddî veçhesini düşünenlerin varlığından dolayı mevzuun sanat yönünün ihmâl edildiğini belirtiyor.

Betonarme ve çok katlı yapı tekniklerinin Türkiye’ye getirilmesinin modernleşme olduğunu savunanlara bunun yalnızca ikinci sınıf bir taklit olduğunu ve modernleşmeyle uzaktan yakından alâkası olmadığını belirten Cansever, çok katlı binaların insanlara vermiş olduğu zarardan bahsederken dikey mimarînin yerine yatay yapılaşmayı tavsiye ediyor.

“Dünyada çevresini Türkiye kadar kötü tahrip eden başka pek az ülke var” tespitinde bulunan sanatçı, tahribatın sebebini ise iki şeye bağlıyor; “Ya inancımız çok yanlıştır yahut inancımızla onun arasındaki bütünlüğü bilmiyoruz demektir.”

Kitapta Osmanlı çözümlemesi, Osmanlı şehirciliği, İslam kültürü, Türkiye’de cami mimarisi, ev ve konut farkı, yatay ve dikey mimarî, şehrin nasıl korunması gerektiği, habibat ve çevre ile mimarîde estetik gibi meseleler ele alınıyor.

 M. Taha İNCİ - Aylık Dergisi 160. Sayı

adminadmin