Köşe Yazıları
Giriş Tarihi : 22-02-2018 09:56   Güncelleme : 22-02-2018 09:56

Kundağımda Kan Sesleri +18

Kundağımda Kan Sesleri +18

“Tanrının intihar ettiği gün” diyor kuru kafalı kara bir ses.

Öyle bir gün olacaksa eğer o gün bu gün olmalı!

Hayra davet eden bir ses değil bu!

Kalbim beynimde atıyor. Beynim yangın yeri, düşüncelerim tutuşuyor.

İnsanlar durmadan; Bu neden böyle oldu, böyle olmamalıydı diyor!

Bir ihmal, bir hata var… Oyun değil bu olanlar! Kuş peşinde koşan bir kuş aklımı çeliyor!

Masum değil bu koşmalar!

Değerlerimizin altına dinamit konuldu. İnsanlar günden geceye vahşileşiyor.

Ne demek bebeklere tecavüz etmek, ne demek babanın kızına el sürmesi, ne demek genç bir kızı diri diri toprağa gömmek?

Kırmızıçizgilerimiz geçildi!

Birileri batının ahlaksızlığı mı dedi!

Kardeş, bizim ülkemizin %99’u Müslüman kimliğinde değil miydi?

Tanrı bu çağda insanlardan nefret etti! Bir daha tufan olmayacak diye söz vermişti yedi renk gökkuşağı simsiyah oldu. Nuh’un gemisine kesin Lût kavminin soysuzlarından birileri bindi. Ateşten hendekler kazıyorlar etrafımıza, insanlığı yakıyor, merhamet duyguları kalplerinden alınmış firavun soyları!

Unutursak kalbimiz kurusun, cümlesini kaç kez kurduk ve unuttuk.

Sonunda o da oldu kalplerimiz kurudu! Başkaca bir açıklaması yok bu yaşananların. Yüzüm utançtan kıpkırmızı dolaşıyorum, günlerdir.

Masum babalar, masum erkekler, masum insanlar gibi…

Aramızdalar! Bakıyoruz, göremiyoruz! Şeytan tohumu kaçmış içlerine. Acımasızlıklarının sınırsızlığını açıklayacak başkaca bir tezim yok.

Benim adımlarımın üzerinde yürüyorlar. Belki çarpıştık bir köşe başında bilmeden. Aynı ekmeğe el uzattık belki, ekmeğime kirli elleri değdi. Her lokmam büyüyor ağzımda, yutamıyorum.

Hiçlik makamında varlıklarının, günahkâr solukları benim soluduğum havada. Tanıklığını yaptığım, afsız suçların ağırlığı altında eziliyorum.

Küfrün en ağırları dilimin ucunda.

Hişşşt diyor bir ses sen kadınsın, susss… Gizli kalsın her söz!

Eğitimli kalemlere küfür yakışmaz!

Şöyle mi cümle kurmalıydım:  Akıttığınız kanlara şahitlik etmek beni fazlasıyla münevver etti.

Münevver mi?

İğreniyorum, bu düşünceden.

Öfke ateş olup damarlarıma yayılıyor. Kelimelerim kaçışıyor.

-Sakın ola ki diyor biri, bizi yan yana böyle dizme!

Korkmayın bana musallat olamaz hiçbir hileli zafiyet. Hayâ ve merhamet var bende!

-Hayatın vicdanı olsaydı eğer diyorum, bu gerçek hayatın yitik vicdanı olur, sonsuza dek sızlardı inleye inleye!

Akıl çağının akılsızları, biz mirasımız acı olmasın dedikçe geleceğe,

Yüreğimizi patlattılar acıdan, içimiz akşam pazarlarına döndü nihayetinde.

Birileri; “bir defadan bir şey olmaz” deyip kaderci tepkiler verdiğinde koparmalıydık kıyameti. Hepimiz bir bütündük ve birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için demeliydik insaniyetle.

Elimizde kanlı bir kundak, dilimizde hüzün, yüreğimizin demi vurdu gözlerimize. Öylecene kalakaldık çaresizce.

Cehennemin kapıları açılıyor önümde bir bir. Günahkâr bir suskunluk bizimkisi diyorum. Nefes darlığı çekiyor bedenim, kilitleniyor bakışlarım kundaktaki kan lekelerine.

Kâbus gibi yaşananlar. Ölü çocuklar dolaşıyor memleketimin tenha evlerinde. Çığlıkları kulağımda. Ruhlarımızı çalıyor, iblisin çocukları.

