Kültür
Giriş Tarihi : 11-06-2018 12:19   Güncelleme : 11-06-2018 12:19

Kültürel işgalin ne kadar farkındayız?

Kültürel işgalin ne kadar farkındayız?

 İsmet Özel, o meşhur ve enfes şiiri Amentü’de şu dizeye yer verir: “fly Pan-Am, drink Coca-Cola”  yani ‘Amerikan havayolu şirketi olan Pan-Am ile uçun ve yine bir Amerikan mamulü olan Coca-Cola için’. Bu bir hicviyedir, bir gizli serzeniştir aslında halka. Zihinlerinize nakşedilmiş kapitalizm öğretisiyle, bu öğretinin ürünleriyle, uyuşmuş beyinlerinizle yaşamaya devam edin diyerek içten içe çıkışır halka. Bu haklı dizeleri girizgah kabul ederek ve daha ileride bunlara eklentilerle tekrar atıfta bulunacağımı belirterek konuya başlamak istiyorum Allah’ın izniyle.

Orta Çağ’daki karanlığının sonrasında 15. Yüzyılın ortalarında bilim ve sanat bakımından olağanüstü bir atılımın ardından Rönesans’ı başlatan başta İtalyalılar olmak üzere Avrupalı aydınlar beraberinde dini alanda köklü bir değişim barındıran Reform Hareketleri’ni de başlattılar. Bu önemli iki akımdan sonra Batı toplumu bilimsel, sanatsal, askeri ve demokratik anlamda hızlı bir yükselişe geçti. Bu yükselişle artık Avrupa topraklarından daha fazlasında hakimiyet kurmak ve ticareti geliştirmek üzere 15. ve 16. yüzyıllarda Kuzey Amerika, Asya, Afrika ve Avustralya üzerine kendi deyimleriyle “coğrafi keşifleri” olan ama dünya kamuoyunca bir sömürü akını olarak değerlendirilen sözde keşif dizileri başlattı. Gittikleri yerlerde ufak koloniler kurarak emperyalizmin temellerini atmış oldular. Küçük sömürge devlet(çik)leri kurdukları bölgelerde yerel halka tahakkümle baş eğdirdiler. Bunlara çok fazla değinmek istemiyorum zira üzerinde fazlasıyla kafa yorulmuş, yazılıp çizilmiş meseleler. Şu noktaya değinmek istiyorum: Bu sistemleri her ne kadar bitmiş görünse de hala devam ediyor ve biz küçük devletler bunun karşısında cılız, pasif bir direniş sergiliyoruz. Self-kolonizasyon denilen belayla kendi sonumuzu hazırlıyoruz. Bizler bugün 21. yüzyıldayız ve Avrupa’nın hala aynı politikayı seyrettiğini görebiliyoruz. Hala insanlar ölüyor, hala yer altı ve yerüstü zenginlikler sömürülüyor; bilhassa Ortadoğu üzerinde. Fakat 20. ve 21. yüzyılda bu toplumlar karşılarında duran bu tehlikenin az da olsa farkına varmaya başladı. Bu uyanış üzerine Batı yeni bir formül geliştirdi. “Uyuştur, değiştir, yok et” Bu uyuşturmanın temel prensibi dil ve kültürel yozlaştırmayla mümkündür.