Çığlıkları kesildiğinde; Beyaz kundaklar uçuşuyor, açık mezarların üzerinde.

Süt kokulu bebek çığlıkları yırtıyor göğün göğsünü, irin damlıyor emziksiz kalan göğüslerden.

Çanlar çalıyor şehrimin sokaklarında. Soğuk toprağın göğsüne başlarını koymuş bebek ölüleri aniden gözlerini açıp bakıyorlar gözlerimin ta içine, donup kalıyorum.

Asılıyorum aklımdaki tüm imgelere. Asılıyorum. Gözünü devire devire bakan bir karaltı, Notre Dame’nın yaşlı ve acımasız rahibi Frolla’ya ya dönüşüveriyor.

Göğün lambası patlıyor birden bire, bebek Esmeralda da ölüyor. Sığır kanı içen cani, kızın can çekişmesini kahkahalarla izliyor!

Masal bitiyor.

Biz yetişemiyoruz…

Her yere yetişilir, hiçbir şeye geç kalınmaz demiştin de sana inanmıştık be Edip Abi.

-Sen de yanılttın hepimizi, affetmez artık o çocuklar bizi!

Boynumuzda büküldüyse şimdi, hiç te içimizden öyle geldiği için değildi.

Ah be güzel abim, her insan yetiştiği yere de benzemiyor işte. Kan damlattılar içine, suyumuzun bile ruhu kirlendi.

O çocuklar büyümeyecek,

O çocuklar büyümeyecek

O çocuklar büyümeyecek…

O çocuklar, öldü güzel abim, o çocuklar öldü! Biz yaşarken öldük!

Ama haklısın bir yerde hayalsiz yaşıyoruz nerdeyse. İçimiz tıklım tıklım isimsiz korkularla dolu.

Çocuklar, kadınlar, erkekler…

Dağılmış pazar yerlerine değil de, tarumar olmuş mahşer yerine benziyor memleket!

Ah be güzel abim şimdi sen söyle bir kundak niye kanatılır durduk yere?

Kalbim kımıldadı bir kez. İçim coşup çoşup taşıyor, gönlümün sızıları damla damla dökülüyor kâğıda. Kalemim cinnetlerde, mürekkebimin rengi kırmızıya dönük.

Göğün mavi gözyaşları vurdukça küçük bedenine, kim bilir nasıl titremiştir yüreciği.

Şimdi söyle Edip Abi; “Yağmurda kırılan güller, yağmuru hiç affeder mi?”

Bu yeryüzü ne yağmurlarla yıkandı da temizlenmedi, bu yollar kim bilir ne insan hikâyelerine şahit oldu da dayandı?

Hele ki mezarlık yolları!

Vakitli ölümlere bile erkendi derken, vakitsizlere taş bağırlı dağlar bile gücendi.

Dağlar utandı, şeytanın düğün alayında mendil sallayanlar utanmadı.

Sapsarı bir benizle dolaşıyorum günlerdir. Yazdığım yazıların canına okudum gecelerce. Ben de istemez miydim incir reçelinden aşk tanımları yapmak ve noktayı koyabilmek mutlu sonlara:

Onlar erdi muradına biz çıkalım kerevetine babında…

Ama, ne Kâbil bu izahsız, izansız, vicdansız çağda.

Ruhları alınmış mumyaların cesetlerini sürüklüyorum yine.

Yazdıklarıma bakıp da sakın umutsuz bu kız deme. Ah be güzel abim, umutsuz değilim de;

Bitmiş bir zamanın, yoklar dünyasının eşiğinde, özentili hayatların yalnızlığına çare olur belki diye biz laleler ekerken toprağımıza, has bahçelerimizde “Melek Trompetleri” toplamaktan yıldık halkça!

Denizlerimizde bir kızıl gel-git sersemletti bizi.

Gelin pulları uçuşurken havada, siyah tüllerin ardına bırakılmazdı ya beyaz güller!

Bir gafletti oldu, kapıyı açık bıraktı insan, kötülük içeri sızdı.

Boğuk davul sesleri bastırdı cılız çığlıkları, beyaz güller kış bahçesinin karları üzerine düştü.

Durdum. İşkence çekiyorum. Taş gibi bir ağırlık geldi çöreklendi kalbimin üzerine.

Delilik bu yaşananlar. Akla yatkın değil bu olanlar. Ellerimde laleler dağınık pazar yerinin ortasında kalakaldım. Umutsuzluk değil de güzel abim, bu memleketin çayır kuşlarının ağzına ateş parçası verenlere bu öfke. Dün sokak sokak başaramadıklarını bu gün insan insan başarıyorlar!

En iyi ben çekerim memleket havasını içime. Nazilli istasyonunun rayları üzerinde alnıma yediğim taşın izi halen yüzümde.

Alnımdaki acıyla kalbimdeki acı, tuhaf aynı acı!

İçimde yakıcı sancılar, vücudumda bir sıtma titreyişi. Kelimeler içimde yankılanıyor. Acıya buladım kelimelerimi. Akıl susar, yürek konuşurmuş ya hani, yüreğim konuşmuyor, isyan ediyor be Edip Abi.

Kelimeler yetersiz bilirim, yine de düşünüyorum. Acısını çekmediğim bir yaranın can yakışını nasıl anlatabilirim işte onu bilmiyorum. İki damla yaş akıyor gözümden. Oysa iki damlalık bir acı değil yaşanan bunu biliyorum. Ve biliyorum ki adalet, ceza, erdem, insanlık dersleri boşa söz israfı.

Ben ki kelimelere hâkim olduğumu sanırdım, yanılmışım güzel abim. Gökyüzüne dirsek dayatacak şair yüreği yok bende!

Kötüsünüz diyebildim düz cümle! Kötüsünüz…

İnsan olamayacak kadar kötü! Din, ahlak, vicdan… İnsanlık yasalarını çiğnediniz, kötüsünüz, lekelediniz zamanı. Zaman çırpınıyor gözlerimizin önünde. Biz, biz kaskatı kaldık olduğumuz yerde. Bir el uzandı oydu içimizi, bom boş kaldık. Biz, biz suskunuz hiçliğin karanlık köşelerinde… Oysa derin yaralandık. Üfürükle geçecek yaralar değil bunlar. Rüzgâr değirmenleri un öğütürken habire, biz halen sefa sürüyoruz kaplumbağa ışığında, melankolik hallerde.

Dağıldık değil, darmadağınık olduk, her bir parçamız bir yerde! Aynı dili konuşmuyoruz artık pazar sergisindekilerle! Bilmezmiş gibi bunu, bir de Allah’la konuşmayı öğreteceklermiş, yanmaz kefen yapıp yanmaktan kurtulacağını sanan filozof beyinlerde.

Çarelerin içinde çaresizlikten kıvranıyor insan olan. Hani kabir azabı gibi derler ya sanki yaşamışlar gibi. En azami yapabildiğimiz, dilimize bedduaların en ağırını dolamak.

-Lanet okuyoruz, beddua okuyoruz, hızımıza alamayıp meydan okuyoruz. Sonra sonra çaresizlikten susup, ölenin ruhuna Fatiha okuyoruz.

Bitiyor…

Bitiyor mu?

Dünyayı bu kadar alçakça fenaya düşürenler, yaşamak için insanca bir sebebiniz yok artık, ölün! Ölün ve kefensiz olsun cesetleriniz… Bak yine bedduaya sığındı dilim. Oysa oysa biliriz, “gözü kör olsun” denilince gözlerin kör olmadığını.

Uyanık olmak gerekliliğini yazmam gerekirken, şeytan taşlıyor kelimelerim yine.

Bak kundak öldü.

Hiç kundak ölür mü?

Tanrının onun için istediği kader bu muydu? Dedi kadın.

Tanrı benim ellerim yok dedi, el sendeydi!

Kadın irkildi.

Kundak titredi.

Kapı aralandı, gizli düşman ardında küçük kanlı ayak izlerini bırakarak kayboldu.

Aramıza karıştı…

Asıl şimdi ne yapmalıyız, dedi irkilen sesler.

Tecavüz, kundağa kadar düştüyse, fırsatçıların fırsat deliklerini tıkayalım el birliği ile!

Gammazlayalım, evet evet en akıllıca çare bu bence!

Sağımızda solumuzda ne kadar tuhaf hissettiren duruş varsa hepsini gammazlayalım toplumca!

“Gammazlar olmasa tilkiler pazara inermiş,” O tilkiler inemesin pazarlarımıza.

Geceler kör işlere gebeyken biz yatıp uyumayalım!

Gök gürlemeden yağmur yağmazmış, işaretleri gözden kaçırmayalım!