Dil, toplumların beynidir. İnsanlar tarih boyunca dilleriyle düşünmüşler, dilleriyle konuşup hareket etmişler ve kültür kalelerini dilleriyle inşa etmişlerdir. Dilini kaybeden toplum özünü kaybetmiş bir toplum sayılmaktadır ve ölüme mahkumdur. Dilin en büyük eseri olan kültür de toplumun maddi manevi birikimi, servetidir. Toplumun gayrı resmi anayasası olan ahlak kurallarından tutun geleneklerine, düşünce yapısına, giyimine yeme içmesine kadar çok geniş bir yelpazede derinlemesine işlenmiş, sentezlenmiş bir kompleks değerler bütünüdür kültür ve dille birlikte o toplumun bağışıklık sistemini oluşturur. Bir milleti sömürmek istiyorsanız önce bağışıklık sistemini çökertmeniz gerekir. Batı’nın uyuşturup çökertme yolundaki ilk adımı Doğu’nun profilini kendi eliyle çizmek oldu. Bu anlamda ‘oryantalizm paradigması’ nı geliştirdiler. Edward Said’in deyimiyle oryantalizm “gerçek Doğu’yu değil Şarkiyatçıların görmek istedikleri bir “Şark”ı aksettirir”. Yani oryantalizm, Doğu toplumlarının başta kültürel yapıları olmak üzere bütün yapılarının Batı’nın isteklerine, ihtiyaçlarına, zevklerine göre yeniden şekillendirilmesidir. Doğu halkları oryantalizmle uyuşturuldu ve formülün ikinci aşamasına geçildi: kültür emperyalizmi. Oryantalizm ile hedeflenen, bu kültür emperyalizmine altyapı oluşturmaktı. Kültür emperyalizmiyle kültürel anlamda kafası karışmış, afallamış, uyuşmuş olan Doğu’ya  Batı kültürünü empoze ederek onu kimliksizleştirdiler. Bu sistem 20. Yüzyılın başlarında baskıyla, tahakkümle rahatlıkla işletilebildi fakat daha sonralarda bilhassa 2. Dünya Savaşı’ndan sonra böyle bir durum söz konusu olamazdı. Bunun yerine daha çok ‘gönül ve tercih işi’ esas alındı.  Gönül işi ise ancak özendirmeyle mümkün olabilirdi. Bu sebeple kapitalizmin masum görünümlü silahı olan medyanın sahneye çıkması gerekmişti. Reklamlar, filmler, diziler, tartışma programları, gazeteler, afişler, radyo ve internet ağı derken devasa bir yapı oluşturdular ve halkı tüketime, Batılı yaşam tarzına özen(dir)meye iten bir devir başlamış oldu. Bugün ayıla bayıla izlediğimiz Hollywood filmleri; James Bond’lar, Matrix’ler, Star Wars’lar, Godfather’lar, Rambo’lar, Avatar’lar, kendim de dahil şimdiki jenerasyonun aşina olmadığı Dallas’lar Kara Şimşek’ler veya günümüzün Lost, Dexter, Doctor Who gibi dizileri tamamen Avrupai bir yaşam fikriyatını benimsetmek temelli, bilinçli olarak hazırlanmış yapımlardır. Müzik sektöründe karşımıza çıkarılan ikonların, Elvis, Beatles, Madonna vs. veya sinema sektörünün aktörleri aktrisleri veya sporcuların rezil yaşamlarına özen(dir)ilmekte; başta Amerika olmak üzere bütün Batı tarafından bu şık, şatafatlı, albenili hayatın mutlak surette uygulanması gerektiği fikri zihinlere kazınmaktadır. Okutulan kitapları bile onların seçmeleri bugün Anadolu’da Kur’an’ların dantellere sarılıp kaldırılmasına sebep olmuş, yerlerine Marx gibi Engels gibi antikapitalist görünen fakat öğütledikleri yaşam tarzı bakımından bir kapitalistten pek farkı olmayan sapkınları, sapıkları okutmaya başlamışlardır. Hollandalı filozof Schopenhauer “Ahmaklar için yazanlar daima karşılarında geniş bir dinleyici kitlesi bulur” der. Nitekim buldu da. Bu zehirli kitaplar kanalıyla insanların beynine Cemil Meriç’in tabiriyle bir ‘deli gömleği’ olarak giydirilen ideolojiler yuvalandırıldı. 60, 70 ve 80 kuşaklarının bu kadar silikleşmesine neden olan zamanın gençliğin dinamizmini sömüren, söndüren kirli ideolojilerdir. Görüş alanını kısıtlayan at gözlükleri. Yıllarca bu toplumu sağ-sol kavgasına, toplumsal ayrışmaya iten hep bu kirli ideolojiler oldu. İnsanları etnik kökenlerine göre ayrıştırmak gibi mantık dışı ilkel bir görüşü benimseten de hep bu uyduruk ideolojiler oldu. İdeolojilerin yanı sıra bu medyatik ögelerle toplumun yaşayışı bakımından köklü değişiklikler oldu. Yeşilçam sineması buna en güzel örneklerdendir. Başı örtülü hizmetçi, üçkağıtçı imam tiplemeleriyle yabancılaştırılan, hor gösterilen manevi değerler hep Yeşilçam sinemasının eserleridir. Yine cumhuriyet dönemlerinin edebiyat anlayışı da Yeşilçam ile paralellik göstermiştir. Dilin özüne döndürülmesi (!) çabası da bu milletin özünü kaybetmesinde önemli etken olmuştur.