Dağın ardını görmeyi de başa geleceği bilmeyi de öğrenelim! Sütten ağzımızı yakıp, yoğurda boş yere üflemeyelim!

Köpek en çok kendinden korkana saldırırmış, köpeklerden korkmayalım!

Anneler, anneler, anneler… Eski zaman annelerinin yolundan gidelim. Bırakın modernizmin dayattığı zımbırtılı davranış şekillenmelerini!

En çok anneler uyanık olsun! Anneler çocuğun güvenlik bölgesi!

Uyanık olun anneler, ne pazar yerinde ne düğün seyrinde gaflet uykusuna yatmayalım!

Hatalar tecrübeye dönüşürken, beyaz kundakları kırmızıya boyuyor caniler.

Teke tek hatalar yapıp, hepimiz kaybediyoruz! Ne yazık ki, biz bizim olanı bizden korumaya mecbur bırakıldık, bunu göremiyoruz!

Dinmesin çektiğimiz acılar, sonra çok çabuk unutuluyor yaşananlar!

Siz de başınızı hiç önünüze eğmeyin zavallılar.

Hafifletici sebep değil giydiğiniz takım elbiseler, boynunuza taktığınız eğreti yularlar! İyi hal delili asla olamaz “pişmanım” diye dilinize persenk ettiğiniz samimiyetsiz kelamlar!

 Erken gelen adalet istiyoruz adaletten!

İnsanlığın ışığını söndürenler hangi sıfatla adaletten insaf talep ederler?

-Ben bir köpeğim ve affımı talep ediyorum deseniz, masum köpeklere hakaret talebiniz! Ki köpeklere hallenecek kadar rezillerde siz değil misiniz?

Kısacık ömürlerin, salt düşünme gücüyle ulaşamayacağımız acılar içinde son bulmasını kabullenemiyoruz.

Aklımız almıyor!

Üstünü kapamayalım. Kapamayalım ki tek başlarına birer caniye dönüşen sıfatsızlar, barınamasınlar aramızda. Ahlaken bitmişliğin göstergesi eylemlerinin tanık olma sorumluluğundan, salt vicdan muhasebesi yaparak kurtulamayız! Toplumca iki gözümüze iki göz daha ekleyip, sapkın ruhlara en etkin yıldırma yöntemleri bulmalıyız ki bir daha cesaret edip küçük canlarımıza el uzatamasınlar. Adalet ile zulüm aynı yerde bulunmaz, toplumda dehşet saçanlara dehşet verici cezalar verilmeli ki değil kalkışmak, akıllarından bile geçiremesinler.

İlkel ve barbar işkencelerle ibretlik hikâyeler yazıyor beynim. Mesela diyorum, Kazıklı Voyvoda keşke bu devirde yaşasaydı. Ya da gömsek canlı canlı toprağa başlarından aşağı, toprağın halkı, azar azar etlerini kemirse, ölümleri yavaş yavaş ve acılı olsa… Savunmasızların canını nasıl yaktılarsa öyle canları yansa.

Kuru öfke nöbetleriyle çözülecek işler değil bunlar, biliyorum. Mutlak başkaca yolları olmalı! Hastalıklı cerahatler gibi toplumun içine sızan bu mikropları yok etmenin bir yolunu bulmalı insanlık!  Hayatın anlam bozukluğu gibi yaşıyorlar aramızda.

Olmadı be güzel abim, yine olmadı. Çocuklar doğurdu kadınlar, ama dünyayı düzeltecek ellerini işleyemedi dantel dantel!

Şimdi suçlu kim diye sorsak sana, biliyorum umudu dürt derdin. Derdin ya umutta yoruldu,  Cezanne peyzajlarından insanı sildi kurtuldu, insanın olmadığı mutlak bir sessizlikte kötülüklerde son buldu!

Belki de umut sendedir Edip Abi. Madem bu dünyada Yaratanla konuşmaya meyil edenler var, senin işin daha kolay. Söylesen de;

Güneş doğduğunda evine dönse ya ölü çocuklar…

Hayalsiz, yaşananlara dayanmak zormuş, acı dili susturduğunda kalp böylesi imkânsız hayallere sığınıyormuş.

Edip Abi, güzelim, şimdi sen söyle bir kundak niye kanar?

“Diş değil, tırnak değil, bir kundak niye kanar?”

Kundağımda kan sesleri var…

Hülya Bulut

adminadmin