Kültür emperyalizmi ve popüler kültür anlayışı bir kapitalizm öğretisi olan aşırı tüketimciliği, hedonizmi (hazcılığı) ve materyalizmi (maddeciliği) bir toplum sorunsalı haline getirdi. Yazının başında da değindiğim gibi Pan-Am ile seyahat etmenin, Coca-Cola içmenin, iPhone kullanmanın, Benetton, Gucci, Chanel, Pierre Cardin giyinmenin, hamburger yemenin, blucinlerle gezmenin, Bentley’lere, Porsche’lara binmenin insanı insan yaptığı yönünde bir algı oluşturuldu.  İnsanı insan yapanın dini ve ahlaki değerleri olduğu gerçeği unut(tur)uldu. Müslüman gençler bugün barlarda, Starbucks’larda, kafelerde gününü gün ediyor. Bir dava sahibi olmak ne yazık ki akıllarına gelmiyor. Bir genç olarak kendim de üzülerek söyleyebilirim ki ben de bu sistemde bir köle, bir piyon olmaktan öte gidemiyoruz. Etken rol oynamak yerine edilgen oluyoruz, pasif oluyoruz, nesneleşiyoruz. Bir öze dönüş hareketine fazlasıyla muhtacız. Nitelikli, okuyan, diri bir nesil olmamız lazım. Mehmet Akif’in düşlediği Asım’ın neslini, Necip Fazıl’ın düşlediği Büyük Doğu neslini, Sezai Karakoç’un düşlediği Diriliş neslini ve Peygamberimizin genç sahabelerinden oluşan o güzel Mescid-i Nebevi neslini inşa etmemiz gerekiyor.

Bu yolda büyüklerimize düşen bu tuzaklara karşı uyanık olup gençleri doğru yola, İslam’a, müslümanca bir anlayış, müslümanca bir kavrayış, müslümanca bir yaşayışa yönlendirmektir. Biz gençlere düşen ise bize yardımcı olmaya çalışan büyüklerimize hal ve tavırlarımızla azami ölçüde yardımcı olmaktır. Hayatımızı Kur’an ve sünnet ışığında şekillendirerek bu tağuta boyun eğmemeliyiz. Sımsıkı sarıldığımız bir “la ilahe illallah “ davamız ve onu koruyacak, bu uğurda bize yardımcı olacak bir Allah’ımızın olduğunun bilincinde hareket etmemiz gerekiyor.

Allah bilinçli, gözüaçık, şuurlu ve kültürüne sahip çıkan bir nesil olabilmeyi bize nasip etsin. Allah Musab bin Umeyr gibi, Şehid Furkan Doğan gibi, Şehid Esma Biltaci gibi gençler olabilmeyi bize nasip etsin.

Esselamun aleyküm.

İrem Tunç isimli genç kardeşimizin yazısı

ERDEMLİ GENÇLİK İÇİN ÖNCE AHLAK VE MANEVİYAT!

adminadmin